Şiirler – Mehmet Çevik

saat 04.17

salı

şubat

ikibinyirmiüç

hala sabahın körü

öldüm

ev istedik, tabut yapmışlar

ev sanıyorduk, tabuta girmişiz

öldüm

taş taş üstünde kalmadı

taşı taşın üstüne doğru koymamışlar / yıkıldı

enkaz

altında kaldık

kalbim tam on parça

on parça girdik yerin dibine

öldüm

zaman yabancı

hayat yabancı artık

bende bundandan sonra

onların yabancı oldukları kadar bana

bende yabancıyım artık onlara

öldüm

***

doğumdan, ölüme

tam da o arada

bir gülsen

bir sevsen

bir öpsen

çoğalsa hayat

ölsem…

***

bir tarafı avrupa

bir tarafı asya

ikiye bölmüşler ortadan marmarayla

adına da

istanbul demişler

aşkın…

***

Sinsice geldi bahar,duymadım,
ayak seslerini,
fark edemedim yeşilini hayatın,
oysa herşey hazırdı,
aşık olmak için…

***

Dünya aleme duyurmuşsun,
bana olan aşkını
bir tek bana
söylememiş unutmuşsun…

***

Hiç Kimse Vazgeçilmez Değildir.

Hayatın bir gerçeğidir. Deli gibi de sevsen, ölsen bitsen de onun için bir gün unutursun.
Hata öyle bir zaman olur ki hatırlamazsın bile.
Herkesten vazgeçilir.
Hayatta hiç birşey vazgeçilmez değildir.

Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Yeter ki yürekten istesin insan. Birinden vazgeçemediği , unutamadığı için saatlerce ağlayan insan aslında unutmak istemiyordur. Daha fazla acı çekmek hoşuna gidiyordur. Aşkın bir diğer yüzüdür bu da. Vazgeçilmez sanıp hiç ummadığı anda unutmasıdır. insanın tabi ki de hafızasında anıları kalır. Hiç olmayacak bir anda belki çok abest birşeyden bile birden o eski zamana gidebilir. Bir özlem duyar ama sadece bu kadardır. Gerçek olan herkes vazgeçilebilirdir. Ancak kimse hiç yaşanmamış gibi silinemez. Mutlaka hiç olmayacak bi yerde zaman da deli gibi özlenir vazgeçilen.

Henüz kıvama gelmemişseniz size bu cümleyi söyleyenlere kızarsınız, inanmak istemezsiniz, acı cekmek daha cazip gelir. Dünyanızın odak noktası olan kisi gittikten sonra, baska birini aynı arzuyla öpebiliyorsanız, midenizde kelebekler ucusuyorsa, uzaktan gördügünüzde bile kalbiniz yerinden çıkacakmıs gibi oluyorsa anlarsınız ki gerçekten kimse vazgecilmez degilmiş ve her gidenin yerini dolduracak daha iyi biri bulunurmuş.

Hayat normal akışındayken aklın kabul ettiği, doğruluğu su götürmez önerme. Birinden vazgeçmeniz gerektiğinde ya da terkedildiğinizde birden dünyanın en büyük yalanı haline gelir. Genelde başkaları için devamlı kullanan insanların, kendileri için pek de akıllarına getirmedikleri durum.

Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur.

Ama yaşanmışlık iz bırakır.

• İlk sayfasını temiz olarak açtığın “Yeni yıl” defterine yazılan ilk not: 01.01.2020

• İyilikten maraz doğar mı? Doğarsa kimlere, doğmazsa kimlere.

• Neler kalmalı, neler atılmalı, verilmeli, satılmalı? Kimler in, kimler out… Liste hazır.

• Hak etmeyene ve senin gibi doğru tüketmeyene israf etme: iyi niyetini, merhametini, sevgini, enerjini, zamanını ve en önemlisi kendine olan saygını.

• Bunu başucuna bir not olarak as ve her güçsüz, yalnız ya da çaresiz hissettiğinde veya birileri seni davranışları ile değersiz hissettirmeye çalıştıklarında önce bir nefes al, sadece bir dur, serbest bırak ve silkelen yeniden.

• Eski, senin enerjini tüketen olumsuz duygu, düşünce ve davranışlarını artık bırak, yolla gitsin.
Yerine olumlu düşünce, duygu ve davranışları koy.

• Bırak korkularını, senden akıp gitsin. Bırak yıllarca bastırdığın ve seni esir eden duygularını… Özgürleş ayağına dolanan geçmişinden.

• Güçlü değerlerin olsun ve her zaman, her koşulda o değerlerinle ayakta kal.

Bırak geri dönüşü olmayan yatırımları, yolla gitsin; o kadar enerjin zamanın varsa sen önce kendine yatırım yap; sonra da bu yatırımı hak edenlere.

• Sen kendine değer vermedikçe, karşına hep sana değer vermeyen insanlar gelir.

Birilerinden darbe aldığında, üzülüp kahrolduğunda acaba buna sen mi müsade ettin de oldu? Çizgini ne kadar çiğnemelerine izin verdin; sen dik durabildin mi?

• Birilerini yargıladığında ya da birilerinin yaşadığına kötü bir söz söylediğinde; bir gün gelir aynı olayları senin de yaşadığına tanık olursun.

Ne zaman duygusal bir beklenti içine girmezsin işte o zaman istediğin şeyler kendiliğinden sana gelmeye başlar.

• Mutluluğunu bir olaya, bir insana fazla odaklama; bu tarz mutluluklar geçicidir oysa senin aradığın geçici mutluluklar değil. Olması gereken şu: Senin kendi varlığınla, kendinle mutlu olman; mutluluk bu, işte bu kadar basit.

Birilerinin çıkıp senin eksik parçalarını tamamlamasını bekleme; senin kendinin bile tamamlayamadığın eksik parçalarını kim, nasıl tamamlasın? Önce sen yarım olma; kendin içinde tam ol.

• Kendi sınırların ve çevrene yansıttığın tutarlı prensiplerin olsun ki; başkaları senin çizgini geçip seni yoramasın.

İlerlemeni ve başarmanı engelleyen ya da moralini düşürebilecek sen yapamazsın, beceremezsin diyen herkes ve her şeyden uzakta kal.

• Şu bir türlü içinden çıkamadığın ama seni mutsuz eden konfor alanından artık çık ve değişimin başlat artık. Bekle ve gör değiştirdiğin her şey sana nasıl geri dönecek… Kendime güveninin her an arttığını rahatlıkla göreceksin.

• İşte o zaman sen gerçekten değiştiğinde; sana artık yarım insanlar, yoran olaylar gelmeyecek.

• Değerini bilmeyenler gelmeyecek.

• Seni yarı yolda bırakanlar, aldatanlar, yalan söyleyenler, arkandan kuyunu kazananlar gelmeyecek.

• Sana hak ettiğin değeri veremeyenler gelmeyecek.

• Sana başarısızlık gelmeyecek.

• Sana bereketsizlik gelmeyecek.

Baş ucuna koy bu notu; insanın kendisinden başka kendisini kurtaracak ya da yaşadığı hayatın dışına taşıyabilecek başka biri yoktur. Her şey aslında insanın “Ben” olabilmesinde biter. Başka bir “Ben” yoktur çünkü…

Unutma hiç kimse ve hiçbir şey vazgeçilmez değildir, böyle olduğunu sanan da senin için doğru insan değildir; gün gelir kalmaması gereken eş gider, sevgili gider, dost gider, iş arkadaşın gider, komşun gider; ama her zaman geriye bir tek sen kalırsın… Gerisi, teferruat…

Hayır Diyorsak On Sebebi Var!

Kadınlar neden “Hayır” der? Biz kadınlar karmaşık varlıklarız. Her kelimenin bizde birden fazla anlamı olabilir. Örneğin “Hayır”ı ele alalım. Bir kadının “Hayır”ı bazen “Belki”, bazen “Evet, lütfen” bazen “Şimdi olmaz, belki yarın” bazense “Asla”dır. Her kadın karşısındaki erkeğe ara sıra “Hayır” der. Kimi zaman biraz naz yapmak için, kimi zaman kendini hazırlamak için, kimindeyse gerçekten istemediği için. Hangi koşulda olursa olsun, bir kadın “Hayır” diyorsa elbet bir nedeni vardır. İşte size kadınların neden “Hayır” dediğine dair 10 neden…

1- Daha çok ısrar etmenizi istiyoruz Bazen “hayır” derken aslında “biraz daha istersen olur” demek istediğimiz doğrudur. Bazen de kendimize o kadar çok güveniriz ki, “Hayır” desek bile yine geleceğinizi yine de ısrar edeceğinizi sanırız. O yüzden “Evet”ten önce “Hayır” bizim için bir nevi naz yapma yöntemidir. Bizi ne kadar istediğinizi ölçeriz o “Hayır”larla. Bazense sizin bizi ne kadar istediğinizi anlamanızı isteriz. Böyle durumlarda genellikle “Yüzüme karşı git diyorsun ama sanki gözlerin kal der gibi gibi” taktiğini kullanırız. O yüzden “Hayır” dediğimizde gözlerimize bir kez daha bakmanız önemle tavsiye edilir… (Tabii bu arada hanımlara da “Fazla naz aşık usandırır”ı hatırlatmak iseterim!

