İnternetin Psikososyal Etkileri.

Giriş :

•İnternet, insanlara ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeye ulaşabilme ve paylaşabilme konusunda neredeyse sınırsız bir özgürlük getirmiştir.
•İnternet insanlara bilgi, belge ve verilere ulaşma ve bunları paylaşma imkanının yanında, aynı zamanda kendi duygu, düşünce ve ilgilerini de paylaşma ortamı sağlamıştır.
•İnsanlar, internette, özellikle sosyal paylaşım siteleri vasıtasıyla, kendi duygu ve düşüncelerini bilgisayar başında, çoğu zaman hiçbir insan yüzü görmeden, başka insanlara aktarmakta ve onlarla saatlerce yazışmakta, oyunlar oynamakta ve sanal bir birliktelikle zaman geçirmektedirler.
•Sanal dostluklar kurmaktadırlar.
•Ancak, sanal dünyanın sosyokültürel anlamda önemli bir alternatif haline gelmiş olması, arkadaşlarla, eş dost ile buluşmak, onlarla yüz yüze görüşmek ve beraber hayatı dolu dolu paylaşmak yerine bilgisayardan sanal sohbet (chat) yapmayı ya da internet üzerinden karşılıklı oyun oynamayı tercih edilir duruma getirmiştir.
•Bu durum da, sosyal uyumsuzluk, aile içi etkileşimin azalması, yalnızlık, içe kapanma, depresyon gibi bazı problemleri ortaya çıkarmıştır.
•Bu bağlamda, bireyin psikososyal özellikleri üzerinde internetin etkisi aşağıda verilen başlıklar altında ele alınmıştır.

1.Bireyin dış dünyadaki sosyal hayatla ilişkisi ve sosyal uyum düzeyindeki etkisi
2.Aile ilişkileri üzerindeki etkisi
3.Kendine güven, özsaygı, içe/dışa dönüklük gibi kişilik özelliklerindeki etkisi
4.Yalnızlık, içe kapanma, depresyon gibi duygusal durumları üzerindeki etkisi
5.Beğenilme, ait olma, kendini açma gibi ihtiyaçlarını karşılamadaki etkisi

Bireyin Sosyal Hayatla İlişkisi Ve Sosyal Uyum Düzeyindeki Etkisi :

•İnsanlar internet üzerinden uzaktaki akrabalarına, arkadaşlarına ulaşabilmekte, sohbet edebilmekte ve sosyal paylaşım siteleri yoluyla dünyanın herhangi bir yerindeki gruba dahil olabilmektedir.
•Kendi düşüncelerini forumlara girerek sansürsüzce belirtmekte, çevrimiçi oyunlar yardımıyla dünyanın dört bir yanından insanlarla sanal alemde eğlenebilmektedir.
•Bu durum, bazıları tarafından sosyal bir paylaşım olarak görülmekte ve bireyin diğer insanlarla bağlantı kurmasına yardım eden olumlu bir durum olarak değerlendirilmekte,
•Bazıları da, bunu insanlarla birebir temas halinde iletişim ve etkileşimin olmamasından dolayı asosyallik ya da sosyal uyumsuzluk olarak düşünmektedirler.
•Örneğin, sosyal becerileri konusunda kendini yetersiz hisseden,
•Yüz-yüze ilişkilerde güçlük yaşayan,
•Fiziksel görünüşünden hoşnut olmayan,
•Kişiler arası ilişkilerde kendine güvenmeyen insanlar, elektronik iletişimlerle kendilerini daha rahat hissedebilmekte; bu türdeki ilişkileri, gerçek ilişki ve iletişime tercih edebilmektedirler.
•Televizyon, radyo, gazete gibi geleneksel kitle iletişim araçlarının yerini alan internet, izleyici olarak edilgen olan bireylerin üretken olmalarını sağlamıştır.
•Sosyal paylaşım siteleri ve formlarda, insanlar fikirlerini, görüşlerini yazmaya ve bir şeyler ortaya koymaya başlamıştır.
•Ancak, internet kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bireylerde televizyon izleme, radyo dinleme azaldığı gibi, gazete ve kitap okuma alışkanlıkları da azalmıştır.
•Bu durum, çocukların ve gençlerin zihinsel gelişimlerini, özellikle yaratıcı zekâlarını olumsuz olarak etkilemiştir.
•Türkiye’de 2006 yılında yapılan bir çalışmada, araştırmaya katılan öğrencilerin %48’i bilgisayar başında çok fazla zaman geçirmenin onların sosyalleşme sürecini olumsuz etkilediğini ifade etmişlerdir.
•2007’de yapılan bir diğer araştırmada, öğrencilerin %30’u internet ortamlarının kötü alışkanlıklara zemin hazırladığını,
•%21’i internet ortamlarının suç işleme eğilimini arttırdığını,
•%37’si de internetin öğrencileri tembelliğe sevk ettiğini,
•%28’i eğlence ve spora harcadıkları zamanın azaldığını,
•%20’si okul başarılarında düşüş yaşadıklarını belirtmişlerdir.
•İnternetin sosyalleşme ile ilişkisi konusunda yurtdışında, Viyana’da yapılan bir çalışma da “sosyal fobisi olan gençlere internet terapisi” üzerinde odaklanmıştır.
•Yapılan araştırmada, sosyalleşme konusunda sıkıntı yaşayan gençlerin internet başında daha fazla zaman geçirdikleri belirtilmiştir.
•Çalışmada, utangaç gençlerin internet ile daha güçlü ilişkiler kurmasından yola çıkarak, bu ilişkiyi tedavi amaçlı kullanmak hedeflenmiştir.
•Araştırmacılar amaçlarının, utangaç ve sosyal fobisi olan öğrencilerin internet üzerinde kullanabileceği bir program geliştirmek olduğunu olduğunu belirtmişler ve çalışmanın ilk aşamasında aşırı utangaç ve sosyal fobisi olan üniversite öğrencilerine odaklanmışlardır.
•Çalışmada, öğrencilere sosyal beceri eğitimi ve bilişsel davranışçı terapiler uygulanmış.
•Online programa kayıt olan öğrenciler, her gün yaklaşık 30-40 dakika çeşitli testleri doldurmuş. Testlerde öğrencilere sosyal iletişimin nasıl sağlanacağı, nasıl “hayır” denilir, çatışma çözümü, birileriyle bilgi alışverişi yapma gibi konularda bilgi verilmiş.
•12-14 hafta süren eğitim sonrasında, öğrencilerin sosyal korkularında ve insanlardan kaçma eğilimlerinde belirgin azalma görülmüş.
•Buna ek olarak, uygulanan testler sonucunda gençlerin sosyal becerilerinde artış yaşandığı saptanmıştır.
•İnternet üzerinden yapılan tedavi yüz yüze tedavinin yerini tutmasa da, sosyal fobileri olan öğrencileri eğitmede kullanılabilir.

Bireyin Aile İlişkileri Üzerinde Etkileri :

•İnternetin aile ilişkileri ve aile bireylerinin gelişimi üzerinde olumlu katkılarının yanında bazı olumsuz etkileri de görülmektedir. Bu olumsuz etkilerden bazıları şunlardır:
•İnternet başında saatlerce zaman geçirip evini, ailesini ve çocuklarını ihmal etme sonucu evde problemler yaşanması,
•Çocukların kontrolsüz bir şekilde bilgisayarla ve internetle baş başa bırakılması nedeniyle çeşitli tehlikelerle karşı karşıya kalması,
•Eşinin internette başka kişilerle ilişki içinde olduğu endişesini taşıma nedeniyle huzursuzluk yaşanması,
•Bireyin daha çok sanal ilişkileri tercih etmesi sonucu gerçek hayattan kopması sayılabilir.
•Benlik saygısı düşük ve ailesiyle iyi bir ilişkisi olmayan gençlerin yüz yüze iletişimden ziyade internet iletişimini tercih ettikleri görülmektedir.
•Ergenlerin ailesiyle, ana babasıyla iletişim durumu sosyal paylaşım sitelerini kullanmalarında belirleyici olmaktadır.
•Ana babasıyla iletişimi olumsuz olan ergenler sosyal paylaşım sitelerinde daha fazla zaman geçirmektedir.
•Ayrıca, sanal sohbet yaptığı kişilerle görüşme ve buluşma oranı daha fazla olmaktadır.
•Diğer taraftan, ailesiyle iletişimi iyi olan gençler için sosyal paylaşım sitelerinde arkadaşlık kurmak daha az önemli olmaktadır.
•Özgüveni yüksek ve ailesiyle iyi ilişki içinde olan ergenler internet arkadaşlarıyla yaptığı görüşme ve buluşmalar hakkında ana babasına daha fazla bilgi vermektedirler.
•Ailesiyle iletişimi iyi olan ergenler siber zorbalığa da daha az maruz kalmaktadırlar.
•1996 yılında, Amerika’da yapılan bir araştırmanın sonuçları, “internet insanı kalabalıkta yalnız hale getiriyor” varsayımını destekler şekilde çıkmıştır. Buna göre;
•Bireylerin internet kullanma süresi arttıkça, sosyal hayatta insanlarla ilişkiye girmelerinin azaldığı görülmüştür. Bunun sonucu olarak da, kullanıcıların ailelerine ve arkadaşlarına ayırdıkları zamanın azaldığı ortaya çıkmıştır.
•1998 yılında yapılan bir başka çalışmada, araştırmacılar internet kullanma süresinin artması ile birlikte bireylerin ev halkı ile iletişiminde ve sosyal çevre ile olan etkileşimde azalma, depresyon ve yalnızlıkta artış görüldüğünü ifade etmişlerdir.
•İnternetin etkisini televizyonun etkisine benzetmişlerdir.
•2005 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde akademik, idari ve hastane personeli üzerinde bilgisayar kullanımının bireylerin evdeki zaman kullanımına etkisi incelenmiştir.
•Evde bilgisayar kullanımının ev içi faaliyetler için ayrılan zamanı etkilediği, bireylerin bilgisayarın başında tek başına daha fazla zaman harcadıkları ve bilgisayar kullanımının aile içi ilişkileri azalttığı ortaya çıkarılmıştır.

Kendine Güven, Özsaygı, İçe/Dışa Dönüklük Gibi Kişilik Özelliklerine Etkisi :

•Gerçek hayatta konuşamayan, beğenilmeyen, dışlandığını düşünen bir kişi zamanının çoğunu internette, sohbet yaparak geçirmektedir.
•Sanal sohbeti hayatında bir tarz haline getiren kişilerde bir özgüven probleminin varlığı dikkati çekmektedir.
•Benlik saygısı düşük bireyler daha çok eposta yoluyla iletişim kurmayı ve çevrimiçi mesajları daha sık kullanmayı tercih etmektedirler.
•Bazı çalışmalarda dışadönük bireylerin daha çok gruplara dahil olduğu ve daha fazla sosyal paylaşım sitesi arkadaşının olduğu bulunmuştur.
•Ancak, bazı çalışmalarda da dışadönüklük ile sosyal paylaşım siteleri kullanımı arasında negatif ilişkiler bulunmuştur.
•Dışa dönük bireylerin yüz yüze ilişkileri içedönük bireylerden daha fazla tercih ettikleri ortaya çıkarılmıştır.
•Genellikle içe dönük insanların sanal sohbetle daha ilgili olduğu ve internetteki sosyal paylaşım sitelerindeki sohbetlerin de bunu pekiştirdiği gözlenmektedir.
•İnternette çok fazla vakit geçiren bireylerin daha hassas, yalnız, çabuk sıkılan, içe-dönük, kendine güveni az olan, sosyal uyumsuz ve internet bağımlılık geçmişi ya da yatkınlığı olan bireyler olduğu görülmektedir.
•İnternet kullanımının kendine güveni ve özsaygısı düşük bireyler için olumlu ve olumsuz etkilerinin olduğu görülmektedir.
•Örneğin, internet kullanımı bazı bireylerin kendilerine olan güvensizlik duygusu kısmen ortadan kalkmaktadır. Birey internette kendini olmak istediği kimlikte yansıtabilme ve bir takım isteklerini ortaya koyabilmektedir.
•İnternet, benlik saygısı düşük bireylerin yüz yüze ilişkilerde yaşadığı sosyal kaygıdan kurtulmasına yardımcı olmaktadır.
•Ancak, bu durum bireyin kendine güven duygusunu geçici olarak arttırırken, diğer taraftan da karşısındaki kişilere karşı güvensizliği de beraberinde getirmektedir.
•Çünkü “ben yalan söylüyorsam, o da söylüyordur” diye düşünmektedir.
•Bu konuda 2007 yılında Türkiye’de yapılan bir çalışmada, internet kullanıcısı olduğunu söyleyen lise öğrencilerinin %64’ü “sanal ilişkilerin samimiyetine güvenmediklerini” ve %35’i “sanal sohbetlerde zaman zaman yalana başvurduklarını” belirtmişlerdir.
•Kişilik özelliklerinden sorumluluk sahibi olma özelliği açısından bakıldığında, sorumluluk sahibi bireylerin sosyal paylaşım sitelerinde fazla zaman harcamadıkları görülmektedir.
•Çünkü bu tür sitelerin, insanların zamanı verimsiz harcamasına neden olduğunu ve görevlerini yerine getirmesine engel olduğunu düşünmektedirler.

Yalnızlık, İçe Kapanma, Depresyon Gibi Duygusal Durumlar Üzerindeki Etkisi :

•İnternetin sosyal ve psikolojik açıdan olumsuz etkileri arasında bireyin toplumdan soyutlanması, ilişkilerin zayıflaması ve yüzeyselleşmesi, güvensizlik, yalnızlık, içe kapanma ve depresyon duygularının yaşanması sayılabilir.
•İnternette uzun süre zaman harcamak, özellikle çocuklar ve gençlerin ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır.
•Bireyler internette sosyal paylaşım alanlarında sanal sohbet aracılığıyla yeni insanlar tanımaktadır.
•Ancak, bu sanal sohbetler yapay ilişkilerin oluşmasına ve gerçek hayatla bağların zayıflamasına neden olabilir.
•Sanal sohbetin bir yaşam tarzı haline gelmesi ise, gerçek hayata uyum sağlamayı olumsuz etkileyebilir.
•Örneğin, nevrotik bireylerin yalnızlıklarını azaltmak için interneti daha fazla kullandıkları ortaya çıkarılmıştır.
•Cinsiyete göre bakıldığında, içe kapanık ve ileri düzeyde nevrotik kadınların internetteki sosyal paylaşım sitelerini erkeklerden daha fazla kullandıkları belirlenmiştir.
•Araştırmacılar, bu durumun, içedönük ve nevrotik kadınların internetteki bireylerle sosyal iletişimde bulunmanın kendilerini gerçek hayattaki iletişimden daha güvenli hissetmelerinden kaynaklandığını belirtmişlerdir.
•Araştırma sonuçları, sanal sohbetlerin ilk dönemlerde insanlarda geçici bir mutluluk oluşturduğunu, sonrasında ise yalnızlık ve depresyonla karşı karşıya bıraktığını göstermiştir.
•1998 yılında, Carniege Mellon Üniversitesi’nde yapılan araştırma raporunda, zamanının büyük kısmını internette sörf için harcayanların daha yalnız ve depresif oldukları belirtilmiştir.
•1999 yılında yapılan bir çalışmada, aşırı internet kullanan bireylerin yaklaşık %50’sinin psikiyatrik bir tanı aldığı ortaya konulmuştur.
•Bu tanıların içinde en yaygın olanları, madde kullanım bozukluğu (%38), duygu durum bozukluğu (%33), anksiyete (kaygı) bozukluğu (%19) ve psikotik bozukluk (%14) tanısıdır.
•Bu vakaların % 25’inde ise, görüşme yapıldığı sırada majör depresif bozukluk (kısa süreli ve ağır depresyon) ve distimi (uzun süreli ve hafif depresyon) bulunduğu gözlenmiştir.
•Diğer bir araştırmada (2003), internet kullanım sıklığı ile geçmişte ruhsal tedavi görme ve intihar girişiminde bulunma arasında bir ilişki bulunmuştur.
•Üç yıllık takip çalışması sonucunda, araştırmaya katılanlar arasında aşırı internet kullanımı olanların görüşülen zaman diliminde ve geçmişte “alkol, madde, kumar, seks ve yemeyle” ilgili davranış bozukluklarının olduğu ortaya çıkarılmıştır.
•Bir başka çalışmada (2004), internet bağımlılığı ile dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu arasında da bir ilişki olduğu bulunmuştur.
•İnternet kullanımının bireyin psikolojik özellikleri ile ilgili 2007 yılında Türkiye’de yapılan bir başka araştırmada, çalışmaya katılan öğrencilerin
•%31’inde yalan söyleme,
•%20’sinde şiddeti hoş görme ve
•%18’inde intihar eğilimleri olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Beğenilme, Ait Olma Ve Kendini Açma Gibi İhtiyaçları Karşılamada Etkisi :

•Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi açısından ele alındığında, en altta her insanın karşılaması gereken fizyolojik ihtiyaçlardan başlayıp, en üstte kendini gerçekleştirme ihtiyacına uzanan bazı ihtiyaçları vardır.
•İnternet ve sanal dünya bireyin bu ihtiyaçlarının doyurmasına, karşılamasına yardımcı olabilir.
•Bazı insanlar, sanal alemdeki sohbetlerde normalde söyleyemedikleri, ortaya koyamadıkları ve bastırdıkları cinsellik, saldırganlık içeren bir takım duygu ve dürtülerini tatmin etmeye çalışmaktadırlar.
•Örneğin, bazı bireyler oyunlar vasıtasıyla veya sanal odalarda bağırıp, çağırıp küfrederek bastırılmış saldırganlıklarını boşalttığını ifade etmişlerdir.
•İnternet ve sosyal paylaşım ağları bireylere bir gruba ait olduklarını da hissettirmektedir.
•Bireyler üye oldukları gruplar içinde bir yerleri olduğunu hissetmekte ve bu durum günlük yaşamda iletişim kurmada ve sosyal ortamlara katılmada güçlük yaşayan bireylere kolaylıklar sağlamaktadır.
•Bireyler bu gruplar içinde onaylandıklarını, kabul edildiklerini hissetmektedirler.
•İnternetin sunduğu iletişim olanağı bireyleri günlük yaşamda olduğundan daha çok yakınlaştırmaktadır.
•Bireyler bu ortam içinde içlerinden geldiği gibi iletişime geçebilmekte ve internette yüzünü görmedikleri insanlarla daha derin ilişkiler kurabilmektedirler. Çünkü sanal alemde dertleşmek insanlara daha kolay gelmektedir.
•Gerçek yaşamda kendilerini ifade etmekte güçlük çekenler, sanal ortamda kendilerini istedikleri gibi veya başkalarının onları tanınmak istedikleri gibi ortaya koyabilmektedirler.
•Örneğin, çocuklar ya da gençler internette olmak istediği kişi gibi davranabilir. İnternet onların hayallerindeki kişi olmasına yardım edebilir.
•Ancak, çocuklar tanımadıkları insanlarla sohbet ettiklerinde, ne de olsa sanal bir ortam diyerek bazen yalan söyleyebilmekte, kendilerini farklı şekillerde tanıtmakta, kimlikleriyle ilgili yanlış bilgiler vermektedirler.
•Kişilik gelişimlerinin oluştuğu dönemlerde, bu tür asılsız sunumlar kimlik gelişimlerini olumsuz etkileyebilmektedir.
•Zamanla oluşturdukları bu hayali kişiliğe bürünme ihtimalleri bulunmaktadır.
•Sonuç olarak, bazı olumsuz etkilerine rağmen, yapılan araştırmalar, internetin ve sosyal paylaşım sitelerinin çocukların ve ergenlerin ait olma, beğenilme ve özsaygı ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olduğunu göstermektedir.
•2013 yılında yapılan bir araştırmada ergenlere sosyal paylaşım sitelerini kullanma nedenleri sorulmuş ve en fazla belirtilen nedenlerin;
•Yaşantılarını paylaşmak,
•Yüklediği fotoğrafları ve yaşantıları hakkında arkadaşlarının yorumlarını almaktan hoşlanmak, (beğenilme ihtiyacı)
•Yeni arkadaşlar edinmek,
•Arkadaşlarıyla iletişimde olmak,
•Kendini kötü hissettiğinde, üzgün olduğunda kendilerini rahatlatmak (öz saygı ihtiyacı) olduğunu görülmüştür.

Öneriler :

•Öğrencilerin bilgisayarda ve internette çok fazla zaman geçirmesini ve gerçek dünyadan kopmasını engellemek için aşağıdaki çalışmalar yapılabilir:
1.Okullarda öğrencilerin doğrudan iletişim kurmalarına yardım edecek tiyatro, drama, eğlence günleri ve çeşitli spor etkinlikleri düzenlenmeli.
2.Öğrencilerin aileleriyle, arkadaşlarıyla ve çevresindeki diğer kişilerle iletişimlerini geliştirmeye yönelik grup rehberliği veya grupla psikolojik danışma etkinlikleri yapılmalı.
3.Öğrencilerin yaşlılara, hastalara, yoksullara yardım gibi faaliyetlerde gönüllü olarak çalışmaları için düzenlemeler yapılmalı.
4.Doğa gezileri düzenlenmeli. Öğrencilerin doğayı ve hayvanları koruma faaliyetlerinde yer almaları sağlanmalı.
5.Öğrenciler için izcilik veya yaz kampları düzenlenmeli. Bu kamplarda öğrencilerin kendi başına yaşamasına yardımcı olacak bilgi ve becerileri kazanmalarına katkı sağlayacak ortamlar sağlanmalı.

Teşekkürler !..

Sosyal Medya Üzerinden Yorum Şiddeti

Sosyal Medya Üzerinden Yorum Şiddeti : Kabalık, Nezaketsizlik Ve Saldırganlık.

Toplumsal ve teknolojik değişimler ile birlikte medyanın dönüşümü teknolojik alana doğru yoğunlaşmıştır. Gündelik hayatın önemli bir parçası olan sosyal medya sayesinde bireyler ilgi alanlarına göre çeşitli alanlarda benlik sergileme ve takip edebilme imkânına kavuşmuştur. Bu çalışmada sosyal medya kullanımının bir biçimde arttırdığı bireysel şiddet dilinin Instagram evreninde çözümlemesi yapılmıştır. Bu çerçevede saldırganlık dili ile bireyin neyi inşa ettiği sorusu üzerinden yola çıkılmıştır. Yeni bir mekânda şiddet ve saldırganlık içerikli yeni bir dilin inşa edilmesinin ardalanındaki nedensellikler Lacan, Levinas ve Goffman’ın yaklaşımları temelinde, ben ve öteki, öznelerarasılık kavramları yüz yüze benlik paylaşımı ile sanal benlik başlıkları altında incelenmiştir. Çalışma örneklemi olarak en çok takip edilen ünlülerin hesaplarına yapılan şiddet dili, kaba ve saldırganlık içerikli yorumlar söylem analizi yöntemi ile ele alınmıştır.

Giriş :

Modern insanın trajedilerinden biri günlük hayatın akışında yoğun uyaran ve enformasyon yükü altında kalmaktır. Birey bütün bunların yoğunluğu içinde bedensel ve ruhsal anlamda yorgun düşmektedir. Bu zihinsel yorgunluk kişisel bağlamda günlük hayattaki bağların aksaması ve kopmasına neden olmaktadır. Dijitalleşen iletişim ağlarının günlük hayatımızın en önemli rutinleri haline gelmesi, sosyal bilimleri de bunun üzerinde düşünüp üretmeye yönlendirmiştir.

Dijital medyada sıklıkla karşılaşılan şiddet unsurları çalışmaların en çok üzerinde durduğu konulardandır. Bu nedenle bu çalışmada, ele alınan sosyal medyada şiddet içerikli dilin temellendiği konum ele alınmış ve inşa sürecinin nasıl oluştuğu incelenmiştir. Sosyal medyada öfke ve nefretin kolaylıkla ifade edilebilir oluşu mekânın etkili bir güce sahip olduğu fikrini de pekiştirmektedir. Çünkü yüz yüze iletişimin bireyde sağladığı otokontrolün zayıfladığı bir mecra olan sosyal medyada birey teknoloji ile baş başa kalmakta ve temelde insani bir eylem içinde olduğu fikrini arka plana atmaktadır. Dijital ortamda şiddet dilini kullanmanın sınırları daha geniştir. Bir diğeriyle yüz yüze gelmek bireyi, ahlaki olana doğru çağırmaktadır. Yüz yüze iletişimin en önemli etkilerinden olan mimik ve duygulanımlara maruz kalma halinin sosyal medyada zayıf olması söz konusu hipotezin etkisini arttırmaktadır. Bireyin, kullandığı şiddet dili ile öteki üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkiyi ölçebilme ve empati sağlayabilme şansı zayıflamıştır. Bu durum bireyin, sosyal medyada iletişim kurduğu bireylerle mekanik bir ilişki kurmasına ve benlik tasarımını, ilkel bir içgüdü ile yeniden kurgulamasına neden olmaktadır.

Yüz Yüze Benlik Sunumu :

Sembolik etkileşimci bakış açısına göre, her birey çeşitli gruplar içine doğmakta ve kişisel hikâyelerinin inşasını diğer hikâyelerin bir parçası olarak gerçekleştirmektedir. Bireyler grup içinde ve karşılıklı bağımlılık ağları üzerinde yaşamaktadır. Birey, grup içinde yaşarken içinde bulunduğu toplulukla sürekli olarak etkileşim halinde bulunmak zorundadır ve söz konusu grup da bireye ihtiyaç duymaktadır. Grup içindeki diğer bireyler, birçok farklı yolla bireyin eylemlerini biçimlendirir veya şekillendirir ve birey de diğer bireylerin eylemlerinin biçimlendirilmesinde rol oynar. Eğer birey, grup içindeki diğerlerine saygı duyuyorsa, onlar tarafından kabul görmeyi, tasdik edilmeyi ve sevilmeyi istiyorsa, arzularını ve görüşlerini ya da davranışlarını onların arzu ve görüşleri doğrultusunda şekillendirmesi gerekmektedir. Sembolik etkileşim yaklaşımına göre, etkileşim halindeki insanların eylemlerinin yorumlanması önemlidir. Çünkü etkileşimde bulunan bireylerin eylemleri sonucunda toplumsal yapı şekillenmektedir. Erving Goffman (2004), çalışmalarında özellikle bireylerin günlük yaşamı bir performans gösterisi şeklinde yaşadıklarını ve bu performanslarda edindikleri rollere göre kimlik geliştirmekte ve bunlara yönelik yöntemler üretmekte olduklarını iddia eder. Goffman bu iddiasında toplumsal etkileşim ve toplumsal benlik kavramlarını kastetmektedir.

Goffman (2004)’ın sosyolojisinde önemli bir yeri olan etkileşim düzeni; bir oyun için gerekli kurallar, bir trafik kodu sistemi veya bir dilin sözdizimi gibi anlamı sağlayan sözleşme sistemleri olarak ifade edilebilir. Goffman, etkileşim düzeni diye tanımladığı bağlamlara dair kapsamlı bir analiz geliştirmiştir. Bu bağlamlar diğerleriyle yüz yüze aktivitelerden oluşan, günlük sosyal durumlar, kurumsallaşmış yapılar ya da olağan dışı sosyal olayları da kapsayacak denli geniş ve insan hayatını domine edecek kadar çeşitli ağlardır. Sosyal kimlik, sosyal mekânlarda kişiler arası iletişimin söz konusu olduğu her mecrada birey tarafından sergilenen bir roldür. Goffman’a göre, kişinin diğerleriyle ilişkisinde ortaya koyduğu rol, onlar tarafından bir imaj olarak algılanmaktadır. Sosyal kimlik, kişinin gerçekte sahip olduğu kategori ve özellikleri yansıtan bir kimlik veya kişinin kendi durumuna, varlığına ilişkin sübjektif duygularını ve izlenimlerini yansıtan bir kimlik de olabilmektedir. Goffman’a göre toplumsal yaşam oyuncular tarafından sahnede oynanan bir tiyatro oyunu gibi görünmektedir. Bireylerin günlük performanslarını bir tiyatro oyunu sergilermişçesine gerçekleştirdiklerini, bu süreçte başkaları tarafından izlendiklerini ve bunun bilinci ile bu izlenime uygun performans oluşturduklarını iddia etmektedir. Birey sahnenin her değişiminde farklı roller üstlenebilmektedir. Roller, belirli bir toplumsal konumda bulunan bir kişinin gerçekleştirdiği, toplumsal olarak tanımlanmış, toplumsal beklentilerdir. Goffman toplumsal yaşamı bir tiyatro sahnesi gibi ele alırken, toplumsal yapıyı bütünüyle değil, bireylerin kişilerarası iletişim ve etkileşimleriyle değerlendirmektedir. Goffman etkileşimi, iki kişinin mevcut fiziksel varlıkları sırasında birbirlerinin hareketleri üzerindeki karşılıklı etkileri, olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, öznellik ve benliğin gelişimi anlam ve bilinç deneyimden önce var olan şeyler değildir, aksine bunlar eylem ve etkileşim içinde inşa olan kavramlardır. Kişi, sahne önündeki rutini sırasında, kendi idealleşmiş görüntüsünü (ideal benlik) sergiler. Oyuncu, kendi ideal görüntüsü ile bağdaşmayan etkinlikleri, gerçekleri ve dürtüleri saklama eğilim göstermektedir. Bir kişinin pek çok rutini olmasına karşın, kişi sanki bunlardan şuanki çok önemliymiş gibi rol yapma eğilimindedir. Benlik sunumu an’ın içinde gerçekleşir.

Goffman’a göre (2004), sosyal yapı kurallarla şekillenmiştir. Özne ise bu kurallara genelde uyar veya ihlal eder. Ancak Goffman yüz yüze etkileşim sırasında sergilediğimiz bireysel farklılık ya da öznellik konusunu atlamamaktadır. Bireyin öteki ile karşılaşmasında kendine dışardan bakışı, yeniden biçimlendirdiği ve bu benlik sunumu için yöntemler ürettiğini açıklamaktadır. Bireyin, öteki ile kurduğu etkileşim süresince olmayı istediği yani görünmeyi istediği ve istemediği benlik donelerini ayırt edici davranmasının tümü bir benlik sunumu şeklinde ifade edilebilir. Ek olarak bütün bunlara rağmen, benlik sunum stratejileri kişinin bireysel özelliklerine göre farklılaşabilir. Hussrel, ‘başkasının beni’ni, insanın ortak bir temel olarak konumlandırıp, bütün yapılardan geride kalan ve egonun temelini oluşturan bir alana yerleştirir. Böylelikle, aslında bir başkası dediğimiz şey, varoluşumuzdaki ilk belirtilere kadar geriye gider. Yani bizim için başkası, kendimiz kadar asıldır. Varoluşumuz başkalarıyladır, “ben” onların üstüne onların aracılığıyla ikincil olarak gelir. Bu şu demektir; ortak benliğin oluşturduğu her benlik ortaklığın oluşmasına katkıda bulunmaya devam eder. Bu nedenle, öteki olmadan ben, ben olmadan da ötekiyi inşa etmemiz mümkün değildir.

Yeni Medyada Siber Zorbalık Ve Sanal Benlikler :

Günümüzde şiddet, kaba kuvvet kimliğinden çekilmiş ve fiziksel görünümlerini yitirmiştir. Şiddet somut bir olgu olmaktan çıkmış, sistemlerin yapılarına içkin bir hale bürünmüştür. Şiddetin soyut bir hale bürünmesi onun üzerine konuşmayı da bir o kadar zorlaştırmıştır. Günümüzde şiddetin ifşa olduğu alanlardan biri de her zaman bir kamusal alan olarak düşünülen sosyal medyadır.

Şiddet psişik şiddet kategorisine giren şiddetle tehdit, küfür, ayrımcılık, hakaret, kötü muamele vb.; yine yapısal şiddet kategorisine giren hiyerarşi kurma, görevli kılma-emir verme, yoksun bırakma (gelişim şansı vermeme); sözlü, psikolojik, sözsüz, duygusal, siyasal, cinsel, kadına yönelik, zorlama ve stres (engelleme, yoksun bırakma, dışlama, ayrımcılık); sembolik şiddet (töre, ahlaki şiddet, kültürel-normatif şiddet, ideolojik şiddet); kötü muamele (psikoterör/mobbing); küfür, kavga ve gündelik şiddet (konvansiyonel şiddet); taciz; işkence, infaz, linç, idam (düşünce soykırımı) şeklinde sınıflandırılmaktadır.

“Siber zorbalık” tipik olarak başkalarına rahatsızlık ya da zarar vermek amacıyla kişilerin ya da grupların dijital ortamlarda gerçekleştirdikleri davranışlar olarak tanımlanır. Sosyal medyada kimliğin istenmediği sürece gizli kalabilme imkânı ve yeterli kişisel bilgiye ulaşılamaması sorunu, söz konusu şiddetin rahatlıkla ortaya çıkabilmesini etkileyen bir mecraya dönüşmesini sağlamaktadır. Günlük yaşam alanlarından daha farklı imkân ve koşullar içeren sosyal medya ve burada yer alan kişisel yorumlar, hakaret içerikleriyle psikolojik bir ş iddetin rahatlıkla sergilendiği bir mekândır. Siber zorbalık, sanal mecranın kimliksizliğinden ve değişebilir esneklikte benliklerin inşa edilebilirliğinden kaynaklanan bir sonuçtur. Birey gerçek benliğiyle ilintili, kimi zaman bir uzantısı olan sanal benliğini burada inşa etmektedir. Fakat çoğu zaman daha fazlası söz konusudur. Gündelik hayatta yapamayacağı eylemlerin veya olamayacağı kişilerin de rolüne bir sanal benlik inşasıyla bürünebilmektedir.