2- Ucuz görünmek istemiyoruz Kadınlar da erkekler kadar fevri olabilir. Biz de bir barda gördüğümüz biriyle sadece tek gecelik bir ilişki isteyebiliriz. Ya da biz de daha ilk buluşmada sevişmeyi aklımızdan geçirebiliriz. Ama ne yazık yaşadığımız toplumda bunları siz yaparsanız çapkın biz yaparsak ucuz kadın olarak adlandırılacağımız için içimizden geçse de hayır deriz zaman zaman. Hızlı ilerleyen ilişkilerdeki “Hayır”lardan yanlış anlamlar çıkarmayın o yüzden. Biraz zaman verin. Paşa paşa kıvama geleceğiz…

3- Hayatımızda başka biri var Belki de hayatımızın aşkısınız, belki de gördüğümüz en çekici adam… Sizden gözümüzü ayıramıyor olsak da, her konuştuğumuzda kızarsak da yani sizden hoşlandığımızı alenen göstersek bile bazen yine de size “Hayır” deriz. Çünkü muhtemelen o zamanlarda hayatımızda başka biri vardır. Sizin kadar kalbimizi attırıp attırmaması önemli değildir. Bir ilişkimiz olması bizi sizden uzak tutmaya ve çok istesek de “Hayır” demeye itebilir. Hepimiz için geçerli olmasa da pek çoğumuz tek eşliyizdir. Hayatımızdaki kişiye ihanet etmemek için size “Hayır” diyebiliriz.

4- Korkuyoruz Bazense “Hayır” derken sadece korkuyoruz aslında. Aşktan, sevgiden, sizden, kendimizden ama en çok da üzülmekten. Özellikle de yakın bir zamanda kalbimiz kırıldıysa feriştahı gelse ikna edemeyebilir bizi o anda. O yüzden her ne kadar birbirimiz için yaratılmış gibi dursak da eğer korkuyorsak “Hayır” demeye pek bir meyilliyizdir. Bizi korkacak bir şey olmadığına inandırana kadar da “Hayır” cevabını vermeye devam ederiz.

5- Aklımızda başka biri var Biz kadınlar aklımıza birini taktık mı aslanın avına kilitlenmesi gibi kilitleniriz. Diyelim ki aklımızdaki adamın adı Ahmet. Bizle ilgilenen Ahmet dışındaki tüm adamlara bakışımız (en azından bir süre için) “Bir Ahmet değil” olarak devam edecektir. Yani o an bizim için gerçek Ahmet değilseniz “Hayır” cevabına hazır olun. Hayatımızda biri olmasa bile aklımızda biri varsa “Evet” demememiz için de sebebimiz vardır…

6- Yeterince hoşlanmıyoruz Bazen size hayır diyorsak henüz evet diyecek kıvama gelmediğimiz için olabilir. Sizden hoşlanıyor olabiliriz. O sinyalleri de veriyor olabiliriz. Ama yine de “Hayır” cevabını alıyorsanız bu sizden yeterince hoşlanmadığımız anlamına gelebilir. O yüzden biraz daha sabırlı olursanız sonunda “Evet”i duyma şansınız da olabilir.

7- Hazır değiliz Bazen de “Hayır”ı “Evet” demeye hazır olmadığımız için kullanırız. Yeni bir ilişkiden çıktıysak, hayatımızda bizi yoran veya üzen bir süreç geçirdiysek doğru insan olmanızın pek de önemi olmaz. Doğru zamanı beklemeniz gerekecektir. Doğru zaman gelene ve biz hazır olduğumuzu hissedene kadar cevabımız “Hayır” olacaktır.

8- Hazırlıklı değiliz “Hayır” cevabını bazen de mecburen veririz. Ağda ya da epilasyon randevumuza gitmemiş, dişimizi fırçalamamış ya da tüm günün yorgunluğunu veya kokularını üzerine çekmiş kıyafetlerimizi değiştirmemiş olabiliriz. Hatta belki de regliyizdir. İlkler bizim için sizin için olduğundan daha önemlidir. Hakkımızda olumsuz bir şey düşünmenize katlanamayız. O yüzden de eğer hazırlıklı değilsek mecburen “Hayır” deriz.

9- Havamızda değiliz Bazı günler veya bazı anlar olur ki canımız hiçbir şeyi veya hiç kimseyi istemez. Eğer havamızda değilsek ne sizinle görüşme isteriz ne de sizinle birlikte olmak. Bu her zaman sizi istemeyeceğimiz anlamına gelmez. Sadece anlık bir duygudur ve ne yazık ki fikrimizi değiştirmek için hiçbir şey yapamazsınız. Böyle zamanlarda bizi bize bırakmanızı ve bizim size gelmemizi beklemenizi tavsiye ederim.

10- Gerçekten istemiyoruz Ve tabii en önemli ve net “Hayır” deme sebebimiz sizi gerçekten istememizdir. Eğer bir gülümsüyor bir çekiyorsak kafanızın karışması normal. Ama eğer arka arkaya hep hayır diyorsak, telefonlarınıza hiç çıkmıyor, mesajlarınıza hiç cevap vermiyor, dışarıda karşılaştığımızda sizi görmezden geliyorsak “Hayır” net bir şekilde “Hayır”dır. Boşuna nefesinizi tüketmeyin…

Sanat Nedir ?

” Sanat, bir duyguyu yaşayan insanın, o duyguyu bilerek ve isteyerek başkalarına aktarma olayıdır.” Bu Bernard Shaw’ın deyişiyle Çok basit bir gerçektir: “Sanata gerçekten âşina insan, kendini yalnızca sanatkârın sesinde bulur.”

En genel ve en yaygın sanat tanımı, sanatın maddî bir faydayı değil, insanlara haz vermeyi amaçlayan özel bir faaliyet olduğudur. Haz, insan ruhunu yüceltir ve yükseltir.

Sanat, bizde en derin varlık bilinciyle en yüce duyguları ve en asil düşünceleri uyandıran, makul ve bilinçli bir yaşamın ifade edilmesidir. Sanat, insanı kişisel yaşam düzeyinden evrensel yaşam düzeyine taşır; insanın sadece aynı düşünce ve inançlara katılımını sağlayarak değil, aynı zamanda duygulardaki benzerlik yönüyle de…

Sanatı doğru bir biçimde tanımlamak için, öncelikle sanatı bir zevk aracı olarak düşünmekten vazgeçmek ve onu insan yaşamının gereklerinden biri olarak görmek zorunludur. Bu şekilde değerlendirdiğimizde, sanatı, insanın insanla arasındaki iletişim araçlarından biri olarak görmekte sıkıntı Çekmeyiz.

Kelimelerle bir insan başkasına düşüncelerini aktarırken, sanat yoluyla duygularını aktarır.

Bir duyguyu uyandırmak için, o duygu önce yaşanır ve sonrasında hareketler, Çizgiler, renkler, sesler ya da kelimelerle ifade edilen biçimlerle yeniden canlandırılır ve aynı duygu başkalarının da yaşaması için aktarılır. Sanat etkinliği budur.
Sanat, konuşma gibi bir iletişim aracı ve bu yüzden de bir ilerleme, yani insanlığın mükemmele doğru ilerleme aracıdır.

Sanat, insanları birleştirme özelliğine sahiptir. Her sanat, sanatçının aktardığı duygunun, aynı etkiyi alan başkalarının ruhuyla birleşmesini sağlar. Duygu, ne kadar iyi olursa, sanat da o kadar değerli olur. Sanat, insanlığın gelişmesinde iki organdan biridir.
Sanat, şiddetin bir tarafa bırakılmasını sağlamalıdır. Bunu başarabilen sanat, gerçek sanattır. İnsan yaşamının amacı, insanların kardeşçe birliğidir. Sanat, bu anlayışla yönlendirilmelidir.

Çağımızda sanatın hedefi, doğruyu akıl sahasından duygu sahasına geçirmektir. Bu doğru; insanların huzur ve mutluluğunun bir araya gelmelerine bağlı olduğu, mevcut gücün hükümranlığı yerine, Tanrının yani sevginin hükümranlığının yerleştirilmesi gerektiğidir. Biz hepimiz bunu insan yaşamının en yüksek gayesi olarak kabul ediyoruz.

En büyük sanat, normal insanların anlayabileceği sanattır. Normal insanı etkilemeyen şey, sanat değildir.

Geleceğin sanatı, seçkin bir azınlığa ait olmayacak, mükemmelliği ve birliği-bütünlüğü sağlayan bir araç olacaktır.

Sanat, sadece bir el becerisi ve teknik bir hüner olsaydı, onu bilardo, kriket ya da profesyonel satranç oyunuyla karşılaştırabilecektik. Fakat biz, gerçekte sanata daha büyük bir önem atfediyoruz. Çünkü genel yaygınlığıyla ve sanatçının ifade ettiği duyguları başkalarına geçirebilmesiyle insan duygularını biçimlendiren, oluşturan ve geliştiren şey sanattır. (Aylmer Maude)

Aramızda sanatsal olarak değerlendirdiğimiz yapıtları ele aldığımızda, ilk olarak, gerçekten sanatı sanat olmayandan ayırmak yararlı olacaktır. İkinci olarak, gerçekte sanat olanı ele aldığımızda, önemli ve iyi olanı, önemsiz ve kötü olandan ayırmak gerekecektir. Sanatı sanat olmayandan, sanatta iyi ve önemli olanı kötü ve önemsiz olandan ayıracak Çizginin nasıl ve nereye Çizileceği sorusu, yaşamdaki en önemli sorulardan biridir.

Sanat, gerçeklik içindir. Yaşamı olduğu gibi resmetmek gereklidir. Sanatı ticarî, önemsiz, hatta zararlı ürünlerden ayıracak sınırı bulmak zordur. Bu kuramların her birine uygun olarak, herhangi bir el sanatında olduğu gibi, durmaksızın pek Çok eser üretilebilir. Bunlar önemsiz ya da zararlı olabilir. Ancak yeni bir şeyi üretme, gerçek sanatsal yapıtın yaratılmasıdır.

O halde sanatsal ve bilimsel yaratı nedir?

Sanatsal ve bilimsel yaratı, bir tür zihinsel faaliyettir; bulanık, müphem bir şekilde algılanan duygu ya da düşünceleri, öteki insanlara aktarılmaya hazır açıklık düzeyine getirir. Bütün insanlar arasında bilinen ve hepimizin iç tecrübeyle yaşadığı yaratı süreci aşağıdaki gibi cereyan eder:

İnsan, daha önce hiç kimseden duymadığı ve her yönüyle ona yeni gözüken bir şeyi düşünür ya da onu belirsiz bir biçimde hisseder. Bu yeni şey onu etkiler ve günlük bir konuşma sırasında farkına vardığı o şeye dikkat Çeker, sonra kendisi için apaçık ve belirgin olan bu şeyin başkaları tarafından görülmediğini şaşırarak görür. Onlar, onun anlattığı şeyleri görmez ya da hissetmezler. Bu Çevreden kopuş, uyuşmazlık ve anlaşmazlık başlarda onu rahatsız eder. Kendi anlayışını doğrultmak için, gördüğü, hissettiği ya da anlattığı durumları başkalarına aktarmada farklı yollar dener. Fakat ötekiler, onun onlara iletmeye Çalıştığı şeyi hâlâ anlamamaktadır ya da onun anladığı ya da hissettiği gibi anlamamaktadırlar. Ve insan bir şüpheden rahatsızlık duymaya başlar. Ya gerçekten var olmayan durumları tasarlamakta ve bulanık bir biçimde hissetmektedir ya da ötekilerin görmediği ve hissetmediği, ama gerçekte var olan şeyler söz konusudur. Bu şüpheyi ortadan kaldırmak için bütün gücünü keşif yapmaya yöneltir. Öyle ki farkında olduğu şeylerin varlığı hususunda kendisi ya da öteki insanlarla ilgili en ufak bir şüpheye yer kalmamalıdır. Bu açıklığa kavuşturma işi tamamlanır tamamlanmaz ve insan artık gördüğü, anladığı ya da hissettiği şeylerin varlığı hakkında şüphe duymadığında, başkaları da birdenbire onun gibi görmeye, anlamaya, hissetmeye başlarlar. Bu, konuyu kendine ve başkalarına anlaşılır ve kesin kılma Çabasıdır. Bu insanın genelde ruhsal faaliyetinin üretiminden ileri gelir. Biz, buna sanat eseri diyoruz. Sanat insanın ufkunu genişletir ve onu daha önceden algılamadığı şeyleri görmeye zorlar.

Sanat, herhangi bir maddi ihtiyaçtan doğmaz. Tam tersine hem sanatı üretene, hem de o sanatı alana bir tatmin sağlar.

Önceleri, başkalarınca algılanmayan, hissedilmeyen ve anlaşılamayanlar, duygu yoğunluğuyla, herkes tarafından kabul edilebilir bir anlaşılırlık derecesine gelir ve böylece ortaya sanat eseri Çıkan ürün bir sanat eseri olur.

Amacına ulaşmış sanatçının bu yoğun duygusunun tatmin edilmiş olması ona haz verir. Bu duygunun, aynı ölçüde paylaşımı ve bundan duyulan memnuniyet, bu duyguya kendini teslim etmek, onu taklit etmek ve ondan etkilenmek eser üretiliyorken en küçük anlarda bile sanatçının yaşadığı şeyleri yaşama, sanat eserinin kazandırdıklarını özümseyenler için bir zevktir.

Benim (Tolstoy) düşünceme göre bu, sanatı öteki eylemlerden ayrı kılan bir özelliktir.

Sanatın önemi ve değeri, insanın hayata bakış açısını genişletmesinde, onun en büyük varlığı olan ruhsal zenginliğini artırmasındadır. Bir sanat eseri daima yeni bir şey içermekle birlikte, her zaman yeni bir şeyi gözler önüne sermek sanat eseri yaratmak demek değildir. Bir sanat eserinde bulunması gereken koşullar; içerik, biçim ve içtenliktir.

Ancak ne önem, ne güzellik, ne de içtenlik, bir sanat eseri için yeterli koşulu sağlamaz. Sanat eserinin temel koşulu, sanatçının yeni ve önemli bir eser üretmesi gerektiğinin farkında olmasıdır. Bu yüzden, tıpkı önceden olduğu gibi, her zaman gerçek bir sanatçı için gerekli olan, Çok yeni ve önemli olan bir şeylerin farkına varabilmesidir. Sanatçının yeni bir durumu görmesi için gözlemlemesi, düşünmesi, yaşamını yaşam olgusu üzerine derin derin düşünmekten ve olaylara nüfuz etmekten alıkoyan önemsiz şeylerle meşgul etmemesi gerekmektedir. Gördüğü yeni durumların önemli olabilmesi için, sanatçının ahlâkî yönden aydınlanmış bir insan olması gereklidir.
Bugünün insanları adeta kendi kendilerine şunu söylüyorlar: “Sanat eserleri, iyi ve faydalıdır; o halde onlardan daha Çok üretmek gereklidir.” Daha fazlası olsaydı, gerçekten Çok iyi olacaktı; ancak mesele şudur: Sanatın temel koşullarından yoksun olduğundan salt bir hüner işi olmaktan öteye geçemeyen ürünleri, sırf istiflemek için bu kadar Çok üretim yapabilirsiniz.

Gerçek bir sanatsal eser belirli bir düzene konulamaz, Çünkü gerçek bir sanat eseri (bizim kavrayışımızın ötesindeki kanunlarla) sanatçının içinde uyanan yaşama ait yeni bir kavramın açığa vurulmasıdır ve bu kavram ifade edildiğinde, insanlığın yürüdüğü yolu aydınlatır.

Cherbuliez’e göre sanat,

1.Biçimlere doğuştan duyduğumuz aşkı tatmin eden bir faaliyettir.

2.Bu biçimlere anlamlar kazandıran bir faaliyettir.

3.Duyularımıza, yüreğimize ve aklımıza aynı hazzı veren bir faaliyettir.

İnsanlar sanattan etkilenme yetisinden yoksun olsalardı, birbirlerine karşı daha acımasız, her şeyin ötesinde birbirlerinden daha kopuk ve birbirlerine daha düşman olabilirlerdi. Bu yüzden sanat eylemi, en az konuşma eylemi kadar önemli ve yaygın bir eylemdir.

Sanat, anlama eyleminden ayrı tutulabilir. Anlama, belli bir hazırlık ve bilgi birikimi ister. Sanat, insanların yetişme ve eğitim durumlarından bağımsız hareket eder. Bir resimin, seslerin ya da şekillerin büyüsü herhangi birini, gelişme düzeyi ne olursa olsun, etkiler.

Sanat, sadece şu gerçekte yatar: Anlaşılamaz ve ulaşılamaz biçimde olan bir düşünceyi anlaşılabilir ve hissedilebilir yapmak…

Gerçek sanat mütevazi ve gösterişsizken, taklitler daima daha şatafatlıdır.
Toplumumuzda sanat o kadar bozulmuştur ki, kötü sanat iyi olarak görüldüğü gibi, gerçek sanat algılayışı da tamamen yok olmuştur. Toplumumuzda sanat hakkında konuşabilmek için, bu yüzden ilk olarak gerçek sanatı taklit sanattan ayırt etmek gerekir.

Gerçek sanatı taklidinden ayırt eden kesin bir özellik vardır: Sanatın etkileyiciliği…
Etkileme, sanatın kesin bir işareti olduğu gibi, etkileyicilik derecesi de sanattaki yegâne mükemmellik ölçüsüdür. “Etki ne kadar güçlüyse, sanat da o kadar iyi olur.” Yeni idealler sanata dair yeni talepleri doğurur. Sanat, birleştirir.
Gerçek sanat, kocasına sevgi duyan bir kadın gibi, süse ihtiyaç duymaz. Fakat taklit sanat, bir fahişe gibi daima süslenmek zorundadır.

Gerçek sanat eserinin Çıkış nedeni, sanatçının onda biriken bir duyguyu ifade etmek için içsel bir ihtiyaç duymasıdır; tıpkı bir annenin Çocuğuna gebe kalmasının nedeninin sevgi olması gibi. Taklit sanatın nedeni, bir fahişeninki gibi kazanç elde etmektir.
Yaşam güvencesi, bir sanatçının gerçek verimliliğine en Çok zararı olan bir durumdur. Bu, onu bütün insanlar için doğal olan bir durumdan, insanların hem kendi yaşamını hem de başkalarınınkini geçindirmek için doğayla mücadele ettiği gerçeğinden uzaklaştırır ve onu, insanın en önemli ve en doğal duygularını yaşama fırsatı ve olasılığından yoksun bırakır. Bir sanatçının verimliliğini, toplumumuzdaki sanatçıların genellikle içinde yaşadığı tam güvenlik ve lüks ortamından daha Çok zedeleyen başka bir ortam yoktur.

Sanat sorunsalı hakkındaki araştırmamın, beni (Tolstoy) getirdiği kaçınılmaz bir sonucu tam olarak ifade etmeliyim. Bu inceleme beni, toplumumuzun sanat, iyi sanat, sanatın bütünü, gerçek ve iyi sanattan ve sanatın bütününden uzak olarak düşündüğü hemen hemen her şeyin sanat bile olmadığı, sadece sanatın bir taklidi olduğu kanaatine vardırmıştır. Fakat sanatı, öncelikle bazı insanların duygularını başkalarına iletme vasıtası olarak kullandıkları insanî bir etkinlik (bir güzellik işi ya da İdea’nın, v.s. bir yansıması değil) diye kabul edersek, kaçınılmaz bir biçimde bu sonucu da kabul etmek zorunda kalacağız.

‘İdea’nın en yüksek şekli, kişiliktir. Bu yüzden en yüce sanat, en yüce kişiliği konu alan sanattır.