“Mascheroni, Vincent ve Jimenez (2015) yaşları 11-16 arasında değişen her ülkeden 4 odak ve 8 bireysel olmak üzere toplam dokuz farklı ülkeden 24 odak ve 50 bireysel görüşme yaparak sanal kimliklerin nasıl inşa edildiğini çalışmışlardır. Kuramsal olarak sanal ortamlar Goffman tarafından benliğin maske takılıp icra edildiği sahneler metaforuna denk düşmektedir. Çalışmanın bulgularına göre beklendiği gibi, maskülenlik ve feminenlik sosyal medyada olduğundan daha fazla sunulmaktadır. Türkiye’de yapılan çalışmalarda da sanal kimlik konusu incelenmiştir. Sütlüoğlu (2015) benlik sunumunu internet sitesi Facebook üzerinden çalışmıştır. Eskişehir ve çevresinden 15-24 yaş aralığından 429 gençle hem anket çalışması hem de içlerinden 9 kişiyle görüşme yapılmıştır. Gençlerin Facebook’ta sundukları benlikler paylaşılan anlar, fotoğraflar ve kişilerin anlamlandırmaları üzerinden analiz edilmiştir. Gençlerin tıpkı Goffman’ın sahne önü metaforunda olduğu gibi hep en güzel ve beğenilen anları paylaştıkları bulunmuştur”

Lacan’a Göre Özne Ve Öteki

Lacan’a göre, benlik ve kendilik bir tasarımdır. Her insan bir öznedir ve özne sembolik düzende kendini ifade edebilir. Bilinçdışı; alt benlik ve öznenin aleyhinedir. Freud’un benlik olarak yorumladığı kavramı, Lacan özne olarak tanımlar. O’na göre, benlik ve kendilik bir kurmaca ve tasarımın sonucudur. Öteki ile ilişki “nesnel tin” bağlamında, normatif bir alandadır. Psikanaliz ile dilbilimi çalışmaları arasında ilişki kuran Lacan’ın psikanalitik kuramının temel ilkelerinden biri olarak kabul edilen ve bilinçdışına ilişkin olan yaklaşımını “Bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır” cümlesi ile ifade etmiştir. Burada sözü edilen bilinçdışı özneyi çevreleyen yapının tümüdür. Kendi psikanaliz çalışmalarını Freud’a dönüş hareketi olarak da adlandıran ve psikanalitik kuram içerisinde felsefi süreçlere yakınlığı ve özneye bakış açısının farklılığı ile öne çıkan Lacan, kuramında, kendilik psikolojisinin benlik ve kendiliği; bilinçdışı, altbenlik ve özne aleyhine yapılanmış bir tasarım olarak gördüğünü ifade eder. Lacan’da karşılaşılan temel kavramlardan birisi olan öteki (küçük harf ile yazılır) kavramı, Lacan öznenin tanımlanması ve konumunun anlaşılması bakımından önem arz eder.

“Bilinçdışı Öteki’nin söylemidir” derken bilinçdışının öteki benliklerin dil ile inşa ettiği bir yapıdan ve tasarımdan söz etmektedir. Burada anlatılmak istenen dil ile karşılaşılan bir Öteki’nin varlığıdır. O’na göre, insani arzu Öteki’nin arzusunun arzusudur; insan arzulanmayı arzular. O zaman ilk bakışta güç gibi gözüken şu denklem ortaya çıkar: insan kendini ancak dilde, yani Öteki’nin nezdinde gene Öteki tarafından ona dayatılan bu yabancı ortamda, kendine yabancılaşmış olarak imleyebilir. Ayna evresi, “ben”in oluşumunun bir kendilik imgesi ile özdeşleşme ve yabancılaşma olarak ifade edilen sürecin oluşmasıdır. Ayna evresi, Lacan’ın ifadesiyle anneden kopan bebeğin kendi silüetini keşfederek kendi ben’liğinin farkına varmasıdır. Bu farkındalık, birincil narsizim dönemi dediği öznenin kendi imgesine aşık olmasıyla gerçekleşir.

Lacan ötekiyi iki farklı yapı tanımlayarak yapılandırır. Lacan benzer ve imgesel eş olan ve küçük harf ile yazılan ötekiyi, imgesel özdeşleşme durumlarının kaynağını oluşturan bir şekilde açıklar. Bundan farklı olarak Öteki ise büyük harfle başlayarak yazılır ve simgesel düzleme aittir. Ve simgesel düzeni ve dili oluşturandır. Lacan, simgesel düzen içerisindeki öznenin Öteki ile aracılığı ile ve Ötekiden başlayarak inşa olduğunu “Bilinçdışı Ötekinin söylemidir” kavramı ile ifade etmiş olmaktadır. Arzunun ve bilinçdışının kurulumunun temel bir eksiklikle ilişkilendiren Lacan, bu eksikliği, fallus yoksunluğu olarak ortaya koymakta, Bu bağlamda arzuyu, öznede ve de Öteki’nde sembolik düzende eksik olan bir şeylerin dışa vurumu olarak ele almaktadır. Özne kendisinin toplumsal düzen içerisindeki sembolik konumunu Öteki aracılığı ile elde eder. Özne bu bağlamda Ötekine bağlı ve de bağımlıdır denilebilir. Ve öznenin arzusunun oluşumu Ötekinin arzusuna bağlıdır. Lacan bu durumu “Arzu Ötekinin arzusudur” şeklinde ifade eder. Gerçekliğe ancak kendinin imgesi vasıtası ile ulaşılabileceği yönündeki Platon’un yaklaşımından etkilenerek oluşmuş olan bakış açısına göre, birincil narsisizmin dolayısı ile benliğin ilk unsurlarının, dolayısı ile ikincil özdeşleşmelerin oluşumu, ondan ona yani kendinden yine kendine yansıtılan kendi imgesiyle olmaktadır. Lacan’a göre dilin özneden bağımsız işleyen yapıları vardır; özne de adeta oraya “iliştirilmiştir”. Burada Lacan’ın dilbilim karşısındaki tavrı da çıkar ortaya: buna göre, dil durağan bir yapı değil, işleyen bir yapıdır. Gerçek, İmgesel ve Simgesel düzen insan gerçekliğinin üç farklı düzlemidir. Buna göre, insanın birden fazla gerçeklik düzlemi vardır ve her biri kendi gerçekliğini barındırır. Simgesel yapı, birbirine sıkı kurallar ile bağlanan ve uyum içinde olan bir sistemdir. Bu sistemi, insanın içinde bulunduğu toplumsal, kültürel ve dilsel ağlar olarak ifade eder. Gerçek kavramı ise, imgesel ve simgesel düzenlerden bağımsız hep orada duran bir yapıdır.

Araştırmanın Amacı :

Araştırmada “ünlü” olarak toplumda yer bulan, farklı alanlarda toplumda ilgi görmüş, isim yapmış, popüler kullanıcıların, yeni bir mekân olarak Instagram’da kişisel hesaplarından yaptıkları paylaşımlara yönelik olarak yapılan takipçi yorumlarında kullanılan şiddet dili ve bu şiddet dili ile oluşturulan yeni dil ile neyin inşa edilmesinin amaçlandığı sorgulanacaktır. Bu doğrultuda, yaygın olarak yüksek sayıda kullanıcıya sahip olan bu kişilerin Instagram gönderilerine yönelik yapılan yorumlarda yaratılan saldırganlık dilinin ve “sanal şiddet”in ben ve öteki, öznelerarasılık kavramları yüzyüze benlik paylaşımı ile sanal benlik kavramları temelinde incelenecektir.

Bulgular :

Bu çalışmanın örneklemini oluşturan yoğun takipçiye sahip ünlü hesaplarında yer alan fotoğraf yorumlarıdır. Bu yorumların içeriği ve üslup bakımından kurgulanan cümle dizimi söylem bağlamını kabalık ve psikolojik şiddet üzerinde yoğunlaştırmıştır. Elde edilen bulgular; bireylerin gündelik hayatta kullanamayacakları oranda kabalıkta bir dilin bu yorumlarda rahatlıkla kurgulanmasıdır. Bu bulgulardan yola çıkılarak söz konusu hipotez ispatlanmış olacaktır. Sadece televizyon veya sosyal medya aracılığıyla tanıdıkları bireyler hakkında, fotoğraflarının altına umarsızca yazılan hakaret ve şiddet dolu içeriğin üretilmesi gittikçe yaygınlaşmıştır.

Sonuç Ve Öneriler :

Birçok manipülasyonu ve illüzyonu da beraberinde içeren sosyal medya, kullanıcıların farkında olmaksızın bu illüzyon dünyasının ahengine kapılmasını sağlamaktadır. Büyük bir yanılsama ve illüzyonu da beraberinde sunan bir mekan algısı söz konusudur. Bireyden bireye değil aslında makinadan makinaya iletişim söz konusudur. Bu nedenle gerçeklik mekânsal anlamda bir değişim yaşarken daha soyut bir etki alanına dahil olmaktadır. Araçsal akıl ve birey burada teknoiletişim kurmaktadır. Sanal benliğini kurarken bireyler sosyal medyada günlük hayatın normlarından beslense de çoğunlukla bu normları sanal ortama taşımamakta ve farklı ve daha acımasız benlik sunumları gerçekleştirmektedir. Bilhassa öteki ile kurduğu ilişki ve dilde narsistik ve şiddetin en ilkel halleriyle
karşılaşmaktayız.

Lacan’ın ayna evresine benzettiğimiz, sosyal medyada sanal benliğin keşfedilmesi durumu bireyin, anneden ayrılan bebeğin benliğini ayna karşısında keşfetmesi gibi, sosyal medya paylaşımları da ayna evresini gerçekleştirmeye yarayan bir araca dönüşmektedir. Birey ilkel bir sürece geri dönerek sosyal sınıfından kopmaya kendinin yeni görüntüsüne yani burada yer alan sanal benliğine hayranlık duymaya başlar. Bu bağlamdan yola çıkarak yorumladığımız sosyal medyada sanal benliğin inşası, bir ayna işlevi gören sosyal medya, bireyin narsizme ulaşan bir benlik keşfine neden olmaktadır. Sosyal medyada yer alan paylaşımlarında kendi siluetini izleyen insan, Lacan’ın ayna evresi benzetmesine benzer özellikler gösteren bir narsistik sürece girmiş olur. Narsizim aşk ile benliğini izlemek, ötekini aşağıladıkça kendi benliğini yücelttiği duygusuna kapılma durumudur. Görülmek ve var olmak arasında bağ kurarak, sosyal medyada görünmenin gerçek hayatta da o kadar var olmakla ilintili olduğu yanılgısına kapıldığı anlamına gelmektedir. Elde edilen bulgular sonucu hipotezin söz konusu verilerle desteklendiği de ortaya çıkmıştır. Sıradan bireylerin ünlülerle sosyal medya üzerinden kurdukları iletişim türünün büyük bir bölümünü söz konusu kabalık ve şiddet dili içermektedir.

Kendileri için önemli ötekilerle karşılaşmalarında kadın ve erkeklerin kendi benliklerini sunarken ki oluşturdukları karmaşık yolları aydınlatmaya ve çözümlemeye çalışılmıştır. Toplumsal eyleyenler sürekli olarak diğerleri ile olan karşılaşmaları yönetmeye çalışırlar. Bireyler daima bir oyunun içinde oldukları için, Goffman’ın insan oyuncuları modeli, bir erkek veya bir kadının gerçekte ne olduklarını sormanın anlamsız olduğunu varsaymaktadır. Bireyler, kendiliğinden gelişen olaylarda veya ötekilere verilen tepkilerin içten olduğuna inandığı zamanlarda bile sonsuza dek sahne üzerindedirler. Egonun davranışı, daima çok çeşitli ötekiler ile dramaturjik karşılaşmalar yoluyla biçimlenir. Bizler ne yapar görünüyorsak o’yuzdur. Yaşadığımız müddetçe gösteri devam etmektedir.
Diğerleriyle ilişkilerimizle benliğimizi inşa etmekte ve sunmaktayız.

Çevrimiçi Mesajlaşarak İletişim Kurmak

Gelişen yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu imkanlar ile dijital bir platformda anlık olarak iletişim kurma, günümüz insanının en çok tercih ettiği iletişim yollarındandır. Haberleşme, paylaşımda bulunma, sohbet etme, özel gün tebriği gibi birçok amaçla kullanılan çevrimiçi mesajlaşma; günümüzde insan ilişkilerinin önemli bir parçası haline gelmiştir. İnsanların her an sanal ortamlarda iletişim halinde olmaları, reel hayatta deneyimledikleri yüz yüze ilişkilerinde birtakım sorunlara yol açmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Manuel Castells, sanal yaşamın varlığının, gerçek yaşamdan bir kaçış yaratarak, insani değerlerin azaldığı ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olduğuna işaret etmektedir. Bu çalışmada sosyal medya aracılığı ile mesajlaşarak iletişim kurmanın, yüz yüze iletişim sürecine olası etkilerini tespit etmek amaçlanmıştır. Araştırmada nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Veri toplama tekniği olarak derinlemesine mülakat tekniğinden yararlanılmıştır ve elde edilen veriler betimsel olarak çalışma içinde raporlanmıştır. Örneklem seçimi ise; “WhatsApp” uygulamasını kullanan kişiler arasından amaçlı örnekleme yoluyla seçilmiştir.

Giriş Bölümü :

Yaşadığımız çağda teknoloji her alanda olduğu gibi iletişim alanında da hızla gelişmektedir. Yaşanan her bir gelişme beraberinde bir değişimi de getirmektedir. İnsanoğlunun var oluşundan beri süregelen iletişim ihtiyacı her gelişmeyle değişime de uğramıştır. Dolayısıyla iletişim yollarının bu sürekli gelişimiyle insanların birbirleri ile iletişime olan ihtiyaçları, bakış açıları ve gerçekleştirdikleri iletişimin boyutları da paralel olarak değişkenlik göstermektedir.

Telefonun icadından önce birbirinden uzak olan insanların iletişim kurma yolu mektup idi ve mektubun bir yerden başka bir yere ulaşması günler sürebilmekteydi veya ulaşması gereken kişiye ulaşacağının bir garantisi yoktu. Dolayısıyla onların ihtiyacı olan şey mektuptan daha hızlı bir araçtı. Telefonun icadından sonra birbirinden uzak olan insanlar çok daha hızlı bir şekilde birbirlerine ulaşmaya başladılar ve iletişimin yapısı tümüyle değişmiş oldu. Artık insanlar birbirlerinin seslerini duyarak iletişimlerini anlık olarak gerçekleştirmeye başlamıştı. Telefonun küçülüp insanların ceplerine girmesi ve iletişim tarihinin seyrini değiştiren internetin hayatlarımızda ve telefonlarımızda yer almasıyla iletişim olgusu insanların algılarını ve ihtiyaçlarını bir kez daha değiştirmiştir. Bir iletişim teknolojisi olan telefonun icadıyla gerçekleşmeye başlayan “anlık iletişim”; bu teknolojinin gelişimiyle hayatımıza giren sanal ortamlar ile günümüzde “her anlık” iletişime dönüşmüştür.

Bu çalışmada, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin bir sonucu olarak, insanlar arasındaki iletişimin yapısının değişimi; reelden sanala geçmeye hızla devam eden bu değişimin, bireylerin yüz yüze iletişimlerinde yarattığı etkilerin tespit edilmesi amaçlanmıştır.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde iletişimin insan hayatındaki yeri ve kişilerarası iletişim kavramları; ikinci bölümde iletişimin değişimi: sosyal medya iletişimi ve sanal iletişim, son olarak üçüncü bölümde WhatsApp kullanımının kişilerarası iletişime etkileri araştırma dahilinde incelenmiştir.

İletişimin İnsan Hayatındaki Yeri Ve Kişiler Arası İletişim :

“İletişim insanla başlar: insanın ve toplumun var oluşunun zorunlu koşuludur. İletişim olmaksızın insanın kendi ve toplumsal varlığını sürdürmesi olanaksızdır. İletişim tarihin ilk dönemlerinden itibaren insanların toplu halde yaşamasıyla şekillenen toplum hayatıyla birlikte meydana gelmiş ve gelişim göstermiştir. İnsanın toplum olarak yaşaması ve üretim faaliyetinde bulunması iletişimi zorunlu kılmıştır. İnsan ancak iletişim aracılığıyla hem kendi varlığını hem de toplumsal ilişkileri yeniden üretebilir.”

Hayatın bu kadar içinde olan iletişim kavramını tanımlamak ve bir şema içerisinde sunmak için sayısız çalışma yapılmıştır.

E.X. Dance ve Carl E. Larson, 1972’de iletişim alanındaki tanımları taramışlar ve 126 değişik tanım bulmuşlardır. İletişim, en yalın biçimde bilgi, düşünce ve davranışların aktarılması sürecidir.

“Zıllıoğlu’na göre; insanlığın geçmişten bugünümüze ve geleceğe uzanan, bireyin doğumundan ölümüne yaşamının her anında ve her an etkin olan iletişimin başı ve sonu yoktur. Birey açısından doğum ve ölüm başlangıç ve son sayılır, ancak bu iki nokta arasında iletişim, bireyin biyolojik gelişimine ve kültürel ve toplumsal çevresindeki ilişki ve etkileşimlerine koşut olarak sürekli gelişen, değişen ve buna karşılık bireyi de değiştiren bir olgudur. Kısaca iletişim, insanın ve bireyin kültürel çevresi (hem doğal hem toplumsal çevresi) ile ilişkilerine göre değişip gelişen ve buna karşılık insanı değiştiren bir süreçtir”

İletişim süreci, kimin, neyi, kime, nasıl ve ne ile söylediği ile ilgilidir.

“Genel olarak iletişim süreci diğer kişilerle paylaşacak bilgi, duygu ve düşüncesi olan kaynağın, simgeler bütünü olarak ifade edilebilen iletiyi düzenleyerek, iletilmek istenenlerin hedefi olan alıcıya, iletinin gönderilmesini sağlayan bir kanal aracılığı ile ulaştırılmasını ifade etmektedir. Kaynağın gönderdiği iletiye karşılık alıcının verdiği yanıt olan geribildirim ile iletişim süreci karşılıklılık özelliğini sürdürmektedir”

Bu şekilde iki kişinin yer aldığı iletişim ortamında, kişilerarası iletişim ortaya çıkar. Kişilerarası iletişimin başlaması için söz konusu iki kişinin birbirini fark etmesi gerekir.