‘Sanat Nedir?’ (Tolstoy)

Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek / Adnan Yücel

Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek

Aşksız ve paramparçaydı yaşam
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
Bir kavganın güzelliğinde sevdim
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

Ne dudaklarda yarım şiirler
Ne solmuş aşk ve deniz
Uçurumlarda direnen güller
Törenlerle yakılmıyordu henüz
Dimdik ayaktaydı bitimsiz coşkular
Bazen aşılmış
Bazen aşılmak üzere
O serdengeçti yaralı tutkular

Bir deprem çağının birdenbiresinde
Önce görevler silahlandı önümüzde
Sonra kurallar ve kapkara baskılar
Kesildi sanki sözlerin soluğu
Türküler yetişmez oldu ahlara
İşte içlenmenin o en içli anında
Yalnızca sen kaldın kollarımda
Yalnızca sen
Dağlı çiçeklere döndü gözlerin
Hep mutluluk açtı kırlarımda
Su ve ateş çağındaydı soluğumuz
En umutsuz geceyarılarında
En ıssız yollarda bırakıldık hep
Yıkılmadık
Günün bir yüzünde avuçlarken güneşi
Bir yüzünde yeniden düştük toprağa
Korkmadık
Yüreğimizle parçaladık en sert kayaları
Filizlenip uzandık dostluğun gökyüzüne
En bereketli yağmurları
Hep kendi soluğumuzla yarattık

Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
Aşk ile sevmek bir güzelliği
Ve dövüşebilmek o güzellik uğruna
İşte yüzünde badem çiçekleri
Saçlarında gülen toprak ve ilkbahar
Sen misin seni sevdiğim o kavga
Sen o kavganın güzelliği misin yoksa

Bir inancın yüceliğinde buldum seni
Bir kavganın güzelliğinde sevdim.
Bin kez budadılar körpe dallarımızı
Bin kez kırdılar
Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
Bin kez korkuya boğdular zamanı
Bin kez ölümlediler
Yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz

Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

2

Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
Suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
Ellerimiz, taşın ve toprağın elleri

Yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
Törenlerle dikilirdik burçlarınıza
Türküler söylerdik hep aynı telden
Aynı sesten, aynı yürekten
Dağlara biz verirdik morluğunu,
Henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz…

Tarihin her anı tanıktır bize
İlk kez bu topraktan dinlemiştik
Toprak bölünüp parçalandığı zaman
Çitlerle çevrilip sınırlandığı zaman
Ve topraklılar tanrılaşıp
Topraksızlar köleleştiği zaman
Acının ilk yangını
O zaman tutuşmuştu içimizde
Sevginin ilk yaprağı o zaman solmuş
O zaman kurumuştu ellerimizde
Hangi zulümlerin bıçağıydı yaşanan
Hangi isyanların elmas şafağı
Yine yaralı bır kuştu kimliğimiz
Bakardı bulutların taa üstünden
Yerin taa derinliklerine
Toprak bile usanırken kanla sulanmaktan
Yine de basıla basıla caniara
Bir sürü bayraklar dikilirdi burçalara

İlk sancısıydı sanki toprağın
Yanarak geçmişti bütün mevsimler
Şatolar yükselmişti etlerimizden
Kemiklerimizden kaleler
Kimler basmamıştı o dağ yüreğe
Basıp da yükselmemişti kimler
Nice krallar nice prensler
Nice sultanlar nice beyler
Surlar saraylar katedraller
Çan kuleleri ve minareler
Ve daha niceler daha niceler

Siz ki anlardınız o aşkın dilinden
Uzak da olsa bir umut adına
Ölümüne çileler çekerdiniz yıllar boyu
Şiirlerde türkülerde tanımıştım
Soluğunuzda yaban menekşelerinin kokusu
Gözlerinizde yıldızlar
Ve serin pınarların sonsuz uğultusu
Dağlar sizi yaşardı her haksızlıkta
Ormanlar sımsıcak dostluğunuzu

Ne zaman başlasa bir zulüm tufanı
Bir çığlık düşse sulara
Sığmazdınız kabımza taşardınız
Irmaklar adınızı çizerdi toprağa
Değil mi ki hep o aşkların uğruna
Özlemi duyulunca özgürlüklerin
Öfkesini gökyüzüne çalan
Bir şimşek gibi dalardınız yaşama

Şimdi nedir sanki yaşadığımız
Hangi tutsaklığın gecesidir bu
Hangi bağımsızlığın yarım sabahı
Ne tanrılar değişmiş ne tarih
Putlar kırılmış ve rüzgar esiyor belki
Dağlar aşınıyor kendi keyfince
Bir türlü kurumuyor o kan pınarı
Beylerden krallara kalıyor
Krallardan saraysız yeni beylere

Dev bacalar yükseliyor üstümüzden
Kemiklerimizden gökdelenler
Kimler basmıyor bu dağ yüreğe
Basıp da devleşmiyor kimler
Nice şirketler nice bankerler
Nice petrolcüler nice armatörler
Kasalar bankalar holdingler
Silah fabrikatörleri ve işbirlikçiler
Ve daha niceler daha niceler

Boşuna değil bu te!aşlı sessizlik
Bu gök çatlaması gece vakti
Ve haykırışlarımız
Biliyorum yine sizlerden uzak
Yine yaralı bir kuştur kimliğimiz
Bakarız bulutların taa üstünden
Yerin taa derinliklerine
Ve gerilip sonsuzluğun zincirsiz aşkına
Güneşe doğru her yükselişinizde
Kana bulanır kamalı göğsümüz
Güller açılır kan bahçemizde

Bu diken tarlalarının ötesi
Biliyoruz ki baharda bir nar bahçesi
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

3

Ölmeden önce güneşteydi gözleri
İşte bu yüzden
Ölürken ışıl ışıldı son sözleri

Yıllar okyanusta yorgun bir gemi
Ve yaşam
Karada ağlayan bir sevgiliydi

Aşkı sordular her yolcuya
Dostluğu ve içtenliği sordular
En büyük engeller önünde bile
Dağlara karşı hep yürekle konuştular
Ağrı oldular
Kafkas oldular
Toros oldular
Araya giren her yüce dağın ardında
Ayrılıklara karşı inançla durdular

Kapkara bir çığlıktı her umut
Ağlamakla gülmek arasında yaşanan
Çiğnenip yutulan mektuplar kirneydi
Demir kapılara yazılan şiirler
Ve tel örgülere çizilen resimler kime
Yaşamak denilen bu yüce şiir
Bir yaz yağmuru değildir insanda
Öyle etkisiz
Öyle selamsız geçer mi sanıldı
Mutluluk denilen o büyük özlem
Bir bülbül şarkısı değildir şafakta
Öyle sessiz
Öyle soluksuz biter mi sanıldı

Varsın yeşermemiş olsundu bahçeler
Karlar erimemiş olsundu dağlarda
Hatta çığ basmış yollar ağzında
Hüzün kuşatmış olsundu yürekleri
Tutuşurdu yine bir dal parçası
Kıvılcımlanırdı içten içe
Oyulurdu derin derin
Yanardı bir kuşun ecelsiz ölmesine

Yaşanan günde aranmaz her şey
Öyle ezbere değil bu devinme
Gün olur vurulur şarkılar
Gün olur sevinçle dolar ezgiler
Çevrilir geçmişin tozlu yaprakları
Yığılır yıllar yıl üstüne
Devrilir yeniler eski üstüne
Hep aynı yol aynı uçurum serüveni
Her doğum yeni bir ölüm üstüne

Ne gönlümüzün coşkularınadır sözümüz
Ne ölmüş bir aşkın solgunluğuna
Ey gözleri güneş soluğu
Yüreği dağ doruğu doğa
Bu seslenişimiz yalnızca sana
Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
Söylenecek sözümüz bitmedi daha

Bulvar gürültüsü değildi yaşanan
Vitrin kalabalığı değildi
Ölümlü doğardı bir yanları
Çiçekleri yas içinde ağlaşan
Bir yanları boğulan ırmaklardı
Ki suları kan içinde çağlaşan
Hangi saz çalabilirdi o sessizliği
Hangi dil varabilirdi söylemeye
Sazları türkü suçlusuydu onların
Sözleri sabır ve çile bağrışan

İmdat ufuklarında bir ışık mıydı
Pembe çocuk gülüşlü bir el
Kara kartal bakışlı bir gözmüydü
O yüzler yabancı değildi kimseye
Hangi güle uzanmışsa o eller
Sarı bir diken sırıtmıştı sessizce
Hangi sevgiye dalmışsa o gözler
Yaralı bir şiir okunmuştu içinde

Sevdalıydılar suyun ve toprağın aşkına
Tepeden tırnağa inançlıydılar
Düğüm düğüm bağlanan öfkeleri
Yüreği sarsan türküler gibi
Gönüllerde şahlanacaktı bir gün
Ve ilmik ilmik atılan sevinçleri
Toplayıp sonsuz maviliklerden
Özgürlüğü ağzından öpeceklerdi bir gün

Günler boyu çiçekler kırıldı belki
Susmadı tomurcuklar
Haberler salındı dört bir yana
Kimlerdi yanıtsız ölümlerde kalan
Ne sevgi susuzu korkusuzluğadır sözümüz
Ne bilinç yoksulu kahramanlığa
Ey her soruda bin şimşek çakışlı
Her yüzde bin kelebek kalkışlı doğa
Bu seslenişimiz yalnızca sana
Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
Söylenecek sözümüz bitmedi daha

Kıraç topraklara sulak mı denildi
Ateş böcekleri yıldız mı bilindi
Yüründü nakış nakış umutlar diye
Sonsuz ve güzel ufuklar diye
İhbarlar ve ihanetler içinde
Yüründü korkusuz ve yarınsız
Yağmur kalabalığı kurşun üstüne

Hayır
Hiçbir zamanı göstermiyordu saatler
Yavruydu
Coşkuluydu
Gökyüzüne karşı uçurumlar tutkunuydu
Kirli bir kentin alnında ilk kurban
Okullardan kırlara bir ezgi
Kırlardan dağlara bir destan
Ve o günkü durum
Her şey ölüm kadar acı
Hangi özgürlüğün açlığıydı bu
Hangi tarihin yarım kalmış inancı