“İki insan birbirinin farkına vardığı andan itibaren iletişim başlar. İki insan birbirinin farkına vardığı andan itibaren:

• Söylediği
• Söylemediği,
• Yaptığı,
• Yapmadığı

her şeyin anlamı vardır. Yüz ifadesinin, beden duruşunun, sesin, bakışın anlamı vardır”

“Dökmen’e göre insanlar gereksinimlerini karşılamak için kendisi dışındaki bir varlıkla etkileşime girer. Kişilerarası iletişim bu gereksinimin karşılanması doğrultusunda bir araç olma özelliği taşımaktadır. Ancak daha sonraki dönemlerde, kişilerarası iletişimin kendisi bir gereksinim olmaya ve kendi başına bir anlam kazanmaya başlar. Genel bir tanımlamayla, kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimlere kişilerarası iletişim adı verildiği ve karşılıklı iletişimde bulunan kişilerin, bilgi/sembol üreterek, bunları birbirlerine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler”

Kişilerarası iletişimin gerçekleşmesinde kaynak tarafından bilgilerin aktarılması ve hedef tarafından alınması aşamaları en önemli noktalardır. Kaynak mesajını kendi bilgi birikimi, eğitim düzeyi, kültürel yapısı doğrultusunda kodlarken, hedef kişi de aynı özellikler doğrultusunda kod açımını yapacak ve yorumlayacaktır. Bu esnada iletişimde bulunan kişilerin eğitim düzeyleri, kültürel yapıları gibi birçok unsurun benzerlik göstermesi iletişimin doğru şekilde gerçekleşmesini büyük ölçüde sağlayacaktır. Aksi takdirde yanlış anlamaların veya çatışmaların olması kaçınılmazdır. Bu tür sebeplerle doğan yanlış anlamalar iletişimde gürültü örneklerindendir. İletişimi olumsuz etkileyen her unsur gürültü olarak tanımlanabilir.

İletişim yalnızca sözel yollarla gerçekleşmemektedir. Kullandığımız mimikler ve beden diliyle de sözel olmayan yani sözsüz iletişimi gerçekleştiririz. Sözsüz iletişim, kelimeler olmadan mesaj gönderimidir. Sözsüz iletişim konusunda uzun soluklu çalışmalar yürüten Ken Cooper; vücudun %60, sesin %30, sözcüklerin %10 oranında mesajı karşıdaki kişi/kişilere iletmede etkin biçimde kullanıldığını belirtmiş ayrıca sözsüz iletişimin duyguları aktarmaktaki önemini “fikirlerin dili sözel, tavırların iletişimi sessizdir.” şeklinde vurgulamıştır.

İletişimin Değişimi : Sosyal Medya İletişimi :

Alternatif medya olarak da adlandırılan sosyal medya, günümüzde, tekelleşmeye ve küreselleşmeye karşı olan bireylerin kendi haberlerini kendilerinin yazıp ürettiği bir kitle iletişim aracı ya da ifade biçimi olarak ortaya çıkmıştır.

İnternetin 90’lı yıllarda toplum hayatının önemli bir parçası haline gelmesiyle birlikte büyük bir dönüşüm yaşanmış ve geleneksel kitle iletişimi artık yerini modern iletişime bırakmıştır. Bunun sonucu olarak da internet, dinleyici, izleyici ve okuyucuyu birer kullanıcıya dönüştürmüş, kullanıcılara da gelenekselin sınırlı yapısından farklı olarak iletişim sürecinde egemenlik sağlamıştır.

Sosyal medya kavramını açıklamak için sosyal medyanın bir önceki nesli diyebileceğimiz kitle iletişimi kavramının incelenmesi gerekir. Zira sosyal medya, tarihsel süreçte kitle iletişiminin bir uzantısı gibidir.

Kitle iletişimi bir iletiyi üreten kişinin bunu birden çok tüketiciye giderek yığınlara aktarılmasını sağlayan araçlar aracılığıyla gerçekleşen tek yönlü bir iletişim sürecidir. Bu araçlar radyo, sinema, televizyon, gazete dergi olarak sıralanabilmektedir. Kitle iletişim araçlarının yarattığı iletişim ortamı tek yönlü ileti akşını sağlarken devamında gelişen internet teknolojileri ve web 2.0’ın getirdiği yenilikle kullanıcıların çift yönlü etkileşim içinde oldukları iletişim ortamını sağlayan sosyal medya kavramı ortaya çıkmıştır.

Sosyal medyayla ilgili çok sayıda tanım yapılmakla beraber araştırmalar yapıldıkça yenileri de eklenmeye devam etmektedir. Bugüne kadar yapılan bazı tanımlar şunlardır:

Evans’a göre sosyal medya, enformasyonun demoktratize edilmesi, içerik okuyucusu konumunda olan bireylerin içerik yayınlayıcısı haline dönüşmeleridir.

Sosyal medya, yazı, video ve ses gibi farklı içerikteki mesajların yayınlandığı ve bireylerin edindikleri deneyimleri çevrimiçi paylaşma fırsatı buldukları uygulamaları ifade etmektedir.

Sosyal medya; video, blog, resim ve sosyal paylaşım ağlarının günlük yaşamımızda iletişim ve paylaşım aracı olarak sıklıkla kullanılmasıyla birlikte, etkileşimli bir iletişim platformu olarak hayatımızdaki yerini almıştır. Yakın geçmişe kadar varlığını bilmediğimiz sosyal medya, bugün geçmişimizdeki kişilerle bağımızı korumakta ve yeni ilişkiler kurmamıza öncülük etmektedir. Bunun temelinde, çevremizdeki birçok kişiyle sosyal medya ortamında gerçekleştirdiğimiz iletişim bulunmaktadır. Reel hayatta kurduğumuz iletişimlerden farklı bir işleyişi olmakla beraber hayatımızda yer edinen yeni bir iletişim türü diyebiliriz.

Sanal İletişim :

İnternet ve iletişim teknolojilerinin gelişimi, insanların iletişim biçimlerinde köklü değişiklikler yaşanmasına yol açmıştır. İnternet teknolojisindeki bu gelişmeler, kişilerarası iletişimin boyutlarını da değiştirmekte, kaynak ve alıcının yüz yüze olmadığı durumlarda da artık, kişilerarası iletişimin varlığından söz edilebilmektedir. ‘Sanal iletişim’ olarak tanımlanan bu iletişim türü insanların, internet veya dijital ortamda iletişim kurmasını ifade etmektedir.

İnternet üzerinde gerçekleşen etkileşimde, fiziksel görünüm yüz yüze iletişime nazaran daha az önemlidir. Fiziksel uzaklık diğerleriyle etkileşimde bulunmak için artık engel oluşturmamaktadır. Ayrıca bireyler, etkileşimlerinin zamanı ve yeri üzerinde kontrole sahiptir.

Yaşadığımız çağda insanların yaşam tempolarındaki artış yalnızlığa duyulan ihtiyacı arttırmış ve beraberinde sanal yollarla daha kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilen iletişimi daha da cazip kılmıştır. Yüz yüze iletişim yerini sanal sohbetlere, duygu aktarımını sağladığımız mimikler de yerini duygu ifadelerine bırakmıştır. Gelişen teknoloji yüz yüze kurulan iletişimi eksiksiz bir şekilde sanala taşımaya çalışsa da reel ve sanal iletişimin yarattığı etkiler ve sonuçlar farklılık göstermektedir çünkü sanal iletişimle, kişilerarası iletişim dinamiklerinin tamamıyla değiştiği bir olgudan söz edilmektedir.

Sosyal medyada deneyimlenen sanal iletişimi daha somut şekilde açıklayabilmek için, günümüzde iletişim amaçlı en yaygın kullanılan platform olan WhatsApp’ın incelenmesinde fayda vardır.

Sanal İletişim Platformu : WhatsApp

Yaşadığımız çağda insanlar uzak veya yakın çevresinden kişilerle iletişimlerini sosyal medyanın sunduğu imkanlarla sağlamayı tercih etmektedir. Yaşlı, genç, çocuk ayırt etmeksizin her yaştan insanın sosyal ağlarda aktif olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Her çevreden insanın bir şekilde içinde bulunduğu ve çoğunun aktif olduğu bir ortamı olan WhatsApp, iletişim kurmak, haberleşmek, sohbet etmek gibi amaçlarla kullanmak birçok kişinin öncelikli tercihidir. Bu tür bir iletişimi gerçekleştirmek için kullanılan ve en yaygın kullanma ağına sahip olan uygulama WhatsApp’tır.

WhatsApp, akıllı telefonlar için geliştirilen, platformlar arası çalışma özelliğine sahip bir mesajlaşma ve arama uygulamasıdır. İlk yayınlanması 2010 yılında olan dünyada kayıtlı kullanıcı sayısı en fazla olan siber hizmetler arasında olan WhatsApp, internet bağlantısı aracılığıyla kullanıcıların birbirlerine fotoğraf, video, ücretsiz arama, sesli ve yazılı mesaj, belge göndermesini sağlar.

WhatsApp’ın sanal dünyasında kişilerarası iletişimi etkin kılan başlıca özellikleri şunlardır :

• Ücretsiz bir uygulama olup, telefon numarasıyla kolayca kayıt olunması,
• Yazılı ve sesli mesajlar gönderebilme; bu mesajların iletildiğinin ve okunduğunun bilgisini alınabilmesi,
• Kişilerin en son ne zaman çevrimiçi olduklarını görülmesi,
• Kişinin kendi mesajlarının okundu bilgisinin ve son görülme bilgisini kapatabilmesi, bunu yapan kişiler başkalarının da mesajlarını okuyup okumadıklarını göremez ve son görülme bilgisine erişemez,
• Fotoğraf, video, belge, konum bilgisi paylaşımı sağlaması,
• Profil fotoğrafı ve durum güncellemesi,
• Sesli ve görüntülü arama yapılabilmesi,
• Mesajlarda kullanılan yüzlerce duygu ifadesinin bulunması (yüz ifadeleri, el hareketleri, hayvanlar, yiyecek-içecek, hobi ve teknoloji araçları…)
• İstenmeyen kişilerin engellenmesi,
• Yanlış gönderilen mesajların silinebilmesi, kaybolması istenmeyen mesajların ‘yıldızlanıp’ özel bir alanda saklanması,
• Grup kurma özelliği: bu özellikle kişiler ortak çevreleriyle bir grup kurup, gruptaki herkesin görebileceği şekilde iletişimlerini gerçekleştirebilir.
• Kişi veya gruplardan gelen mesajların sessize alınabilmesi
• WhatsApp web özelliği sayesinde uygulamayı bilgisayardan kullanabilme,
• Hesabın istendiğinde silinebilmesi

Ayrıca iki kişi arasında yapılan konuşmalar, güncel şifreleme metotları arasındaki en güvenli 256-bit tekniği ile şifrelenmektedir. Bu sebeple takip ve izleme yapılamaz.

Yukarıda yazılan özellikler WhatsApp’ın bu kadar yaygın bir kullanım oranına sahip olmasını açıklamaya yeterken, daha birçok özelliği bulunmakta ve gelen güncellemelerle yenileri de eklenmeye devam etmektedir. Her güncellemede gelen bir özellikle, burada gerçekleştirilen iletişimde eksik kalan öğeleri tamamlamak amaçlanır. Örneğin gönderilen bir mesajın iki taraftan da silinebilmesi en son güncellemeyle gelen bir özelliktir. Yanlış kişilere yanlış mesajların gönderilmesi veya gönderildikten sonra pişman olunan durumun geri dönüşü son gelen yenilikle sağlanmıştır.

WhatsApp kişilerarası iletişimin en etkin şekilde gerçekleşmesi için birçok özellik sunmasına rağmen, etkin iletişimi gerçekleştirmek için bir şeyler bu sanal ortamda hala eksik kalabilmektedir. Dolayısıyla çevremizle kısa süreli iletişim kurma, haberleşme dışında; etkin ve sağlıklı bir iletişim kurmak için yetersiz kalmasına rağmen iletişim sürecimizin büyük kısmını ele geçirmesi, buradan kurduğumuz iletişimle insan ilişkilerimizin şekillenmesinin yarattığı etkiler, üçüncü bölümde WhatsApp üzerine yapılan araştırmada incelenmiştir.

WhatSapp Kullanımının Kişiler Arası İletişim Bağlamında İncelenmesi :

Kişilerarası iletişimi gerçekleştirmek için sosyal medya kullanımının, kişilerin yüz yüze iletişimlerine etkisini açıklama amacıyla hazırlanan bu çalışmanın önermesi; “Sosyal medya, kişilere hızlı ve kolay ulaşım sağlamasının bir sonucu olarak günlük hayatta yüz yüze gerçekleştirilen iletişimin azalmasına yol açmıştır” olarak belirlenmiş ve araştırmada veriler görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Görüşme, en az iki kişi arasında sözlü olarak sürdürülen bir iletişim sürecidir ve belirli bir araştırma konusu veya bir soru hakkında derinlemesine bilgi sağlar. Araştırma evrenini WhatsApp’ı aktif kullanan genç yaştaki bireyler oluşturmaktadır. Örneklem ise bu kişiler arasından amaçlı örnekleme yoluyla seçilmiştir. Görüşmeler 20-27 yaş aralığında 7 kadın ve 7 erkek olmak üzere toplam 14 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Önceden hazırlanan görüşme formunda toplamda 9 açık uçlu soru bulunmaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde betimsel analiz tekniğinden yararlanılmıştır. Betimsel analiz, çeşitli veri toplama teknikleri ile elde edilmiş verilerin daha önceden belirlenmiş temalara göre özetlenmesi ve yorumlanmasını içeren bir nitel veri analiz türüdür.

Araştırma Bulguları :
WhatsApp’ın gün içinde kullanım sıklığına ilişkin bulgular :

Görüşmecilerin WhatsApp kullanım sıklıkları, verilen yanıtlara göre genel olarak, ‘toplamda
kullandıkları süre’ ve ‘ne kadar zamanda bir’ kullandıkları olarak farklılaşmaktadır. Görüşmeci K5(5.
Kadın görüşmeci) günde WhatsApp’ı kullanarak ne kadar vakit geçirdiğini; “Çok sayıda sohbet
gruplarına sahip olmam bu uygulamayı kullanma sıklığımı arttırıyor. Günde ortalama 8-10 saat aktif
kullanıyorum.” Görüşmeci E3(3. Erkek görüşmeci): “Gün içerisinde en fazla vakit geçirdiğim
uygulama. 1 saatte 20 kere veya daha fazla çevrimiçi olarak vakit geçiririm.” Sözleriyle ifade
etmişlerdir. Günün 8-10 saati veya bir saatte 20 kez birileriyle yüz yüze iletişim kurmak çok mümkün
olmayacağı varsayılırsa bu kişilerin yüz yüze iletişimden çok WhatsApp aracılığıyla iletişimlerini
gerçekleştirdikleri düşünülebilir. Diğer görüşmecilerin 5’i günün 3-5 saatini, 2’si 1-2 saatini bu
uygulamayı kullanarak geçirdiklerini; 3’ü 10-15 dakikada bir mutlaka çevrimiçi olduklarını ifade
etmişlerdir. 1 görüşmeci saatte en az bir kere gelen mesajları ve kişilerin hikayelerini kontrol ettiğini;
2 görüşmeci de mesaj veya bildirim geldikçe aktif olduklarını söylemişlerdir. Genele bakıldığında
WhatsApp’ın gün içinde sık kullanıldığını söylemek mümkündür.

Kişilerin WhatsApp’ta geçirdikleri süre hakkındaki düşünceleri 3 kategoride incelenmiş ve 14
görüşmecinin 9’unun geçirdikleri süreyi yeterli buldukları, 4’ünün fazla ve 1 görüşmecinin de az
bulduğu görülmüştür.

Günde 3-5 saatini WhatsApp’ta geçiren görüşmeci E1, bu süreyi yeterli bulduğunu şu sözlerle
ifade etmiştir: “Yeterli çünkü daha azı hayatımın akışına ayak uydurmak için pek mümkün değilken
daha fazlası da aynı şekilde, bu akışta rol alamamama neden olurdu.” Burada dikkat çeken nokta,
insanlar bu uygulamada saatlerini aktif olarak geçirseler de yapmaları gereken bir işmiş gibi algılayıp
bu süreyi normal karşılamalarıdır. Günde 8-10 saatini geçiren K7 ise bu süreyi fazla bulduğunu;
“Fazla çünkü bazen kendimi unutup günlük işlerimi aksatmama sebep oluyor.” Sözleriyle belirtmiş ve
farkındalığını vurgulamıştır. Günde toplamda 4-5 defa çevrimiçi olduğunu ve bunu az bulduğunu
söyleyen E2: “Az çünkü mesaj geldiğinde ya da gruplarda bir şey paylaşmam gerektiğinde
kullanıyorum.” Görüşmecinin WhatsApp’ı bireysel ilişkiler kurmaktan çok gerektiği zaman
haberleşme aracı olarak kullandığı tespit edilmiştir.

WhatsApp kullanma amaçlarına ilişkin bulgular :

Kişilerin WhatsApp’ı hangi sebeplerle kullandıklarını tespit etmek üzere sorulmuş ve verilen
cevaplarda, çevreyle iletişim/sohbet, grup iletişimi/haberleşme, veri gönderimi ve kişilerin takibi
amaçları ön plana çıkmıştır. Her görüşmeci birden çok cevap vermiş ve sonuçlar şu şekilde olmuştur:

Sohbet etme-iletişim kurma 10 görüşmecinin ilk amacı olarak öne çıkmıştır. Grup
iletişimi/haberleşme amacını 5 kişi, veri gönderimi amacını 9 kişi ve kişilerin takibi amacını 4 kişi
belirtmiştir. Görüşmeci K2, yurt dışı iletişimi kolaylaştırdığı için kullandığını söylemiştir. Verilen
cevaplara bakıldığında farklılaşmalar görülse de tüm görüşmecilerin asıl amacının çeşitli yollarla
çevreyle etkileşimlerini gerçekleştirmek ve sürekli kılmak olduğu söylenebilir.