Bütün sesler ihanet tonunda sanki
Bütün gözler ihbar kuşkusunda
Aranıyor ışık-aranıyor su
Yoksul bir kör dövüşü müydü bu
Ceylansız bir av partisi mi yoksa
Işık gün ortasında
Su nehir yatağında
Ey kül kokan zamanın irin yarası
Kuduzluğun bütün salyalar boşuna

Her solukta bir aşkın doru rüzgarı
Her gelincikte bir rengin
Çoğul anlamı koşuyor içimizde
Bir filizlik fidan değil
Bir umutsuz gürnan değil
Bir doğuştur bu şafak diliyle
Bir ırmak olup sonsuza yürüme
Bir çığ olup yürüdükçe büyüme
Serüven değil çıkar değil
Baharın sancısıyla düşmüş yüreğe

Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
Ne tan atışı doğumların sevincine
Ey bir elinde mezarcılar yaratan
Bir elinde ebeler koşturan doğa
Bu seslenişimiz yalnızca sana
Yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

4

Ol sevda ki bize bir murattır
Yılgınlığa karşı direnen söyler
Hep aşkla temizler yüreğimizi
Dudaklarımızda kirlenmez türküler

Bir inancın yüceliğinde buldum seni
Bir kavganın güzelliğinde sevdim
Yürek yüreğe sevmelerin
Göz göze gelmelerin yasaklığında
Bazen bir pınar
Bazen bir çağlayan
Dudaklarından döküldü kuraklığıma
Yeşerdi toprağım
Her gün yeniden yeniden çoğaldım

Susamıştım
Açtım
Sancılıydım binlerce kez
Sığmaz olmuştum deli poyrazlara
Sesimi saçlarına bağlamıştım
Ve aşksız geçen her günün adına
Aylarca dizlerinde ağlamıştım
Çıplak bir dağ başıydı geride kalan
Ateşsiz bir dumandı
Susmuştu coşkunun sarhoş bayrakları
Yepyeni bir yaşamı başlatan ölümler
Artık yanlışa karışmış bir yalandı
Öyle diyordu bildirilerdeki mavi çığlıklar
Bir yanımız büyük bir ülkeydi kimsesiz
Bir yanımız yine bize düşmandı
Oysa yalnızdık dünyanın orta yerinde
Yitip giden pembe çocukluğumuz
Yine zamansız büyümüş bir kandı

Hayır
Egede tütün değildi hiç kimse
Çukurovada pamuk
Konyada buğday değildi ağlayan
Ucu kırık bir kalemdi yalnızca
Bir de yakılan kitap
Ve bıçaklanan defterdi bağıran

Ya yıllarca bize küsen sevgimiz
Yalnızca karanfillerin
Ve gelinciklerin renginde mi vardı
Suçu neydi badem çiçeklerinin
Menekşelerin leylakların suçu neydi
Kimdi yaşaımın akışına cetvel tutan
Sus artık
Yine yanıtsız kalıyor sorular
Dur sözcüklerin en şiir bakışlısında
Bırak çoğalmalar konuşsun yerine
Ağlarken bile boş bakma bir daha
Mutlaka bir anlam dolmalı gözlerine

Bir gecedir aynı açlık ,aynı ezgiler
Ve kar akşamları yalnızlığın
Yeter olsun bunca sancı
Bütün coşkular bizim olsun istiyorum
Bütün aşklar bizim
Yetsin artık mezarlık kokusu havanın
Masmavi ağıtlar bıraktığı geriye
Ve salkımsaçak boşluğunu alanların

Baharda hüzün takılmaz saçlara
Mutluluğa gem vurulmaz bilirim
Getir bana şimdi kendi sesimi
Yürüyüşlerle kabarıp coşan
Yığınlarla sonsuzlaşan sesimi

Dedim ya
Çok önceden paylaşılmış ekmeğimiz
Şimdi uzay çağlı bir şölende
Bir dilim açlık grevidir yediğimiz
Başka yok
Oysa toprak yorulur biz yorulursak
Susarsak bütün dünya susar
İşte bu yüzdendir hep çektiğimiz
Ve ölürken bile
Bir ışıklı selamdır güneşe
Celadımızdan son istediğimiz

Sen ki bilirsin kır çiçeklerini
Hangi rüzgar dağıtırsa dağıtsın
Düştükleri yerde yeniden çoğalırlar
Taşlara taşça sorarlar baharı
Toprağa toprakça sorarlar
Koysan sığmazlar saksılara
Dağların öfkesiyle uyanır
Yağmurun sevinciyle dağılırlar
Ve bir gün
Güneşin suları öptüğü zaman
Özgürlük renginde sevgiye açılırlar

Toprağın ilk sarıcısından beri
Kaç ihanet gördü kır çiçekleri
Kaç güzelliği kurban verdi çığlara
Ne yıllar tükendi ne baharlar
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

5

Ey aç memelerin dirençli çocukları
İşte sütü bol bir şafak
Girdi yine koynumuza çırılçıplak

İşte tarih
İşte şiddetin iğrenç yüzü
Biz başlatmamışız hiçbir savaşı
Bizimle başlatılmış bütün savaşlar
Bizimle bitirilmiş yine
Kölelik çoğaltan zaferler adına
Vurulup düşmüşüz dünyanın her yerinde
Gidenimiz bir daha dönmemiş geri
Yemen olmuşuz
Balkan olmuşuz
Seferberlik olmuşuz
Ve her büyük savaşın sonunda
Ölümlere karşı türkülerle durmuşuz
Hangi inancın sesidir bu
Hangi körlüğün koyun kurbanlığı
Ki uğrunda can verdiğimiz topraklarda
Canı alınan kurbanlara dönmüşüz
Doğan günü kardeş bilirdik oysa
Akan suyu yoldaş bilirdik
Mutluluğa koştururduk atlarımızı
Sınırsız özlemler içinde ve suskun
Yine yollarda sessiz kalırdık
Bizi bizsiz delen Ferhad’ı alkışlar
Bizi bizsiz seven Kerem’i tanırdık
Kül olurduk aynı yangınlarda
Yine bir başımıza kimsesiz ağlardık
Öylesine yaşardık ki günleri yüzyıl gibi
Cehennem bile imdat dilerdi bizden
Cehennemi cennete yine biz bağlardık

Ne yaptıysak yetmedi sesimize
Ne söylediysek yetmedi
Karlarla silelendi nice dağlar
Kalburlarla elendi
Ey bağrımıza bastığımız deli sevda
İşte yine doğayı doldurup yüreğimize
Yağmuru çağırıyoruz yanan ellerimize

Bir ilkbahar gecesinin ortasında
Şimşeklerle gelen o kıştan sonra
Her şey yeniden başlıyordu yine
Sanki kimliğimiz
Yaralı bir kuş değilmiş gibi
Ve bakıyormuşuz gibi
Bulutların taa üstünden
Yerin taa derinliklerine
Yeniden yükseliyordu aynı sesler
Süngerler çekilmiş gibi üstümüze

Nice yıllar geçti aradan
Her yanı bir başka deprem
Bir başka kırım içinde
Dört bir yana haberler salınarak
Öldü denildiği halde inanılmayarak
Ve gittikçe silahlaşan türkülerde
Dağlara güneş doğdurulmayarak
Nice yıllar
Her anı kutsal bir çığlık içinde

Barış dedik bunca yıl
Kardeşlik dedik-sevgi dedik
Yepyeni umutlar doğurduk umut tacirlerinden
Düştük peşlerine korkusuz
Aç-susuz
Ve en dikenli yollarda yalınayak
Gelecekleri kapkara
Dilleri yumuşak
Yalanları güzel ve ak
Girdiler dünyamıza alkışlanarak

Onlar da barış dediler bizim gibi
Kardeşlik dediler-sevgi dediler
Hatta kurşun yağmuru akşamlara karşı
Yalnızca gül ve güvercin dediler
Sonra sığındıkları gizli beyler
Defne dallarıyla tutuşturup ateşleri
Güvercinleri pişirmeden yediler

Toprağı çıldırtan güller söylemişti
Onurla şahlanan kitaplar
Ve kararmayan yürekler söylemişti
Gözyaşına karışırken ter
Biliyorduk ki güle hançer
Barışa hançer
Saplayan eller
Kırılmak zorunda birer birer

Hangi ışıktı o karanlık gecede
Hangi sevgi-hangi gül
Hangi barıştı onca ölümler içinde

Sevgiyse çocuk yüzlü diyorduk
Barışsa sabah sözlü
Patlayıp fışkıran
Leylak yüreği bir şafakla parlayan
Ne açlık-ne zulüm-ne de kan
Ancak biz kazandığımız zaman

Bir akşamüstü çekildik nöbete

Kurtardık yakamızı yalanlardan
Ve daldık kendi çocuk saflığımıza
Koltuğa alınmış bir kelleydi yaşamak
Gençtik -korkusuzduk
Ama aşksız
Ama şiirsiz
Ama kitapsızdık
Önce şairleri kovduk aramızdan
Sonra bilim adamlarını kovduk
Sonra eğitimcileri
Ve daha niceleri daha niceleri
Velhasıl hiçbir güzelliği
Bir türlü katamadık güzelliğimize
Bir at gözlüğü müydü bu
Bir bakar körlük müydü yoksa
Ki yaşamın tümünü kucaklamadan
Varmak istedik o sonsuz yaşama

Bir akşamüstü çekildik nöbete

Bütün kitaplardan bir tek söz
Bütün çiçeklerden bir tek renkle
Selamlar yolladık iş cehennemlerine
İşsizlik cehennemlerine selamlar
Gözlerimizi karşılayan güneş
Daha sermeden yüreğini dağlara
Sabahlardan haber verdik kırlara