WhatsApp’ın en çok kullanılan özelliklerine ilişkin bulgular :

Dikkat çeken üç kategori vardır: çevrimiçi mesajlaşma, fotoğraf/video/ses kaydı gönderimi,
görüntülü/sesli arama. En çok tercih edilen özellik olarak çevrimiçi mesajlaşmayı 10 kişi,
fotoğraf/video/ses kaydı gönderimini 8 kişi, görüntülü/sesli arama özelliğini kullandığını 4 kişi
vurgulamıştır. Görüşmecilerin cevapları karşısında niçin diye sorulduğunda gelen bazı dönütler
verilmiştir. K4:“Çevrimiçi mesajlaşmada mesajın karşı tarafa ulaştığını ve okunduğunu görebildiğim
için en çok bu özelliği tercih ederim ancak bazı durumlarda yazmak zor olabiliyor o yüzden kendimi
daha kolay ifade etmek için ses kaydı göndermeyi tercih ederim. İkisini de ortak kullanma sebebim
pratik olmalarıdır.”

E4:“Mesajlaşma özelliğini kullanırım çünkü en pratik ve anında cevap alabileceğim ileti
özelliğidir.”

K1:“Yazışma ve görsel medya paylaşımını kolay yapısallığıyla zorlanmadan
gerçekleştirebiliyorum.”

E2:“Ailemden uzakta yaşadığım için görüntülü arama özelliği benim vazgeçilmezimdir.”

Görüldüğü üzere kişilerin en çok kullandığı özellikler değişmekte ancak herkesin bu özellikleri
tercih etmesinin altında yatan sebep pratik olmalarıdır. Kişilere göre daha pratik ve kullanışlı
özelliklerin değişkenlik gösterdiği tespit edilmiştir.

İki görüşmeci verdiği yanıtlarla diğerlerinden ayrılmıştır. K5: “Durum bildirimi ve grup
mesajlaşma özelliğini kullanırım. Aile ve arkadaş çevremin olduğu çok fazla aktif gruba dahilim. Gün
içinde yaptıklarımı paylaşmak için tek tek gruplara veya kişilere göndermek yerine durum bildirimiyle
paylaşmayı tercih ediyorum.” K5 burada WhatsApp’ta en çok anlık paylaşım yapma özelliğini
kullandığını belirtmiştir.

Diğer görüşmeci, E5: “Gifleri çok sık kullanırım çünkü anlatmak istediğim durumu bir filme
veya diziye gönderme yaparak daha rahat ifade edebiliyorum.” Kişi yazışmalarda en çok tercih edilen
emojiler yerine, bir hikayesi olan, hareketli fotoğraflarla iletişimini daha kolay gerçekleştirdiğini
belirtmiştir.

WhatsApp’ın hayatlarında bir gereklilik mi, tercih mi olduğuna ilişkin bulgular:

Her bir görüşmecinin tek bir yanıt hakkı olduğu soruda ‘gerekliliktir’ diyen kişi sayısı 9,
‘tercihtir’ diyen kişi 5’tir. Çoğunluğun WhatsApp’ı gereklilik olarak nitelendirmesi, günlük hayatta
iletişim kurabilmek için bu uygulamaya duyulan ihtiyacın göstergesi olarak görülebilir.

K4:“Gerekliliktir çünkü iletişimi çok farklı şekillerde gerçekleştirebilecek özellikleri mevcut
olan tek uygulama ve çevremdeki herkesin bu uygulamayı kullanması benim için ihtiyaç haline
getiriyor.” Burada WhatsApp’ın iletişimde dönemin trendi olması ve dolayısıyla yaygın kullanılıyor
olması, K4 tarafından bir gereklilik unsuru olmuştur. E1:“Gerekliliktir çünkü günümüzde okul veya iş
hayatında bile whatsapp grupları aracılığıyla iletişim kuruluyor bu sebeple kişisel olarak whatsapp
kullanmayı tercih etmeyen insanlar bile kullanmak durumunda kalabiliyor.” E1’in WhatsApp
kullanması tamamıyla tercih dışı bir gerekliliğe dayanıyor demek yanlış olmaz.

E6:“Tercihimdir çünkü whatsapp gibi uygulamalar mevcut ve mesajlaşmak için telefonlarımızın
mesaj uygulaması da yeterli olabilirdi.” WhatsApp’ı mesaj özelliğiyle değerlendiren E6, telefonların
kısa mesaj özellikleri de aynı işi yaptığı düşüncesiyle; WhatsApp’ı tercih edilecek bir araç olarak
görmektedir.

WhatsApp’ın iletişimdeki avantaj ve dezavantajlarına ilişkin bulgular 14 görüşmecinin tamamına göre, WhatsApp’ın hem avantajlarının hem de dezavantajlarının bulunduğu ancak avantajlarının daha fazla olduğu ileri sürülmüştür. Tablo 1’de görüşmecilerin verdikleri cevaplara göre avantajlar ve dezavantajlar listelenmiştir.

AVANTAJLAR :

• İnternet erişimi ile kullanılabilmesi
• Hızlı ve kolay iletişim sağlaması
• Görsel öğelerin iletişimi etkin kılması
• Mesafeleri ortadan kaldırması
• Kolay veri paylaşımı sağlaması
• Grup iletişimi, kitlelere ulaşım kolaylığı
• Mesajların kayıtlı olması

DEZAVANTAJLAR :

• Bağımlılık yaratması
• Yanlış anlamalar ve çatışmaların olması
• Asosyalliğe sebep olması
• Yüz yüze ilişkilere olan ihtiyacı azaltması
• Duygu aktarımının gerçekleşememesi

Avantajlara bakıldığında, haberleşme işlevini kolaylaştıran özellikler ön plana çıkarken, dezavantajlara bakıldığında bu kolaylıkların, haberleşme dışında daha uzun süreli kullanımlarda ortaya çıkarabileceği sorunlar olduğu görülmektedir.

Kişilerin yüz yüze iletişim kurma sıklıklarına ilişkin bulgular :

Kişilerin günlük hayatlarında yakın çevreleriyle olan kişilerarası iletişimlerini genellikle sanal
ortamlarda mı yoksa yüz yüze olarak mı gerçekleştirdiklerini tespit etmek ve karşılaştırabilmek
amacıyla, gün içinde WhatsApp kullanma sıklıklarını sorduktan sonra, yüz yüze iletişim kurma
sıklıklarını da incelemek ve karşılaştırmak faydalı görülmüştür. Elde edilen bulgular ş u ş ekildedir:
Kişilerin yüz yüze iletişim kurma sıklıkları yapılan görüşmeler sonucu günlük-haftalık-aylık rutinler
ve rutini yok-nadiren şeklinde gruplanmıştır. 14 görüşmecinin 5’i yakın çevresiyle haftalık rutin
içinde; kalan 9 görüşmecinin 3’ü günlük rutin, 3’ü aylık rutin, 3’ü rutin olmadan-nadiren yüz yüze
görüştüklerini belirtmişlerdir. Devamında görüşmecilere bu süreyi yeterli bulup bulmadıkları
sorulmuştur: 9 kişi yeterli bulduğunu, 5 kişi yeterli bulmadığını söylemişlerdir. Yakın çevresiyle rutin
olmadan nadiren yüz yüze görüştüğünü söyleyen K6: “Kesinlikle yeterli olduğunu sanmıyorum.
Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve bu tür ortamların içinde olması insanların ilişkilerini olumlu
etkiler.” Düşüncesindeyken aynı şekilde nadiren görüşen E7:“Yeterli buluyorum çünkü telefonla
iletişim kurmak, haberleşme ve sohbet etme ihtiyacımı karşılıyor.” Şeklinde ifade etmişlerdir. Burada
bir kişi için kişilerarası iletişimde nadiren de olsa yüz yüze olmanın önemi vurgulanırken diğer kişinin
böyle bir ihtiyacı olmadığı görülmüştür. Haftalık rutinle yüz yüze görüşüp iletişim kuran K4: “Yeterli
bulmuyorum, yüz yüze iletişimin ilişkiler açısından daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Ancak çoğu
zaman görüşmek için ortak bir zaman ayarlamak zor olabiliyor.” Burada WhatsApp’ın en büyük
faydalarından biri olan, uzak insanları sanal ortamda bir araya getirme özelliğine ancak etkin iletişimi
sağlama konusunda yetersiz kaldığına dikkat çekilmiştir.

Aylık rutinle yüz yüze görüşen görüşmeci K1: “Yeterli buluyorum çünkü günlerim okul ve iş
arasında geçiyor, bazen kendime vakit ayırmak istiyorum.” Şeklinde belirtmiştir. Aylık rutinle
çevresiyle bir araya gelen K1 için, sosyal hayatında kişilerarası iletişimini daha çok sanal ortamlarda
gerçekleştiriyor ve ilişkileri bu doğrultuda şekilleniyor demek mümkündür.

Yüz yüze ve sanal ortamda kendini ifade etmeye ilişkin bulgular :

Kişilerin yüz yüze konuşarak mı yoksa sanal ortamlarda yazışarak kurdukları iletişimde mi
kendilerini daha rahat ifade ettikleri sorulmuş ve yaşantılarından bir örnekle açıklamaları istenmiştir.
Bunun sonucunda 14 görüşmecinin 8’i yüz yüze konuşarak, 2’si yazışarak, 4’ü her iki şekilde de
kendini rahat ifade edebildiğini söylemişlerdir. Yüz yüze konuşarak kendini daha rahat ifade
edebildiğini düşünen görüşmecilerin savundukları ortak görüş, mesajın etkili bir iletişim için yeterli
olmayıp söylenmek istenenin yanlış anlaşılmasına ve bazı olumsuzluklara sebep olabilmesidir.
E3:“Yüz yüze kurulan iletişimde kesinlikle daha rahat hissediyorum, acaba kendimi doğru ifade
edebildim mi endişesine kapılmıyorum. Lisede bir araştırma için çalıştığım hocamla telefonda
birbirimizi yanlış anlayıp araştırma ödevini bambaşka yerlere çeken analizlerde bulunmuştuk. Daha
sonra yüz yüze geldiğimizde hata ortaya çıkmıştı.” Sanal ortamda kendini doğru ifade edebilmenin ve
mesajın nasıl yorumlandığının kontrolünü sağlamanın güçlüğü vurgulanmıştır.

K6: “İletişimde ses tonunun önemini fark etmiş biri olarak yüz yüze iletişimin daha rahat bir
ortam sağladığını düşünüyorum. Yüz yüzeyken normal bir ses tonuyla söylediğim bazı kelimeler sorun
yaratmıyorken, aynı kelimeleri emoji kullanmadan yazdığımda soğuk bir imaj yaratıp yanlış
anlaşılabiliyorum.” Yanlış anlaşılmayla ilgili farklı bir bakış açısına sahip olan görüşmeci E4
düşüncesini şöyle açıklamıştır: “Duruma göre değişiyor. Çünkü sanal ortamda yazışarak iletişim
kurmak bazen gecikmelere sebebiyet veriyor ama yazdığınız mesajı göndermeden önce kontrol edip
düzeltmeler yapabilmek yanlış anlaşılmaları en aza indirgeyebiliyor.” Mesajlar kimileri için yanlış
anlama ve çatışma sebebiyken kimileri için de yanlış anlamaları önleyebilecek bir fırsat olarak
değerlendirilebiliyor. Yazışarak iletişim kurarken daha rahat olduğunu belirten görüşmecilerin bakış
açısı ise sanal ortamın insanı reel hayattan uzaklaştırması, sorumluluk duygusunu azaltıp kişiyi dobra
ve özgür olmaya teşvik etmesi olmuştur. K5:“Yazışarak kurduğum iletişimde kendimi daha rahat
ifade edebiliyorum. İnsanlarla yüz yüze olmamak düşüncelerimi olduğu gibi ifade etmemde beni cesur
kılıyor. Çoğu zaman insanlara yüze yüze söyleyemeyeceğim bir konuyu yazarak rahatça söylüyorum.”

Yüz yüzeyken söylendiğinde sorun yaratacak şeylerin, yazılarak ifade edildiğinde de aynı sorunları
yaratacağı varsayılırsa, sanal ortamın kişide yarattığı cesaretle kurduğu iletişimin sağlıklı sonuçlar
çıkarması beklenemez.

WhatsApp’ın kişilerin hayatındaki yeri :

Görüşmecilere WhatsApp’ın hayatlarındaki yeri sorulduğunda verilen ortak cevaplar iki şekilde
gruplanmıştır. 11 görüşmeci, günlük iletişim eylemleri için olması gerekli düşüncesindeyken, 3
görüşmeci olmasa da olur şeklinde ifade etmişlerdir.

K1: “WhatsApp neredeyse en çok kullandığım uygulama. Gün içindeki çoğu iletişimimi
buradan gerçekleştiriyorum.” sözleriyle, günlük iletişim eylemi için gerekliliğini dile getirmiştir.

E7: “Bence olmasa da olur. WhatsApp sunmuş olduğu imkanlarla hayatımda bir kolaylık
sağlamış olabilir ancak olmasa hayatımdan bir ş eyler alıp gitmiş sayılmaz.” WhatsApp’ın sunduğu
asıl hizmetin hız ve kolaylık olduğu görüşünde olanlar, hayatlarında yalnızca bu işlevlerinden dolayı
yer aldığını ve bu kolaylıklar olmadan da iletişimlerini gerçekleştirebileceklerini savunmuşlardır.

Görüşmecilere son olarak bu soru doğrultusunda ‘WhatsApp hayatınızda olmasa ilişkileriniz
nasıl olurdu’ sorusu yöneltilmiştir. Genel görüş ilişkilerin etkilenmeyeceği şeklinde olmuştur.

E4: “Önemli bir değişiklik olmazdı. Sadece anlık haberleşme ve paylaşımlar aksayabilirdi.”
WhatsApp’ın kişisel ilişkileri devam ettirmekten çok iletişim anlamında temel ihtiyaçları karşılayan
bazı işlevsel faydaları düşünüldüğü görülmüştür.

K4: “Belki birbirimizden daha az haberdar olurduk ama ilişkilerim büyük oranda aynı olurdu.
Sürekli iletişim halinde olamamak beni bireysel olarak daha asosyal yapabilirdi.” K4 iletişim aracı
olan WhatsApp’ın yokluğunun ilişkilerine etkisi olmayacağını düşünürken bizzat kendisinde
oluşturacağı olumsuz etkiyi dile getirmiştir. WhatsApp sosyalleşme aracı olarak görülmektedir.

K5: “WhatsApp hayatımda olmasa çevrimiçi iletişim kurmak bu kadar hızlı ve kolay olmazdı.
Onun eksikliğiyle ilişkilerimizin iyi veya kötü olması duruma göre değişir. Yakın çevremde sık sık
görüşebildiğim kişilerle iletişimim açısından iyi olabilirken, görüşemediğim kişilerle WhatsApp’ın
yokluğu bağımızın kopmasına sebep olabilirdi.” K5’in ‘sık sık görüşebildiğim kişilerle iletişimim
açısından iyi olabilirken’ cümlesinde, WhatsApp’ın olmamasıyla gerçekleştirilecek yüz yüze iletişimin
WhatsApp’taki iletişime göre daha iyi sonuçlar yaratacağı düşüncesi dikkat çekmiştir. Aslında
ilişkileri ayakta tutanın fiziksel yakınlık – kolay ulaşım olduğu tespit edilmiştir.

K7: “Daha iyi olurdu çünkü insanlarla yüz yüze konuşup sorunları daha iyi bir şekilde kalp
kırmadan halledebilirdik. Ayrıca hiç görüşmediğimiz insanlar bize yazamaz ve gereksiz samimiyet
kurmak zorunda kalmazdık.” K7, yüz yüze gerçekleştirilen iletişimin avantajına vurgu yaparken sanal
ortamdaki iletişimin de dezavantajlarına dikkat çekmiştir. Yüz yüze görüşülmeden kurulan iletişimle
devam eden ilişkilerdeki samimiyet eksikliğini dile getirmiştir.

E1: “Genel itibariyle internetsiz, muhtemelen çok daha nostalji dolu ilişkilerim olurdu. Bu
benim özlemini çektiğim bir durum.” WhatsApp’ın günümüzde kişilerarası iletişim açısından olumsuz
etkilerine dikkat çekilmiştir.

Sonuç :

İletişim teknolojilerinin gelişimiyle hayatımıza giren sosyal medya, günümüzde kişilerarası
iletişimlerimizde vazgeçilmez bir araç haline gelmiştir. Artık her yaştan insanın elinde akıllı telefonu
ve aktif olduğu en az bir sosyal medya uygulaması bulunmaktadır. Bunun temelinde yatan sebep ise
insanlığın var oluşundan beri süregelen iletişim kurma ihtiyacıdır. Gerçekleştirilen iletişimin şekli her
yeni gelişmeyle değişse de iletişime duyulan ihtiyaç değişmemiş, hala insanı sosyal bir varlık yapan en
temel ihtiyaç olarak yerini korumaktadır.