Konduların savrulan kimsesizliğinde
Ve yanan gölgesinde fabrikaların
Bir tek söz.
Bir tek renk
Ve ardında koskoca bir gelecek
Bitmedi biliyorum ve bitmeyecek
Varmak için o görkemli sonsuzluğa
Yetmedi yalnızca adını söylemek
Yürümek gerekiyordu üstüne üstüne
Yürümek

Bütün sesler silahlıydı sanki şiire
Ölüm törenlerinin
Ve anma günlerinin ötesinde
Camlarda parçalanan
Birer yağmur tanesiydi yüzler
Denizler adına çöller miydi çağrılan
Yığınlar adına yalnızlıklar mı
Ki parçalandıkça parça parça dağılan
Ve düşülen her tuzakta
Birbirinden ayrı seslerle bağırılan

Ay susmuştu sesimin şafaklarında
Ve geceler çatlamıştı hırsından

Bir mayıs sabahı karanfillerde
Onbeş haziranda bütün dillerde
Kavel’de Tariş’te yürek ellerde
Yok muydu yarını bir gören usta
Bir gören usta

Bir akşamüstü çekildik nöbete

Uğrunda can verdiğimiz canlar
Bir türlü anlayamadılar
Celali kimdi-sekban kim
Kurtaran kimdi-kurtulan kim
Oysa bir ekmek
Bir namus vardı uğrunda ölünen
Bir de umut diye Kuran-ı Kerim
Yalvardılar uykusuz geceler boyu
Sattılar gördüklerini satılmışlara
Dinleyen kimdi onları-anlayan kim

Bir şeyler vardı hep yarım kalan
Ve düşlerle bir türlü bağdaşmayan

Terini toprağa katan ustalar
Dünyayı ayakta tutan ustalar
Canını pazarda satan ustalar
Yok muydu yarını bir gören usta
Bir gören usta

Kavrulan ter adına yazılan şiir
Çırpınan kanatlarda kalamaz artık
Taşlaşan şafaklarda çoğalamaz
Ve yaşamın zaferinde yankılanan o ses
Sahte çığlıklarla boğulamaz artık
Aşılmamış coşkularla dağılamaz
Sen ki uzaktan tanırdın o sesi
Paris alanlarında
Şikago fabrikalarında
Kendini o sesin sıcaklığından sorardın
Adını yüreğinle yazardın karanlıklara
Bütün ışıkları ellerinle yakardın

Nerede o sınırlar aşıp yücelen ses
Yapraklardan süzülüp çoğalan ses

Ey bir sesin yankısında kalanlar
Grevi kavgasız teslim alanlar
Tokluğu çoğaltıp açlık bulanlar
Yok muydu yarını bir gören usta
Bir gören usta

Biz yaratmadık böyle çoğul düşünmeyi
Böyle üç zamanı birden yaşayıp
Bugünden geleceği görmeyi
Biz yaratmadık
Biz yaratmadık bunca zamansız yanlışı
Döktük şaraplarımızı acıydı diye
Değiştirmek istedik yalnızca
Mutlulukların çoğalmasından yana
Mor köpüklü yelesinde rüzgarların
Şafaklarla kucakLaştık her sabah
Doğayı zorlayarak düştük yollara

“Tevekkeltü tealallah” değildi sözümüz
Aşkımız vardı baharlara tutkulu
Dilimiz rüzgarın denizlerin diliydi
Soluğumuz dağların ormanların soluğu
Ve yüzümüzde güneş vardı her zaman
Hani hiçbir zaman
Hiçbir balçıkla sıvanamayan

Bir düdük çalınacak denilmişti
Bir düdük
Üfürüğü New York’ta Washington’da
Sesi kulaklarımızda bir düdük
Nice güller solacak denilmişti
Nice güller
Kökleri her yerinde dünyanın
Yaprakları bağrımızda nice güller
Ve doğacak olan gün
Daha doğmadan kararacak denilmişti
Hepsi gerçekleşti bir yıldırımla
Bir şey kaldı unutulan
Salan güllerin kökleri yine toprakta
Yine dimdik ve tomurcuğa durmakta
Belki yorgun
Belki yenik
Belki yaralı
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

6

Yıldızlar metal metal düşmüş yere
Her yerde sessizlik kaynaşıyor
Kafalar susmuş omuzlar konuşuyor

Son ışıklar da söndü gecenizde
Artık çıkabilirsiniz
Umutlarda sallanan düşler
Ve bütün özlemler dağıldı
Yeniden kendinizi avutabilirsiniz
O korkunç avuçlarınızda
Yemyeşil ormanlar yanıyor şimdi
Pürköpük nehirler kuruyor

Aman sevdiğim aman
Türkülere durmak zamanıdır şu an

Siz ki bilirdiniz sevmesini
Gelecek uğrunda ölürcesine
Kızgın bir demiri dövercesine
Ve tarihin en güzel yaprağını
Güneşin parmağıyla çevirircesine
Siz ki bilirdiniz
Şimdi bir yarasa şenliğinde
Kanla besleniyor sessizliğiniz
Bir kez kırıldı rüzgarın kanatları
Her ölüm bir düş kırıklığı şimdi
Bir güvensizlik belgesi gözlerinizde
Ve ihanetler
Savaşsız çekilen teslim bayrakları
Verilen adresler
Listeler dolusu arkadaş adları
Ve uğrunuzda yıllar boyu ölenler
Ölürken bile durmadan yürüyenler
Az önce yine ölmeye gittiler
Hala sessizliğinizde kanıyer sesleri
Bir daha dönüp de bakmayın geriye
Adını bile sormayın hiç kimsenin
Acı ve ihanet kokuyor her yeriniz
Çekilin şimdi uykularımza-çekilin
Bir başka mevsimde bekleyin sabahı
Belki yeniden dirilebilirsiniz

Siz değil misiniz önce öldüren
Sonra tapan bizlere
Ve yolumuzda bayraksız yürüyen
İşte taşladığınız Pir Sultan
Derisini yüzdüğünüz Mansur
Başını kestiğiniz Hazerifen
Ve siz
Biliyoruz ki bir gün
Bizi de öylesine seveceksiniz
İşte gecemizde yanan ışıklar
İşte yarın diyeceksiniz
Yüzünüze dökülen ışıkları
Tül dudaklarından bizimle öpeceksiniz
Kan kalır belki yerde
Alınteri kalmaz ama
Bir gün mutlaka göreceksiniz

Sizi gidi ozan soylu yiğit coşkular
Pınarları gürül gürül
Bahçeleri şen baharlı tutkular
İşte yürüdükçe yeşil yeşil çoğalan
Ve güneşi göğsünde aynatan kırlar
Aşka mühür vurulur mu hiç
Kavgaların en korlusunda bile
Pencereden dışarıya bağıran bir menekşe
Alıp götürüyorsa hala
Yüreğimizi o sonsuzluk ülkesine
Bir cam engelinde durulur mu hiç

Nasıl vurulursa vurulsun mühürler
Bir selamımız var bugünün yarınına
Bir selamımız
Belki yenik-belki ihanet yorgunu
Ama soluklu
Belki adım adım-belki dura dura
Ama umutlu
Başka nasıl çıkılır
Nasıl tarihin karşısına

Ey gözlerinin şiir okyanusuna
Masmavi düşlerle dalıp gittiğim
Şiirlerde türkülerde tanıyıp
Soluğunu sesimde rüzgar ettiğim
Şimdi gün bitti
Yerler mühürlendi diyorlar
Düştü yine bir yaprak
Bir ağıt daha yeşerdi dallarda
Tomurcuklar sustu
Bahar mühürlendi diyorlar

Aman sevdiğim aman
Kapıların kapanma sesidir şu an

Dışarda kral taçlı tanrılar
Her gülüşü bir isyan biliyorlar
Sevinmeyelim demiyorum sana
Yalnızca şu kervankıranlara
Sevincimizi zamansız duyurma
Güzellikler korkutur karanlıkları
Sabahımız yasa bürünür sonra

Gün bitti
Yerler mühürlendi diyorlar
Tam ortasındayız okyanusun
Maviliklerin bıçaklanmış yüreğinde
Ve maviliklerden uzak
Işık bitti
Renkler mühürlendi diyorlar

Dört yanımız ölüm tuzağı ve yangın
Kan içinde sevgilerdir taşıdığımız
Kurşun dökülmüş yükümüze
Sevgiler mühürlenmiş diyorlar
Saçlarını savurma demiyorum
Yeter ki suların sonsuzluğuna
Yürekli bir tanık olsun o rüzgar
Sil gözlerini ay tutulmasın
Can pahasına yükselen sesler
Ve gülen yürekler susturulmasın

Bir ihanet vaktindeyiz seninle
Bir öfke günündeyiz
Oysa yüzün yine koca bir güneştir
Ve karanlığa inat gözlerin
Şafak tadında ışıklarla titreşir
Kırılan dal
Çürüyen tohum
Her şey yeniden yeşerir ellerinde
Çöller yeniden bahçeleşir
Bir kuş bile yokken ağaçlarda
Bütün ağaçlar kuş diliyle söyleşir

Varsın şarkılar sustu bilinsin
Hatta demiri çürüten bilekler
Zora direnen yürekler
Gün ve güneş mühürlendi denilsin
Yeter ki bu yılgınlık çıkmazında
Şiirsiz ve sensiz
Bir saniye bile düşünülmesin

Her şey bitti
Yaşamak mühürlendi diyorlar
Ve bunalımın alkol pençelerinde
Yılgınlık bir yaşam oldu diyorlar

Aman sevdiğim aman
Yaşamı savunma cephesindeyiz şu an

Gün bitse bile gökyüzünde
Günler daha mühürlenmedi
Çünkü dilde söz
Çiçekte renk
Ve zamanda gelecek bitmedi

7

Düşlerin sonsuza koştuğu yerde
Sabnn çiçeklerini açtığı yerde
Asla kapanmaz yaşanan defter
Çünkü tarihin en güzel yerinde
Son sözü hep direnenler söyler