Yeni teknolojiler insanların iletişime olan ihtiyaçlarından daha fazlasını karşılama özellikleriyle
ön plana çıkmış ve bu şekilde hayatlarının merkezinde yer almıştır. Sunulan çoklu ortamlar ile iletişim
ihtiyacının yanında paylaşımlar yapma, takip etme ve takip edilme özellikleri ile kişilerin sosyalleşme
ihtiyaçlarını da gidermek üzere üretilmişlerdir. Tüm bunların sanal bir ortamda yaşanıyor olması,
kişilerin fazla zaman ve emek harcamadan birkaç tuşa basarak kişilerle iletişimi gerçekleştirmeleri,
kişilerarası ilişkilere bakış açılarının da değişmesine yol açmıştır.

Sanal ortamlarda her an hızlı ve kolay gerçekleştirilen iletişimle, reel hayattaki ilişkilerin değeri
ve yüz yüze iletişim kurma gereksinimleri azalmaya başlamıştır. Daha önce yapılan birçok çalışma,
sanal iletişimin, yüz yüze iletişimin yerini almaya başladığını ve yüz yüze iletişimin değerini
azalttığını göstermiştir. İletişimin yoğun olarak sanal ortamlarda gerçekleşmeye başlaması çevreyle
ilişkilerin de sanallaşmasına zemin hazırlamış, ilişkilerde samimiyet ve maneviyat eksiklikleri artmaya
başlamıştır. Araştırma sonucunda bazı insanların yakın çevreleriyle nadiren veya aylık rutinlerle bir
araya gelip yüz yüze iletişim kurdukları ve buna rağmen bu sürenin kendilerince yeterli olarak
değerlendirildiği, sanal iletişim platformu WhatsApp olduğu sürece sık sık yüz yüze gelmeye ihtiyaç
duymadıkları görülmüştür. Bu şekilde sanal ortamlarda sosyalleşmeye çalışan kişiler gerçek
hayatlarında yalnızlaşma sürecine girmişlerdir. İnsan ilişkilerindeki ve ilişkilere bakış açılarındaki
değişimlere verilebilecek somut bir örnek olarak kabul edilebilir.

Albert Mehrabian mesajların %7’sinin sözel, %38’inin vokal, %55’inin sözsüz yollarla
iletildiğine ilişkin bir formül geliştirmiştir. Bir iletişimde mesajların doğru
aktarılabilmesi için ses tonunun ve beden dilinin önemi bilimsel yollarla doğrulanmışken, bazı
araştırmacılar sanal ortamda eşzamansız gerçekleştirilen iletişimde kişilerin daha çok düşünmeye
vaktinin olmasının iletişimlerini olumlu etkilediğini savunmuştur. Paralel olarak bu araştırmada da
birçok görüşmeci kendini sanal ortamlarda daha iyi ifade edebildiğini, göz göze gelmemenin onlara
cesaret verdiğini olumlu yaklaşımlarla ifade etmektedir. Ancak bakıldığı zaman, yüz yüzeyken
söylemeye cesaret edilmeyen ş eylerin altında ortaya çıkabilecek sorunlar vardır. Yüz yüze olmadan
söylendiği takdirde de olumsuzlukların olması kaçınılmazdır fakat birçok kişi bunun farkında
olmasına rağmen sanal ortamda bulduğu cesarete ihtiyaç duymaktadır. Bu şekilde gerçekleştirilen
iletişimlerin, ilişkilerde olumlu etkiler yaratması beklenemez aksine sanal ortamın verdiği cesaretle
daima çatışmalar ortaya çıkar ve zarar gören ilişkilerin toparlanması güç olur. Sosyal bir varlık olan insanın yüz yüze iletişimlerde çekingenlik yaşaması, gerçek hayattan soyutlanıp sanal ortamlarda var
olarak aslında asosyalleşmeye başlaması gelinen üzücü bir noktadır. Gerçek bir hayatta var olan
gerçek bir insanın yaşamı sanal ortamdan ibaret olamaz, teknoloji bilinçli bir şekilde ve amacına
uygun kullanılmadığı sürece dengeler bozulmaya ve bu tür sorunlar artarak yaşanmaya devam
edecektir.

Sosyal Medyada Sosyalleşememe.

Günümüzde internet ve gelişen iletişim teknolojileri ile beraber hayatımıza girmiş olan sosyal medya platformları kullanıcılar üzerinde pek çok yönde etki edebilmektedir.
Bu etki ettiği konulardan biri de sosyalleşmek için kullanılan bu mecraların aslında onları ne kadar sosyalleştirdiği ile ilgilidir. Sosyalleşmek amaçlı kullanılan bu platformların gerçekte sosyalleştirmediği gibi bir de onları bireyselleşmeye ve yalnızlığa ittiği düşünülmektedir. Birey sosyalleşeyim derken kendi gerçek ortamından, değerlerinden kopmakta ve kendine öz benliğine yabancılaşmaktadır. Sanal alemde ki gerçek dışı arkadaşlık macerası onu gerçek olan fiziki ortamdaki arkadaşlarından ve ailesinden de uzaklaştırabilmektedir. Bu çalışma sosyal medya kullanıcılarının sosyal mecraları sosyalleşmek için kullanırken bu platformların aslında onları daha da çok yalnızlaştırdığı ve kullanıcıları kendi gerçek fiziki ortamlarından da kopardığının bilincine varmalarına yardımcı olmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda sosyal medyanın sosyalleştirme ki etkisi özetlenerek kullanıcıları ne kadar sosyalleştirdiği veya sosyalleşme me ile olan ilişkileri ortaya konmaya çalışılmıştır. Farklı sosyalleşme düzeylerinde sosyal medya platformlarının etkisi literatür taraması yöntemi ile betimlenmiştir.

Giriş Bölümü :

Gelişen teknolojinin hayatlarımıza getirdiği yeniliklerden biri de internet teknolojisidir. Sosyal ağ mecraları pek çok farklı amaçlarda kullanılmaktadır. Bu amaçlardan biri de sosyalleşebilmek ve arkadaş edinebilmektir sosyalleştirdiği düşünülen sosyal medya ne kadar sosyalleştirmektedir. Kullanıcılar kendilerini yalnızlıktan kurtarabilmek için bu sosyal ağlarda zaman harcarken aslında bu ortamların onları daha da çok yalnızlaştırdığı ve onları kendi gerçek ortamlarından da kopardığının ne kadar bilincindeler. Eski yüz yüze iletişimin yerini artık sosyal medya mecraları almaktadır. Ve bu da dost sohbetlerinin, arkadaş ilişkilerinin içeriğini ve şeklini değişime uğratmaktadır. İnsanlar artık bütün iletişim gereksinimlerini bağlı oldukları internet ve dijital araçlara sığdırmaktadırlar. Böylelikle ilişkilerde anlamdan uzak bir şekilde yüzeyselleşmektedir. Zaman geçtikçe sosyalleşeceklerini var saydıkları ağ ortamları onları gerçek bir yalnızlığa da itmektedir. İçine girilen bu yalnızlık ruh hallerini olumsuz etkileyerek onlarda psikolojik rahatsızlıklar yaratmaktadır. Sosyal medya kullanıcılarının ne kadar yalnızlaştıkları ve gerçek ortamdan ne denli uzaklaştıkları sorgulanması gerekli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.

Sosyal Medyanın Tanımı Ve Kullanım Şekilleri :

Sosyal medyanın ve web 2.0’ın son yıllarda bloglar, twitter sosyal paylaşım siteleri gibi mikrobloglar veya video görüntüsü dosya paylaşım platformları veya wiki’ler gibi geniş çaplı web uygulamaları türlerini tanımlamak için önemli bir yeri vardır. Sosyal medya teriminde sosyal özellikler kelimesi olarak sosyal medyada sosyal olanın ne olduğu sorusu ortaya çıkarmaktadır.

Toplumsallaşmada önemli bir role sahip olarak teknolojik yenilik olan sosyal medya mecraları bireylerin fikir, düşünce, davranış ve tutumlarını etkileyip yönlendirerek onların toplumsallaşmasında bir itici güç olarak yer edinen araçlar özelliğine sahiptirler.

Sosyal ağ mecralarının bireylerin kendi düşünceleri dahilinde içerik hazırlayıp paylaşım yaptıkları, karşılıklı birbirlerini ekleyip paylaşımlarına yorum yapabildikleri, birbirlerini etiketleyebildikleri güncellemeler yaptıkları, etkileşimli olarak kullanıldığı söylenebilir.

Sosyal paylaşım mecraları kullanıcıları gittikçe çoğalan ve bireylerin birbirleriyle mesajlaştıkları, video ve fotoğraflarını paylaştıkları içerik oluşturmada birebir kendilerinin sorumlu olduğu ve katkıları olan sosyal ağ mecralarıdır. Sosyal ağ mecraları kullanıcılarının diğer kullanıcılarla iletişime geçtikleri, ilişkilerini geliştirip sürekliliğini sağlayan, eskiden tanıdıklarını veya yeni tanışmak istedikleri kişilerle tanışma fırsatını veren, ideolojik fikirleri benzer olanları bir araya getiren, duygusal ilişkilerin oluşmasına olanak tanıyan sosyal paylaşım mecralarıdır. İnternette sanal gerçekliğin içinde yaratılan kimlikler sanal dünyada geçirilen zamanla sınırlı değildir. Yaratılan bu kimlikler için çevrim içi çevrim dışı sanal ortamlarda tekrar şekillendirilen ve devamlı olarak yeni bir sosyalleşme ve kimlik yaratma sürecinden söz edilebilir.

Çağımız da toplum ve bireyin hayatında sosyal ağ mecralarının bir iletişim platformu olarak aktif bir biçimde kullanılması, ilişki şekillerinde dikey ve yatay olarak yapısal değişim ve dönüşüm göstermektedir. Sosyal medyanın işlevlerinden biri de toplumsal örgütlenmelerde haberleşme aracı olarak kullanılmasıdır. Sosyal medya içerik ve kullanım şeklinden dolayı geleneksel iletişim araçlarından farklı olarak etkileşimli bir yapıya sahip olmasından kaynaklı provoke edilebilir, algı yönlendirebilir ve amacının dışında farklı anlamlarda kullanılmaya imkân sağlamaktadır. Bu bağlamda sosyal medya ile toplumsal nitelikli hareketlerde haklı ve legal davranışların amacının dışına çıkarılması çok kolay bir şekilde sağlanabilir.

Kişilerin sosyal medyayı kullanmalarının amaçlarından biri de kendilerine yeni bir kimlik oluşturmaktır. Kişiler kendi günlük yaşamlarında benliklerinin haricinde bir de toplumsal olarak bilinilecekleri bir kimlik yapılanmasını sosyal medya ile şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Sosyal medya kullanıcıları, eğitim durumlarını, tüketim şekillerini, arkadaşlık aile ilişkilerini, ideolojik düşüncelerini, statü bilgilerini, ziyaret ettikleri yerleri, mekânları sosyal ağlar sayesinde yeniden yapılandırarak yeni bir kişilik inşa etmektedirler.

Sanatçılar, kulüpler, ünlüler, şöhret sahibi kişiler film starlarını bu platformlarda tanıtırlar, röportajlar yaparlar ve fotoğraf paylaşımlarında bulunurlar, takipçileriyle buralardan iletişime geçerler. Yaşadığımız çağda artık markalar ve araştırma şirketleri sosyal medyayı kullanarak ve takip ederek geleceğe dönük kararlarını, yenilikçi tasarımlarını ve planlamalarını bu doğrultuda vermektedirler.

Sosyal medyayı kullanma amaçlarından birisi de kişilerin güç elde etmek için ve kişileri öznellikten çıkararak her zaman daha üstün bir kimlik inşa etmek isteğiyle ve birbirlerini gözetleyebilmek birbirlerinin bilgilerine vakıf olabilmek için kullandıkları, ayrıca iktidarların üstünlük ve güç elde etmek içinde kullandıkları göz önünde bulundurulmalıdır. İletişimin küreselleşerek yayılması ve etkileşimli nitelikte olmasından dolayı gerçekleşen farklılaşmanın birey ekseninde en net olarak görünürlük elde ettiği alan sosyal paylaşım ağlarıdır. Sosyalleşme döneminin bir parçası olan ve ortaya çıkardığı etkilerle sosyalleşme kavramını değişime uğratan bu ağlar kimlik oluşumunda çok önemli etkiler yaratmışlardır.

Sosyal ağlar artık sadece iletişime girmek için değil aynı zamanda bilgi edinme, oyun oynama, arama yapmak gibi çok farklı konularda kullanıcıların ihtiyaçlarını giderme gayesindedir. Böylelikle aradıkları her şeyi bulan sosyal medya kullanıcıları başka bir araca gereksinim duymamaktadırlar.

Tutundurma faaliyetlerinin geleneksel medya ortamlarında yeni medya uygulamalarına hızlı bir geçiş sürecinin yaşandığı günümüzde güçlü iletişim özelliğiyle öne çıkan sosyal medya ve sosyal ağlar aracılığıyla gerçekleştirilen reklamların faaliyetleri giderek artmaktadır.

Sosyal Medya Hakkındaki Olumlu Düşünceler :

Sosyal medya mecraları çevrimiçi eylemcilik, geleneksel eylem şeklini tamamlayan ve bir bütün olarak düşünülmelidir. Sosyal medya mecraları, hareketliliği, bireyselliği ve çok kimliliği vurgulayan, yeni toplumsallığı olan hareketlerin ruhunu karşılamaktadır. Sosyal medya insanların gündelik yaşamlarının önemli bir parçası haline gelmiştir. Sosyal medya yaygın bir paylaşım ve iletişim aracı olarak kullanılmaktadır. Sosyal ağlar bilinçli ve etkili bir biçimde kullanıldığında birçok yönde faydalar sağlayabilmektedir.

Sosyal medya mecraları gerçek hayatlarında iletişim zorluğu çeken bireylere farklı ve çok kişi ile tanışma fırsatı verir ve bu kişilerle iletişime geçmelerini sağlar. Sosyal ağlar gün geçtikçe daha da önem kazanırken gündelik yaşam tarzının da bir parçası olmayı da başarmıştır. Kişilerin sosyal paylaşım ağlarının verdiği avantajlardan faydalanmak için kullanma isteğinde bulunmaları bu sanal
ortamların yeni toplumsallaşma ortamları olarak adlandırılmasına imkân vermektedir. Zaman ve mekân kavramlarını ortadan kaldıran bu sosyal ağ siteleri sosyalleşmede önemli bir tamamlayıcı unsur olarak dikkat çekmektedir. Sosyal hayatın içinde bulunan bireylerin sosyal paylaşım ağlarında da yer edinmeleri bireyleri sosyal ağın üyeleri haline getirmektedir.

Çevrimiçi medyanın getirdiği yeniliklerden biri olan sosyal medya, kullanıcılarını iletişime geçmeleri için onlara cesaret vererek harekete geçirir ve bununla ilgili geri bildirime de önem verir. Sosyal ağ mecraları sadece yayılmacı tabanından değil, ayrıca çift yönlü iletişimi sağlaması açısından da önemli görülmektedir. Sosyal ağ mecraları seri ve etkili bir şekilde çoklu iletişimin gerçekleşmesine olanak tanıdığı için oluşturulan içeriklerin daha kolay paylaşılmasında kolaylık sağlamakta ve bağlantılı iletişim gerçekleşmiş olmaktadır. Geleneksel medyaya oranla sosyal ağların
kullanım maliyeti sıfırdır, kullanılması karışık değildir, daha kolay erişebilme fırsatı sunar ve üzerinde istenilen değişikliği yapabilme olanağı olduğu için statikliği önlemektedir. Sosyal ağların kullanıcılar için geri bildiriminin seri bir şekilde olması önem arz etmektedir. Sosyal medya çok katmanlı anlamlar içermekle beraber komplike bir kavramdır. Toplulukların bir araya gelerek grup olabilmelerine olanak sağlar ve birbirleriyle iletişim kurabilmelerinde araç görevi görmektedir

Sosyal medya, coğrafik olarak farklı yerlerde ve birbirinden uzak yaşayan insanları / toplulukları farklı inanç, dil ve kültürleri tek bir mecrada buluşturup bir ülkenin vatandaşıymış gibi kaynaştırarak aynı ideolojilerde birleşmelerini sağlayıp harekete geçirebilmektedir. Sosyal medya kültürel yapısından dolayı küreselliği ile beraber yerel bazda da çok önemli bir yere sahiptir. Sosyal medyanın, bireyler arasında geniş ağ yapısından dolayı eş zamanlı, etkileşimli iletişim ve seri bağlanma yapısından dolayı yerel ve küresel kültürlerin yeni boyutlar kazanmasında önemli etkisi olacaktır. Sosyal medya insanlar arasındaki iletişimsel ilişkilerin geliştirici etkisinin olduğu söylenmektedir.

Sosyal Medyaya Getirilen Eleştiriler :

Bireylerin paylaştıklarında gerçek bir kendileri olma durumu olmaması, içsel özü olarak sosyal mecralarda yanıltmacı davranışlar göstermesi sonucu kimliğinin bütün bunların toplamında ortaya çıkması gerçek hayattaki arkadaşlıklarını dahi olumsuz etkilerken sosyal mecradaki arkadaşlıkları çok daha akıl almaz duruma getirmektedir.

Sosyal medya kullanıcıları popüler kültürün tesirinde kalmaktadır ve bu kültür sosyal medya kullanıcılarıyla birlikte toplumdaki diğer öğelere de etki etmektedir. Sosyal ağlar yapısı gereği gerçek kimlikler gizlenebilmektedir ve bu kendini gizleme kişilerin bu sanal ortamlarda farklı kimliklere bürünebilmelerine imkân vermektedir. Bu da kimlik sorunlarına neden olabilmektedir. Bu ortamlarda her şeyin alabildiğine ve denetlemeden gösterilmesi mahremiyet olgusunun yok olmasına, aşağılama ve küfrün kolay bir şekilde kullanılmasına imkân doğurmaktadır. Ayrıca bağımlılığa neden olabilmesinden dolayı ruhsal bunalımlara ve asosyalleşmeye hem de şiddete yol açmaktadır.

Sosyal medya kullanıcıların farklılıklarını ortadan kaldırmakta aynı zamanda zaman ve mekan kavramının ötesine geçerek akışkan bir şekilde belleklere ve hayatlara gizlice girerek herkesi aynılaştırmaktadır. Sosyal ağ mecraları sayesinde bu akışkan ilişkiler karşılıklı bir şekilde birbirlerine etki ederek, kendilerini devamlı kılmaya yardımcı olup birbirlerini devamlı değiştirmektedir. Bu mecralar gizliliğin yok olduğu yeni hayatların oluşmasına vesile olurken bir taraftan da toplumsal ilişkileri bölmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle beraber bireylerdeki sosyal ilişkiler kurma düşüncesi ve gereksinimi de değişim geçirmiştir. Sosyalleşme düşüncesi bu ağlar sayesinde fiziksel platformlardan ve gerçeklikten uzak yerini çevrim içi iletişim şekline bırakmaktadır. Teknolojinin gelişmesi sebebiyle sosyal medya kullanıcıları çevrim içi bir biçimde sosyalleşmektedirler.

Sosyal paylaşım ağlarını gün içinde çokça kullanmak ya da her zaman çevrim içi olarak kalmak kullanıcılara zarar verici durumlara gelmektedir. Kullanıcılar zaman içinde yaptıkları bütün şeyleri bu sitelere yazma isteğinde bulunmakta ve her paylaşımlarına yorum yapılmasını beklemektedir. Kabul görmek için yapılan bu aktiviteler yargılamalardan veya beğenilmemekten kaçma şekline gelmiştir. Zaman geçtikçe de sanal ortamlardaki iletişim gerçek ortamlardaki etkileşime tercih edilmektedir.

Sosyal Medyada Kişiler Arası İletişim :

Teknolojik ilerlemeler ile beraber bireylerdeki sosyalleşme düşüncesi ve ihtiyacı değişim geçirmiştir. Sosyal ağlar ve çevrimiçi iletişim şekilleri gerçek ve fiziksel ortamların yerini almıştır. Bu teknolojik uygulamaların vasıtasıyla kullanıcılar sosyalleşmelerini çevrimiçi olarak gerçekleştirmektedir. Kullanıcıların aile bağlarından sosyal ilişkilerine, çoklu iletişimden duygusal ilişkilerine varıncaya kadar etkili olan bu uygulamalar değişik özellikleri sayesinde kişilerarası iletişim süreçlerini ve sosyalleşme sahalarını etkilemeye devam etmektedir.

Sosyal ağlar zamanı ve mekânı ortadan kaldırarak kullanıcılarına birçok konuya dair paylaşım yapmaları ile ilgili cesaret vermektedir. Böylelikle kişilerarası iletişim tarzına yakın etkileşimli bir ortam kurma imkânı vermektedir. Çünkü sosyal ağ kullanıcıları bu ortamlarda birbirlerini takip etmekte, birbirlerinin paylaşımlarına yorum yapmakta, beğenide bulunmakta ve sosyal ağların maliyetsiz özelliğinden faydalanarak görüntülü konuşabilmektedir. Paylaşım yapma açısından dolayı hızlı ve etkili bir ortam olması sosyal ağ kullanımı yaygınlaşmaktadır. Bu da kişilerarası iletişimde sosyal ağların bir araç olarak kullanılmasına neden olmaktadır. Sosyal medya ile gelen arkadaşlıklar vasıtasıyla insanların kurduğu ilişkiler sürecinde iletişim farklı mecra ve kanallara kayma göstermektedir. İnsanların sosyal medya kullanımları gözle görünür bir şekilde meydana çıkan hem dış çevresiyle hem de aile içerisinde iletişim şeklinin ve yönünün değişmesi sosyal mecraların kullanımından kaynaklanmaktadır.

Sosyal Medyada Sosyalleşememe :

İnsanlar sosyal haytalarında konuşmaktan dahi çekindikleri kişilerle yüzyüze iletişimin zorunlu olmadığı için sosyal ağ mecralarında? iletişime geçebileceklerine, internet ve sosyal ağ mecralarının onlara verdiği fırsatlardan dolayı ilişkilerini geliştirebileceklerini ayrıca yalnız kalmayacaklarına da kanaat getirmektedirler. Bunlardan dolayı insanlar sosyal ağ mecralarında çok zaman geçirmektedirler. Dijital iletişim teknolojileri sayesinde sosyal ağ mecralarında geçirilen vaktin çoğalması ”sofalising” (sosyalleşirken bir o kadar da yalnızlaşmak) kavramının gelişimine sebep olurken insanların gerçek hayatlarındaki ilişkilerinin yüzeyselleşmesine, simge, ikon ve işaretlere bağlı olan yeni bir iletişim sürecinin var olmasına ve kullanılmasına neden olmaktadır. Bunlarla beraber sosyalleşme süreci de değişim geçirmektedir. Geleneksel kültüre dayalı olan misafirliğe gitmek, parklara kafelere, derneklere gitmenin yerine sosyal mecralar da zaman geçirmek almaktadır.

Sosyalleşmek için zamanlarının çoğunu sosyal ağlarda geçiren bireyler başta ailelerine ve çevrelerine olmak üzere kültürel değerlerine ve kimliklerine de yabancılaşmaktadırlar. Sosyal ağlarda çevrimiçi paylaşımlarda bulunan bireyler etkileşime girdikleri bu yeni kültürel kodlara farkında olmaksızın alışıp kendi öz kültürleriyle yer değişmesine izin vererek zamanla kendisine ve çevresine yabancılaşmaktadır. Yapılarından dolayı bu dijital ortamlar, gerçeklikten uzaktırlar ve bilinenin aksine kullanıcılarda teknolojiye ve ekrana karşı bağımlılık yaratmaktadır. Sosyal ağ mecralarından dolayı birey kalabalıklar içerisinde yalnızlaşırken kendisine ve çevresine yabancılaşma problemlerini de doğurmaktadır.

Bireyler özellikle de gençlerin sosyal ağ mecralarına hem bilgi paylaşımı, hem kendini ifade etme, hem de sosyalleşmek için ideal mecralar olarak baktıkları görülmüştür. Dijital yerlilerin sosyal ağ ortamlarını bu şekilde anlamlandırmaları gerçekte bireylerin giderek bireyselleştiğini, yalnızlaştıklarını ve insansız bir iletişimin içerisinde olduklarını göstermektedir. Sosyal ağ arkadaşlıkları kendi öz benliklerinden farklı oldukları, tamamen kendi istekleri doğrultusunda yaratılan yapay ve yanıltıcı benlikler üzerinden arkadaşlıklarını çoğaltmaya dönük platformlardır. Bu yaratılan gerçek dışılık karakterdeki arkadaşlıklar bireylerin gerçek hayattaki sosyal ilişkilerine kadar etki edip onların ilişkilerini zora sokma gibi durumlara neden olabilirken sanal ortamdaki ilişkilerinin normal bir boyutta olması olanaksızdır.

Bireyin, kendisiyle, ailesiyle, içinde bulunduğu toplumuyla, uzaklaşmasına sebep olan etmenler dijital dünyada, internet oyunları, sanal ortamda sohbet, uzun süren telefon görüşmeleridir. Birey hayaller ve gerçekler arasında sanal mecralarda yaşamaya başladığında: Gerçek hayattaki kimliğiyle sanal olarak yapılandırılmış kimliği arasında kararsız kalıp bocalayabilmekte ve içinde yaşadığı gerçek dünyaya karşı yabancılaşmaya başlamaktadır. Sosyal ağ mecraları bazı durumlarda yalnızlık, stres, depresyon gibi rahatsızlıkların giderilmesi için kullanılan mecralar olarak bakılsa da çok fazla kullanıldığı zamanlarda kullanıcıları bağımlı hale getirip bunun sonucunda da davranışsal ve psikolojik rahatsızlıklara neden olabilmektedir. Ayrıca gençlerde benlik kaygısı, içine kapanma tatminsizlik ve duygu durumlarında değişikliğe de neden olabilmektedir.

Bireyler internet ve sosyal ağlar tarafından kuşatılmışlardır ve teknolojiye karşı edilgen karakterler kazanarak, bağımlılıklar kazanmaktadırlar. Sosyal medya kullanıcıları sanal alemde sosyalleşerek daha aktif roller üstlenirken gerçek yaşamlarından uzaklaşmaktadırlar.

Sonuç :

İnternetin kullanılmaya başlanmasıyla beraber hem bireysel olsun hem de toplumsal olarak etkisi hissedilmeye başlandı. Eskiden insanlar iletişimlerini yüz yüze olarak gerçekleştirirken internet ve onun uzantıları olan sosyal ağ mecraları ile beraber artık sanal mecralardan iletişimlerini gerçekleştirmektedir. Birey olarak kendilerini tatmin etme imkanı verdiği düşüncesiyle kişi kendine yeni kimlikler oluşturmaya ve bu yapılandırılmış kimliklerle online olarak iletişime geçmektedir. Ve bu online iletişim sayesinde düşüncelerini kolaylıkla söyleyebilmektedir. Tabi birey giderek kendi gerçek kimliğinden, öz varlığından uzaklaşarak yapılandırdığı karaktere de inanmaya başlamaktadır.

Bu da bireyin kimlik problemleri yaşamasına, gerçeklikten uzak bir yaşama itilmesine neden olabilmektedir. İnsanlar bu sanal mecralarda sosyalleştiklerini düşünürlerken gerçekte bulundukları ortamlardan, ailelerinden, ve hatta kendilerinden bile uzaklaştıkları söylenmektedir. Yani birey bu mecralarda sosyalleştiğini düşünürken gerçekte sosyalleşemediği gibi bu sosyal ağlar daha da kötü bir biçimde bireyin yalnızlaşmasına ve bireyselleşmesine gerçek ortamından da kopmasına neden olduğu savunulmaktadır. Gün içerisindeki zamanlarının çoğunu bu mecralarda geçirdikleri için fiziki ortamlarından bağımsız olmakta ve bu da artık gerçek benliklerinden uzaklaşmaları sonucunu doğurmaktadır. Gerçek bir arkadaşlık dostluk kurmak yerine sanal ortamlardaki yapılandırılmış karakter ile arkadaşlık kurmak kullanıcıları zaman içerisinde daha da yalnızlaştırabilmekte ve gerçeklikten uzaklaşmasına neden olabilmektedir.

Aile İlişkilerinin Sosyal Medyayla Birlikte Çöküşü

Günümüzde iletişim araçları hızlı bir şekilde gelişmektedir. Bu gelişme bireylerin internet araçlarını daha çok kullanmasına sebep olmaktadır. Bunlardan en önemlisi de sosyal medyadır. Son yıllarda hızla çoğalan sosyal medya kullanımı, günümüzde insanların rutinleri arasında bulunan ve kullanan insan sayısının devamlı bir artış gösterdiği bir araçlar bütünü durumuna gelmiştir. Sosyal medya; kişilerin kendilerini ifade ettikleri ve başka kullanıcılarla bağlantıda olduğu yeni bir sanal medyadır. Yeni iletişim araçlarının gelişim göstermesi ve bunlara olan ilginin çoğalması ile birlikte sosyal medya kullanımı her geçen gün daha da artmaktadır ve bireyler arası iletişim kopukluklarına sebep olmaktadır. Akıllı telefon kullanımı günümüzde çoğaldıkça sosyal medyaya erişim o kadar kolay duruma gelmiştir. Sosyal medyada geçirilen zaman arttıkça aile ilişkilerinde o oranda azalma görülmektedir. Sosyal medyanın yoğun olarak kullanılması sadece aile ilişkileri değil ailede yaşanacak başka sorunlara da sebep olmaktadır. Bu çalışmada sosyal medyanın aile ilişkilerinde ne derece etkili olduğu incelenmektedir. Boş zaman aktivitesi olarak ortaya çıkan sosyal medyanın kullanımı aile ilişkilerini ne oranda etkilediği incelenmektedir.

İçinde bulunduğumuz yüzyıl bilim ve teknoloji çağı olduğundan bilimsel ve teknolojik gelişmeler hayatımıza birçok değişimi de beraberinde getirmiştir. Bu değişimler hayatı kolaylaştırıp her alanda olumlu etkiler göstermekle birlikte birtakım olumsuzluklara da kaçınılmaz olarak sebep olmaktadır. Teknolojik gelişmelerden günümüzde öne çıkan ve yaygın olan internet teknolojisinin topluma getirdiği en önemli yeniliklerden biri de zaman ve mekân sınırlarını ortadan kaldırması olmuştur. Zamansal ve mekânsal sınırların ortadan kalkmasıyla insanlar geleneksel bir iletişim biçimi olan yüz yüze iletişimden farklı bir boyutta gerçekleşen sanal iletişime geçmişlerdir. Söz konusu olan bu yeni iletişim biçimi insanların bir açıdan kolay bir şekilde sosyalleşmesine olanak tanırken diğer açıdan da çeşitli bağımlılıklar üreterek onları bireyselliğe itmekte ve yalnızlaştırmaktadır. İnsanların bu durumdan hangi açıdan ve ne düzeyde etkileneceği kişinin sanal iletişim biçimini kullanırken kendisini yüz yüze iletişimden soyutlayıp soyutlamamasına bağlı olarak değişmektedir.

Çalışmada bir teknoloji ürünü olan bilgisayarlar ve akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla yüz yüze ilişkilerle kurulan toplumsal ortamların yerini sanal toplumsal ağ ortamlarına bırakmasına değinilmiştir. Her yaş, her meslek ve her statüden insanın hayatına girmeyi başaran bu sosyal medyanın insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğu gibi birtakım olumsuz etkilerinin de söz konusu olduğu son dönem araştırmalarında ortaya konulmaktadır.

İnsanlar gündelik hayatını iletişimle iç içe geçirmektedir. Sağlıklı bir toplumun temel gereksinimi olan sağlıklı iletişimin yolu, toplumun çekirdeği olarak kabul edilen ailedeki iletişimin sağlıklı olmasından geçmektedir. Bu bağlamda sosyal medyanın aile içi iletişime etkisinin hangi boyutlarda olduğu konusuna odaklanmakta fayda vardır. Sosyal medyanın aile içi etkileşimi en çok etkilediği boyutlar; birinci olarak aile üyelerinin birlikte geçirdikleri zaman dilimlerinin yerini sosyal medyada geçirilen sürenin alması ikinci olarak ise sanal âlemin verdiği esneklik ve bilinmezliğin etkisiyle sanal flörtlerin ve sanal aldatmaların yaşanmasına zemin hazırlamasından dolayı eşler arasında güvensizlik ve huzursuzluk oluşturmasıdır.

Geldiğimiz son noktada toplumun tüm alanlarında sosyal medya kullanımı ciddi oranda yaygınlaşmıştır. İnsanların büyük çoğunluğu bilgisayarı açar açmaz ya da akıllık telefonlardan öncelikle sosyal medya sayfalarına bakmakta ve farkına varmaksızın bu sayfalarda amacını karşılayacağından daha fazla zaman harcamaktadır. Aile içerisinde anne-baba ve çocuklarda bu durum ciddi bir iletişim kopukluğuna yol açmaktadır. Çünkü aile üyeleri iletişim biçiminin en açık ve sağlıklısı olan yüz yüze iletişim kurmaktan daha çok çağımızın popülaritesi olan sosyal medya sayfalarında vakit geçirmektedir. Bu durum ise insanları zamanla sosyal medya sayfalarına bağımlı bireyler haline getirebilmektedir.

Bu araştırmada sosyal medya kullanımının amacından sapması, gereğinden fazla sosyal medya sayfalarında vakit geçirilmesi ve bu durum sebebiyle aile içi iletişimin olumsuz yönde etkilendiği varsayımı üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Ailenin birlikte geçirdiği zamanları insanları daha fazla dışarıya bağımlı kılmakta olan yoğun iş temposu, zor yaşam şartları, çocukların eğitim koşulları gibi etkenlerle gittikçe azalmaktadır. Aile üyelerinin ortak paylaşımda bulunabilecekleri zaman dilimi genellikle akşam vakitleridir. Fakat sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla özellikle çocuklar bu vakitlerde aile üyeleriyle iletişim kurmak yerine internet ve sosyal medya sayfalarını tercih eder hale gelmişlerdir.

Bu çalışmanın amacı, aile içi iletişime sosyal medyanın etkisini incelemektir. Bu bağlamda odaklandığımız temel varsayımlar; sosyal medyanın bireylerin hayatıyla aşırı iç içe geçmesi, bazı bireylerin sanal dünyayı gerçek dünyasının önüne geçirmesiyle farkına varmadan sosyal medya bağımlısı oluşu ve sosyal iletişim becerilerini zamanla yitirerek yalnızlaşması, sosyal medyanın ailece geçirilen zamanı kısıtlamasıyla ailedeki iletişimin eksilmesi ya da tamamen yok olması, eşlerin aldatma dürtüsünü sanal âlemin teşvik etmesi ve kolaylaştırması ve bu bağlamda ailede huzursuzluk, tartışma, boşanma hatta cinayet olaylarının yaşanması, doğru ve yanlışı tam olarak seçemeyen kime güveneceği konusunda bilinci netleşmemiş çocukların ve ergenlerin sanal âlemin cazibesine kapılarak art niyetli kişiler tarafından kandırılarak cinsel istismara maruz kalmalarıdır.