Kendini bir suyun akışında
Ve suları kendi bakışlarında
Görebilenler söylesin
Ne seferberlik var günün yüzünde
Ne Yemen savaşları
Oysa kızların gözleri yine yollarda
Yine korkunç ve yaşlı
Göklere sığmayan sevgiler
Yine hücre-zincir bir özlem
Ve turnalar
Yine utanarak geçiyor üstümüzden

Neye baksam tuzaklarda sanki
Neye uzansam uzaklarda
Uykuları kurşunlanan kondular
Tekmesiz açılmayan kapılar
Ve alınıp götürülen umutlar
Turnalar ey turnalar
Yemen’e gerek yok şimdi
Gideni döndürmüyor zindanlar
Analar yine yırtıyor yazmalarını
Kara haberler koşuyor her yerde
Telgraf tellerinde
Haber bültenlerinde
İlk çağların bir uzay çağdaşlığı
Okunuyor yine kan efsanelerinde

Ne dağ başlarında kız bulutlar
Saçlarını çözüyor eskisi gibi
Ne dostlar kolumuzda geziyor
Aynı kentlerde ayrılıklar
İntiharlar ve esir kampları
Yürüdükçe ölümler takılıyor ayaklarımıza
Genç ölümler
Zamansız ölümler
Direnen ve ölümsüzleşen ölümler
Tüküler ey türküler
Seferberliğe gerek yok şimdi
Seferberlikten beter olmuş yürekler

Ey göğsünden bıçaklanan mutluluk
Sen ki anlardın
Yavru bir kuşun ölmesine bile
Yuvasız dallar gibi yanardın
İlkyazın gecikmiş sesinde
Bir tomurcuk ölüsü görsen yerde
Acısını bademlerden sorardın

Gelinlikler şimdi kelepçeli
Düğünler-doğumlar zindanlarda
Bu türküleri hangi sazla çalayım
Hangi sözle söyleyeyim sana
Ölüm kara bir yazgı değil artık
Bembeyaz bir şiirdir koynumuzda
İmgelerin güzelliğinde kan
Bu kanı nasıl okuyayım sana
Nice gurbetler yaşanıyor içimizde
Nice ayrılıklar
Nice yarım yolculuklar
Turnalar ey turnalar-turnalar

Aşka çamurlar sürülüyor her gün
Zamana duvarlar örülüyor
Saksılar yine sulanıyor oysa
Sevgiler yine yeşeriyor
Her şey bir yanılma gibi karanlıkta
Yer üstünde kaçanlar
Yer altında savaşanlar yürüyor

Baharın çağrısı yetmiyor artık
Enginlerin acısı yetmiyor
Kentlerin kucağında her akşam
Bir ihanet seli sanki duvarlar
Akıp duruyor meyhanelere
Ve durmadan umutsuzluk
Durmadan korku dökülüyor kadehlere
Ne sınırlar ötesi bir özlem
Ne devleşen bir öfkenin sesi
Tek umut diye sunulan yüreklere
Gazetelerde boy boy oruspu resimleri
Bir de sportotolar
Ve adımbaşı piyango biletleri

Ey yürüdükçe çürüyen sokaklar
Gürültüler içinde sessiz
Ve kimsesiz
Korkunun yokuşunu tırmanan sokaklar
Hiç konuşmayın isterseniz
Gizleyin utancınızı
Gizleyin çoğalan fahişeliklerden
Yıkılan onur kalelerinden
Çamur çamur akan
Ve aktıkça kokan bu ihanet selinden
Gizleyin utancınızı gizleyin
Bütün kuyruklarda küfreden
Kuyruklar bitince sesi kesilenlerden
Ekmekleri alınsa bile ellerinden
Her gün açlığa şükredenlerden
Gizleyin utancınızı gizleyin
Bu susturulmuş özgürlük seslerinden

İşte kaldırımlar boyu yeni tanrılar
Sarayları etten-tapınaklan kemikten
Karanlıkta birdenbire
Arkadan saplanması gibi kurşunun
Bir bankanın buzul bakışı
Alnımızda terimiz dondu donacak
Ve öfkemize çıldıran karanlık
Daha dolunay damlamadan üstümüze
Kudurdu kuduracak

Şu anda ne sevişen çiftler
Ne yakalara takılan gelincikler
Artık ilgilendirmiyor kimseyi
Az sonra belki bir adam asılacak
Ve zaman
Gergin bir ipte durdu duracak
Sonra her şey yeniden
Yeniden başlayacak
Ey sessizliği biriktiren sokaklar
İyi ki yürüyoruz birlikte
Demek ki hiçbir şey durmayacak

İşte vurulmuş üniversite cesetleri
Fareler dolaşıyor gözbebeklerinde
Dişetlerinde böcekler
Sanat öfkeli-düşün açlık
Gençlik yaralı-bilim yokluk
Bir yanı stadyumlar dolusu
Diskotekler dolusu bir boşluk
Bir yanı çöl sakallı
Tekke bakışlı bir sarhoşluk

İşte vurulmuş üniversite cesetleri
Ve aydınlar
Ki el fenerleri tarihin
Kimi çekilmiş köşesine tükenmiş
Teslim bayrağını çoktan çekmiş
Kimi gecikmiş bir yargıda
Zulüm yasasının yargısı karşısında
Gülden bir demet inanç kesilmiş

Ey yürüdükçe çürüyen sokaklar
Nedir bu boşluk rüzgarları
Bu boran-bu sis-bu soğuk
Kış öncesi bir ölüm telaşı sanki
Geleceğin dudaklarına kar mı yağacak
İşte bir şair
Dansözlerden söz ediyor yine
Bir yazarsa kadın kadına aşklardan
Ey demir kapılara yazılan şiirler
Soytarılar ve serseriler
Edebiyat tarihini sardı saracak

Şu anda gözleri bağlı bir karanlıkta
Belki susulacak
Hiç konuşmadan yaşam savunulacak
Belki de bir zaman usta bilinenler
Çıraklardan önce adlar sayacak
Kurumuş otlar arasında güller gibi
Evlerde umutlar yandı yanacak

Kalabalık cehennemi bu yalnızlıkta
Yalnızca direnmeler suluyor çiçekleri
Yalnızca gerilemeyen adımlar besliyor
Ey yüreğe yaslanan güzellik
Sen ki anlarsın
Pınarların en susuzunda bile
Bir damlada denizlere dalarsın

İşte ihanet tutanakları işte biz
Kaç kez küllediler bu toprakları
Kaç kez kurakladılar
Yine denizlerdeyiz işte
Yine okyanuslardayız
İnançlarda şahlanan deli bir rüzgar
Öpüyor gönlümüzün altın sahillerini
Yılmayan gözler dikiliyar ufuklara
Okuyarlar birer birer
Dayanmanın bitimsiz şiirlerini

Bir bir çekilirken teslim bayrakları
Ve kaçmalarla uzarken
Göçmelerle tozarken Avrupa yolları
Durdu bir avuç yiğit
Bir tutam kır çiçegi
Ölüm dediğiniz de ne ki
Gözümüzde hainler kadar küçük
Ve zafere inancımız
Ölümsüzleşen ölümler kadar büyük
Onlar ki bir ayrıkotu tarlasında
Bir tutarn çiçektiler
Binlerce ihanet çirkinliğinde
Bir avuç direnci güzellediler
Hiçbir şey bitmemişti daha
Gülerek girdiler zulüm tufanına
Ölerek girdiler
Ve en dayanılmazında tufanların
Adlarını bile söylemediler

Yüreklerin karartılıp satıldığı
Ve aşkların
Buruşturulup atıldığı akşamlarda
İnanç ki yenilmez kılar insanı
O sudan ve demirden sevda
Resimlerde renklere sorar yaşamı
Günleri şiirlere böler ufuklarda

İşte bizimle güzelleşen her şey
Yine bir dostluk
Bir de aşk sıcaklığında
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

8

Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Menekşeler de açılır üstümüzde
Leylaklar da güler
Bugünlerden geriye
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar adına direnenler

Yine bir kırbaç öfkesidir yaşanan
Bozbulanık çıldırma vakti gecenin
Bütün gözlerden uzak
İnancın sesidir kan uykularda
Sabrın dili
Ve güneşin sözüdür konuşulan
Korkunun faydası olmaz ölüme
İşte paramparça edilen sevgiler
Ve içimizde yeşeren güzellikler
Çırpınıp duruyor saklı sancılarda
Kuşlar mı gömülüyar karanlıklara
Karanlıklar mı tükeniyor kanatlarda

Ey ömrünü destan gibi yürüyenler
Yaşayan kimdir gerçekte
Ölen kim
Yaşarken bile tükenenler mi
Yılgın yılgın düşenler mi
Yoksa çekilip tarihin burçlarına
Bayrak bayrak ölümsüzleşenler mi

Onlar ki bir yeraltı nehridirler
Her gün bin beladan kurtulur
Bin engelden geçerler
Bazen durulur
Yayılır
Gerinirler
Bazen coşar
Kabarır
Köpürürler
Karalarda görünmeden kimselere
Denizlerde güneşi gösterirler
Okul yolunda bir öğrenci
İş yerinde bir grevcidirler artık
Okunan kitapta
Yazılan defterdedider
Yükselen bilinçte
Ve eriyen cevherdedirler
Yer altında o nehirler – o nehirler

Bozbulanık çıldırma vakti gecenin
Günün alnında bir yara
Bir yara daha
Vuruyor kendini sesten sese
Kulaktan kulağa
Falakalara dayaklara
Elektriklere coplara karşı
Kollardan ve bacaklardan
Durmadan askıya alınmalara
Günlerce aç susuz
Ve uykusuz bırakılmalara karşı
Ne olur yarına doğru bir adım
Bir adım daha

Sanki demir leblebiler
Yiyenin dişin sökerler
Ölüme güler geçerler
Yer altında o nehirler
O nehirler

Körkütük sarhoş vakti gecenin
Çırılçıplak soyulmalara
Kış günleri soğuk sulu duşlara
Kum torbalarına
Ve intihar numaralarına karşı
lrza tecavüzlere
Sahte idamlara
İçirilen sidiklere
Ve tuzlu sulara karşı
Her yeri kan ve irin kokan
O ilk çağlı mezbahalara karşı
Ne olur yarına doğru bir adım
Bir adım daha

Cellat yazar konuşmadı
Hain kızar yanaşmadı
Dostlar güler ki şaşmadı
Yer altında o nehirler
O nehirler

Körkütük sarhoş vakti gecenin
Bütün çabalar sonuçsuz
Çiçek açmıştır yaralar
İnançlar sonsuz
Şafağın yüzünde bir bayram
Gürültülü bir zafer sevinci
Her şey denenmiştir
Ama hiçbir şey söylenmemiştir
Gecenin kudurma vaktinde bile
Yarına doğru bir adım
Bir adım daha gidilmiştir

Ne mutlu çocuklarına dünyanın
Kentlerine-sokaklarına
Bahçelerine-kırları na
Ağaçlarına-kuşlarına ne mutlu
Ki bütün acılar ışık!arla süslenmiştir
Ve acının böylesi
Bizde hep mutluluk bilinmiştir

Onlar ki her an yanıbaşımızda
Ne kaçtılar ne göçtüler uzaklara
Dalgalarla tüllenen kıyılarımızda
Baharımızda yazımızda
Biz oldular
Karıştılar kalabalığımıza

Şimdi sabahın her ala şafağında
Doludizgin koşan
Çağlayanlar gibiyiz o sulara
İşte ihanet kurbanları
İşte yüzümüzde güneş
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

9

Yekpare mermer dediler adına
Ki her yerleri çamurla sıvanmış
Donmuş sanki üstlerinde sesler
Türküler bir ıslıkta yarım kalmış

Tepeden tırnağa maviydi her şey
Kara-kapkara kirli bir mavi
Hele damatlıklar ve gelinlikler
Renklere zulüm bulaştığı bir anda
Yekpare mermer dediler onlara
Nasıl da severler oysa maviyi
Gökyüzü gibi sonsuz
Denizler gibi kusursuz olunca

Her şey bir başkalıktı sanki
Daha önce hiç yaşanmamış gibi
Ne bireysel yigitlik gösterileri
Ne de yırtmak için kirli mavileri
Öyle kısır değildi dirençleri
Boğulmasın diye çöllerde nehirler
Ve bir adım daha atılmasın diye geri
Onlar ki
Kanlarıyla yıkadılar gelinlikleri
Yekpare mermer dediler adlarına
Bazen kıyılarda çığlık çığlığa
Bazen doruklarda sessiz
Karanlığın silinişiydiler oysa
Sessizliğin tükenişiydiler
Ve yaşamın anlam kazandığı her anda
Doğanın birdenbire sevilişiydiler

Yepyeni heykeller yapılıyor şimdi
Hiç mermersiz ve elsiz
Kimi mendil olup açılmış düşlere
Kimi umutsuzluk olup saçılmış
Elieri yok çünkü mermerlerin
Gözleri yok bu heykellerde
Her şey öyle sevinçsiz ve sessiz
Yalnızca sözden midir şu çekiçler
Şu keskiler korkudan mı
Yalan bir sanat kanıyor yüzlerde
Renkler öyle kimsesiz ve çaresiz

Ey bugünden yarınları görenler
Yekpare mermer dediler adınıza
Yekpare mermer
Kavganın kuraklığında denizleşirken
Aşkın sularında sonsuzlaşırken dediler
Gecenin karnında gündüzleşirken
Ölüm oruçlarında şiirleşirken dediler
Ve kuraklığın yetmiş beşinci gününde
Bir filizde bahçeleşirken
Bahçeler dolusu çiçekleşirken dediler

Ne bir saray sütunundaydınız oysa
Ne de bir tanrı başındaydınız
Günlerin doğuşunda
Suların akışındaydınız hep
Bir kitabın coşkuyla okunuşunda
Bir şiirin kırankırana yazılışındaydınız
Ve açlıkta bir ekmeği paylaşmanın
Oğul balı mutluluğundaydınız

Enginleri savunan yoktu sanki
Nehirleri duyan yoktu başka
Taşlarla söyleştiniz her sabah
Yarılıp sulara yol verdi kayalar
Yapraklara sordunuz kendinizi
Ağaçlarla söyleştiniz.
Dört mevsim çiçekle yüklendi dallar
Ve ıslak beton çıplaklığında
Karanfiller topladınız topraktan
Her koltuğunda bir daha
Bir daha dirildi vurulanlar
Ama onlar
O sevdaları yollarda koyup kaç anlar
Bir türlü anlayamadılar
Acılarda yoktular çünkü yanınızda
Sevinçlerde yoktular
Kurşun sıcaklığını yaşarken yüreğiniz
Onlar buz tadında bir soğuktular
Bir o kadar da korkak
Sevgiden yoksun ve dalkavuktular

Yekpare mermer dediler adınıza
Ki koca bir tarihti sözleriniz
Der ki şimdi her okunuşunda
Dikileceğiz karşısına bu gecenin
Dağlarla ormanlarla dikileceğiz
Ve asla çekilmeyeceğiz
Sularla birlikte aşıp dağları
Güneşte birlikte yükseleceğiz
Öyle yalansız öyle içten
Bitinceye dek yürüyeceğiz
Ama hiçbir zaman bitmeyeceğiz

Belki parçalanmış bir geceyarısı
Belki de çeyrek kala nazlı bir sabaha
Ölümün koynunda biter açlığımız
Sakın ha bizi çok övmeyin
Övüp de yer altında üzmeyin
İşte bizden önce giden dostlar
Yine gülümseyen yüzlerle
Denetleyen gözlerle bakıyorlar

Bütün günler içilecek kıvamda şimdi
Bütün aşklar yaşanacak kıvamda
Ey ölüm oruçlarına dalıp gidenler
Zamanı rüzgara salıp gidenler
Yekpare mermer dediler adınıza
Çamurtarla kaplı yekpare mermer

Şu anda günün tanıklığında
Güneşin gürültüsü diyorum adınıza
O çamurlar ki kuruyup çatlayacak
Parça parça dökülüp üstünüzden
Korkular gibi karışacak toprağa
Ve mermerler ki kalacak
Yine denizlerle gökyüzünün arasında
Yine dimdik ve ayakta
Gülümseyen şafaklarla parlayacak
Ve gelincik yüzlü bir dünyada
Çocuklar doğacak aydınlığınızda
Adınıza türkülerle başlayacak

Şiirler doğacak kıvamda yine
Duygular yeniden yağacak kıvamda
Ve yürek
İmgelerin en ulaşılmaz doruğunda
Ey her şeye bitti diyenler
Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler
Ne kırlarda direnen çiçekler
Ne kentlerde devleşen öfkeler
Henüz elveda demediler
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek

Adnan Yücel

Elazığ’da 1953 yılında doğdu, babası bir kara yolları işçisidir. Orta ve lise öğrenimini Elazığ’da yaptı. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi (1975). Daha sonra Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi bölümünü bitirdi ve Çağdaş Türk Edebiyatı üzerine yüksek lisans öğretimi yaptı(1979).
Elazığ Karakoçan Lisesi, Ankara Yenişehir Lisesi, Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi ve Ankara Cumhuriyet Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği görevlerinde bulundu (1975 – 1987). Daha sonra Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Türk Dili Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya başladı (1987).
Evli ve iki çocuk babası olan Adnan Yücel 2002 yılında yakalandığı kanser hastalığına yenik düşerek hayata gözlerini yumdu.
Yeni Adımlar dergisinde yayımlanan ilk şiirleriyle dikkati çekti (1974). Daha sonra Özgürlük İçin Direniş, Yapıt, Sesimiz, Petek, Sanat Edebiyatı 81 , Yeni Olgu, Dönem, Türkiye Yazıları, Somut, Dönemeç, Yazko Edebiyat, Yaba Öykü, Yeni Şiir, Sanat Emeği, Anadolu Ekini, Temmuz, Tavır gibi dergilerde: Yeni Halkçı, Demokrat, Cumhuriyet gazetelerinde yazmayı sürdürdü. Ayko’nun kurucuları arasında yer aldı ve yönetiminde bulundu (1981 – 1987). Şiirde yoğunlaştı. Halk şiiriyle de ilgilenen Adnan Yücel, özellikle rubaileriyle bu coğrafyadaki tüm ezilenlerin sesi oldu.
En ünlü şiirleri arasında yer alan Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek Nehir şiiri edebiyat dünyasına büyük ses getirdi. Büyük bir sevdanın anlatıldığı şiir, aslında devrime duyulan büyük özlemin ve Türkiye’deki siyasi hareketlerin dizelere dökülmüş bir özeti niteliğindeydi.

Yapıtları:

ŞiiRLERİ:
Kavgalara Sözlenen Sevda. 1979 Yurt Yayınları, Ankara
Soframda Kaval Sesi. 1982 Yurt Yayınları, Ankara
Bir Özlem Bir Türkü. 1984 Yurt Yayınları, Ankara
Acıya Kurşun İşlemez. 1985 Yurt Yayınları, Ankara
Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek. 1986 Yurt Yayınları, Ankara
Rüzgârla Bir. 1989 Yurt Yayınları, Ankara
Ateşin ve Güneşin Çocukları. 1991 Yurt Yayınları, Ankara
Çukurova Çeşitlemeleri. 1993 Yurt Yayınları, Ankara
Sular Tanıktır Aşkımıza. 1998 Yurt Yayınları, Ankara

ARAŞTIRMA:
Karacaoğlan, Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ve Şiirleri. 1993 Altın Kitaplar, İstanbul.