Aile İçi İletişim :

Aile içi iletişim ile aile sağlığı birbirini tamamlayan iki olgudur. Sağlıklı aile, aile bireylerinin gereksinimlerinin doğal olarak karşılandığı ailelerdir. Örneğin anne-baba ebeveyn olmaktan mutludur ve bu rolü isteyerek kabullenmişlerdir. Bu nedenle büyük sorumluluk isteyen çocuklarını yetiştirmede ve ihtiyaçlarını karşılamakta bir zorunluluk hissetmeden görevlerini sergilemektedirler. Ailenin sağlığı, aile üyelerinin arasındaki iletişimle orantılıdır. Birbirleriyle az konuşan, açık iletişim içinde olmayan ve birbirlerine karşı samimi yakınlık duyamayan bireylerden oluşan aile sağlıklı değildir. Aile içi iletişimin kuvveti çocuklara dayandığı için bireylerin iletişim kalitesini artırmaları gerekmektedir. Yapılan sosyolojik ve psikolojik araştırmalarda, bireyler arası sınırların iyi tanımlanmış ve iletişimin yüksek olduğu ailelerdeki çocukların sorunlarını daha rahat çözdüğünü ve okul başarısının daha yüksek olduğunu
ortaya koymaktadır. Aile içerisinde iletişimin iyi olması bilhassa çocukların sorunlarını anlamak için en önemli unsurdur. Ebeveyn-çocuk iletişimi iyi olan ailelerde, çocukların akademik başarılarının daha iyi olduğu bir gerçektir.

Aile içi iletişimin gücünü artıran fonksiyonların işlerlik kazanması, aile üyelerinin kendilerine ve ailelerine samimiyetle güven duymalarına yardımcı olacaktır. Ebeveynlerin birbirlerine ve çocuklarına karşı yeterli ilgiyi göstermeleri ve rollerinin gerekliliklerini yerine getirmek için çaba sarf etmeleri, ailelerin sağlıklı iletişimine katkı sağlamaktadır. Bu açıdan sağlıklı ebeveyn-çocuk iletişimi, çocuk gelişiminde çok önemlidir. Çocuğun aile içindeki iletişim ve etkileşimi, toplumsal yaşamındaki diğer bireyler ve varlıklara karşı aldığı tavırları, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle sağlıklı iletişim ortamı olmayan ailede büyüyen çocuklar psikolojik olarak ve iletişimsel bağlamda normal gelişim gösterememektedir. Aile iletişimi kuvvetli olan ailelerde, çocukların kendilerine olan güvenleri daha yüksek olduğu görülmektedir. Aile içi iletişim bir diğer önemi ise çocukların akranlarıyla olan iletişimi daha rahat ve sağlıklı olmasını sağlamasıdır.

Sağlıklı ailelerin iç yapısında ve işleyişinde bir esneklik söz konusudur. Ev düzeninin işleyişini sağlayan görevler, içinde bulunulan şartlara göre el değiştirmektedir. Yani aile üyeleri, özellikle ebeveynler aile yaşantılarını görev ve sorumluluklarını paslaşarak devam ettirmektedirler. Ayrıca sağlıklı ailenin perspektifi,sözlü ve sözsüz iletişimde ebeveynler tarafından en sağlıklı iletişimin açıklık ve doğruluk olduğu, anlatıların da doğru olarak anlamanın dikkatli bir şekilde dinleme ile sağlanabileceği doğrultusunda olmalı, bu perspektif benimsenmeli ve çocuklara da iletişim formatı yansıtılmalıdır. Çünkü çocuğun ilk iletişim becerilerini kazandığı yer aile ortamıdır ve çocuğun toplumsal yaşantısındaki iletişim becerisi temelde bu çerçevede işlemektedir. Bu durum aile içerisinde sağlandıktan sonra çocukların yaşıtları ile daha sağlıklı, karşısındaki bireye saygılı, dinlemeyi bilen bireyler olarak devam edeceği görülmektedir.

Ailede yüz yüze görüşmenin yapılamadığı, farklı mekânlarda bulunma yani fiziksel olarak bir arada bulunmama durumunda, beden dilinin kullanılamamasından kaynaklı bir iletişim eksikliği ortaya çıkmaktadır. Bu durum modern çağın kaçınılmaz hastalığı haline gelmiştir. İnsanlar zamanla ortak bir şey yapmayı, birbirini dinlemeyi ve kendini açıkça ifade etmeyi farkında olmadan bırakmışlardır. Bu da sağlıklı iletişim kuramayan bireyler ve aileleri doğurmuştur.

Günümüzde insanların yoğun iş tempoları ve iş dışı bazı aktiviteleri aile içi ortak zamanları kısıtlamakta, bireyler yalnızca akşam bir araya gelebilmektedir. Ancak akşam birlikteliğini, aile bireylerinin birlikte değerlendirmemesi durumuyla da aynı ortamda bulunan fakat iletişim kurmadan yaşayan aile kitleleri ortaya çıkmaktadır. Geleneksel dönemden modern çağa uzanırken bu durumu kıyasladığımızda bunun sebebi olarak başlarda kitle iletişim araçlarına bağımlılık, günümüzde de internet bağımlılığı gösterebilmekteyiz. İnternet bağımlılığından kasıt ise en fazla kullanıcıya sahip sosyal paylaşım sitesi olan Facebook bağımlılığıdır. Aile içi iletişimi iki başlık olarak incelemek gerekirse bunlar; eşler arası iletişim ve ebeveyn-çocuk iletişimi olacaktır.

Eşler Arası İletişim:

Ailedeki sağlıklı iletişim, öncelikle anne-babanın iletişimiyle doğrudan ilgilidir. Sağlıklı anne-baba iletişimi, aynı zamanda sağlıklı çocuk demektir. Geleceğin sağlıklı ailesi, yine sağlıklı iletişim kurabilen ailenin içinde yetişen çocuklarla mümkün olmaktadır.

Evlilikten önce toplumda bir birey olarak varlık gösteren kadın ve erkek, evlendikten sonra karı-koca birlikteliğiyle “dünyada birlikte var olmak” şeklinde yeni bir yaşam biçimi oluşturmaktadır. Bu yaşam biçimi, evlilikte “sen” ve “ben” yerine “biz” anlayışı ile hareket etmektir. Eşler arası iletişimde “biz” anlayışından güç alınmaması durumunda, hem kadın hem de erkek mutsuz olmaktadır. Eşler arasında “biz” benliğini gölgeleyen her davranış, ilişki ve iletişimi olumsuz etkilemektedir. Çünkü sağlam ve mutlu bir evlilik, iki ayrı kişiliğin birbirini bütünlemesiyle gerçekleşmektedir. Evlilik bu yönleriyle özel bir iletişim sitemidir. Evleninceye kadar ayrı ayrı ilişki ve dünyaları olan kadın ve erkek, evlendikten sonra yeni bir ilişki biçimini kazanmaktadır. Evlilik ilişkilerinde sürekli ikili sorun çözme davranışı, karı koca arasındaki birlikteliği kuvvetlendirmektedir. Evliliklerde “o senin sorunun” anlayışı yerine “bizim sorunumuz” anlayışı bulunmalıdır ve birlikte çözümler üretilmelidir. Aksi takdirde “sen-ben” anlayışı ilişkileri zedelemektedir. Daha ilerisini düşünecek olursak bu anlayış aile içerisinde sorunlara ve hatta ve hatta evliliklerin bitmesine kadar sebep olmaktadır.

Eşler arası iletişime kadın yönüyle bakarsak, geleneksel dönemde kadının kocasına ekonomik olarak bağımlı olması durumu, evlilikte mutsuzluk varsa bile kadın için bu evlilik mecburiyet demekti. Kadın, kocası tarafından çeşitli sıkıntılara maruz kalsa da özellikle çocuk varsa kadının evliliği bitirmesi söz konusu değildi.

Kadınların özgürlüklerini kazanmaları, evliliğin daha da kolay sonlanmasına ortam hazırlamıştır. Eskiden kadın kendini kocasına tabi kılardı. Bugün ise kendi bireyselliğine ve mesleğine ilişkin kadın haklarından hareket ederek bir noktadan sonra evliliğe katlanmak mecburiyetinde kalmamaktadır. Erkelerde ise durum biraz farklıdır. Örneğin eskiden erkek eşini aldatır ve kadının bundan haberi olursa, erkek pişmanlığını kabul ettirip kadın tarafından affedilirdi. Aynı durum kadın için söz konusu olduğunda ise kesinlikle tolerans gösterilmemekte ve evlilik sonlandırılmaktaydı. Modern çağda durum eskiye göre ciddi değişime uğramıştır. Ancak kadın ve erkeğin evlilikten mutluluk bulması için her iki tarafta da tam bir eşitlik duygusu olmalı, karşılıklı özgürlüklere bir sınır getirilmeli, en mükemmel şekliyle düşünsel ve bedensel yakınlık oluşturulmalı ve değer ölçülerine bakışta bir paralellik bulunmalıdır. Günümüzde hem eskiye göre eğitim seviyesinin yükselmesinden hem de kadınların maddi özgürlükleri ve aile bütçesine destek vermek için çalışmak istemesinden dolayı kadınların iş hayatına katılması, aile içi eşitliği de beraberinde getirmiştir. Günümüzde artık ev işlerinde “ kadının görevi-işi” anlayışı yok denecek kadar azdır. Ev ortamında da eşitlik söz konusudur.

Diğer taraftan ailenin sağlığı, eşlerin arasındaki ilişkinin durumuna göstermektedir. Sağlıklı ilişkide kişiler, bilinçli ve sorumluluklarının farkındadırlar. Ailedeki her birey görevini, yeterliliklerini ve sınırlılıklarını bilmekte ve kendi değeri ile birlikte diğerlerinin de değerini de öne çıkartmaktadır. Eşler arası iletişimde temel etken; karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörü aynı zamanda karşılıklı etkileşim ve dayanışmadır. Ailede eşler, evliliğin yaşaması için aile gereksinimleri ile bireysel gereksinimleri arasında denge kurarak, uzlaşım sağlarlar. Eşler bu olgun insan profiliyle, bir açıdan çocuklara gelecek için örnek model teşkil etmektedirler. Çünkü eşler çocuk yetiştirmeyi son derece önemli bir misyon olarak görürler. Bu nedenle aile tarafından çocuğun her türlü gereksinimi doğal bir şekilde karşılanmaktadır. Çocukların gözünde anne-baba, “kendilerinin gereksinimlerini karşılamak zorundadır” gibi bir profil de söz konusu değildir. Günümüzde aileler çocuklarını küçük yaşlarda yeteneklerine göre kurslara, derslere yönlendirmektedirler. Çünkü aileler çocuk yetiştirmeyi ve onların geleceği ile ilgili her konuya çok önem verirler.

Zaten sağlıklı ailede üyeler misyonlarını zorla ya da baskı altında değil, doğal bir akış içerisinde sergilemektedirler. Böylelikle ailede sağlıklı iletişim kurulabilmekte ve ailenin temelleri kolay kolay sarsılmamaktadır. Zaten ailedeki huzursuzlukların genelinde iletişimsizlik kaynaklı sebepler söz konusudur. İletişim eksikliği tüm sorunların ana kaynağıdır. Bu nedenle sağlıklı iletişim kurabilen ailelerde, aile huzurunu kaçıracak unsurların aileye etki düzeyleri önemli düzeyde azalmaktadır.

Aile huzurunun kaçmasında ilk anlatılan şey, belli bir sebep belirtip o sebep sonrası oluşan tartışmadır. Ancak burada belirtmemiz gereken önemli husus bu huzursuzluğa neden olan etken eşlerin tartışması değil, eşlerin tartışma dozunu ayarlayamaması ve birbirlerine telafisi mümkün olmayan kırıcı sözler sarf etmeleridir. Yani tartışmanın yapıcı değil, yıkıcı mahiyette olmasıdır. Bu sıkıntının olmaması için eşler tartışma esnasında sürekli karşısındakini eleştirerek kendini temize çıkarmaya çalışmaktan ziyade çözüm odaklı hareket etmeye önem göstermelidir.

Bu konuda belirtmemiz gereken son husus, tartışmanın yalnızca uyumsuz, birbirini sevmeyen eşler arasında olmayacağıdır. Nitekim birbirine son derece uyumlu çiftler arsında da zaman zaman tartışmaların olması kaçınılmaz olabilmektedir. Bu nedenle tartışma aile huzurunu kaçırıyorsan ziyade, yanlış tartışma ve yanlış üslupla yaklaşma etkenleri asıl sebep gösterilmelidir. Bu olumsuzlukların etkisi ile eşler arası iletişimin kuvveti arasında bir korelasyon vardır. Eşler arası iletişimi ne kadar kuvvetli ise olumsuzlukların etkisi o kadar düşük olmaktadır. Bu nedenle eşler arası iletişim aile sağlığı için çok önemlidir.

Ebeveyn – Çocuk İlişkisi:

Ebeveyn-çocuk iletişimin ilk yıllarında çocuğun fiziksel olarak büyümesi, zihinsel gelişimi, ahlaki açıdan doğru ve yanlışları öğrenmesi bakımından oldukça önemlidir. Ebeveynçocuk iletişiminde zamanla çocuğun ebeveynine bakışı, ebeveyninde çocuğa bakışı farklılaşmaktadır. Bebeklik çağındayken çocuğun her istediğinin yapılması söz konusuyken, büyüdüğünde yalnızca kurallar çerçevesinde istedikleri yapılabilmektedir. Bu durum bir bakıma aile içindeki güç dengesinin tersine dönmesi demektir. Bebeklik döneminde gücün tamamı çocuktayken, büyüdüğünde büyük bir oranı ebeveyne geçmektedir. Bebeklik çağındaki çocuğun her istediğinin yerine getirilmesi normal karşılanırken biraz yaşı ilerlediğinde bütün isteklerinin yapılması toplumsal açıdan “şımarıklık” olarak nitelendirilebilmektedir.

Ebeveyn-çocuk iletişimi temel olarak anne ve babanın tutumlarına bağlıdır. Ebeveynlerin tutum ve davranışları incelendiğinde, onların bu takındıkları tutum ve tavırlar da bir çeşit öğrenme türüdür.
Ebeveynlerin tutum ve tavırlarını etkileyen bazı unsurlar vardır. Bunların başında ebeveynlerin nasıl bir çocuk istediklerine dair daha çocuğun doğumundan önce kurulan bir çocuk kavramının olmasıdır. Bu hayaldeki çocuk kavramı gerçeğiyle uyuşmadığında yani beklentilerine uygun olmadığında ebeveynlerde bir hayal kırıklığı yaşanmakta ve çocuğu reddetme tavrı gelişmektedir. Bunun yanında ebeveyn tutum ve davranışlarında içinde bulundukları kültürel değerlerinde payı fazladır. Ayrıca ebeveynlik rolünden haz duyma ya da duymama durumu da çocuğa karşı olan tavrı etkilemektedir. Her konuda olduğu gibi insanlara ancak haz duyup severek yaptığı konularda başarılı olacağından çocuk yetiştirmede de bu duyguyla hareket edilmelidir.

Çocuğun sağlıklı bir kişilik ve ruh yapısı geliştirmesinde en önemli unsur ebeveyninden gördüğü sevgi ve ilgidir. Modern dönemde özellikle çalışan anneler çocuğu ile arasındaki sevgi bağının oluşmasına ve kökleşmesine çok dikkat etmelidir. Çocuğa gereken zaman ayrılmazsa çocukta ebeveynine karşı temel güven duygusu gelişmemektedir. Bu güven oluşumu özellikle 0–3 yaş arasında gerçekleştiği için bu dönemde daha hassas olunmalıdır. Eğer bu boşluk oluşursa ebeveynler çocuğa karşı kendini suçlu hisseder ve bu durumu telafi etmek için aşırı ödün verme, çocuğun üstüne gereğinden fazla düşme tavrına bürüneceklerdir. Ancak bu tavır çocukta sorumsuz, vurdumduymaz bir davranış oluşumuna neden olacaktır. Günümüzde çalışan annelerin gün geçtikçe çoğalması, çocuklarına gereken ilgi ve alakanın gösterilmesine engel teşkil etmemelidir. Çocuklarına gerekli zamanı ayırmayan ebeveynler, belki de sağlıksız bireylerin oluşumuna sebep olacaktır. Bu da çocuklar için ilerleyen zamanlarda önemli sorun teşkil edecektir.

Ailede iyi bir iletişim ortamında yetişen çocuklar büyüme evrelerini büyük oranda başarıyla atlatmış olmaktadırlar. Aile içerisinde sağlıklı iletişim kurabilen birey mutlu, arkadaş canlısı, bunalımdan uzak, olumlu ve yapıcı bir yapıya sahip olmaktadır. Eğer çocukta uyum bozukluğu söz konusu ise öncelikle çocuğun aile içi iletişimindeki eksiklikleri araştırmak gerekmektedir. Ebeveynin sevgi ve ilgisinden uzak yetişen çocuklarda bu sevgi açlığından dolayı bir takım davranış bozuklukları söz konusu olabilmektedir. Ebeveynleri ile iyi bir iletişim içerisinde büyüyen çocuklar akranları ve çevresiyle iletişim kurabilme de daha başarılı olacaktır. Aile içinde iletişimleri kuvvetleri olan bireylerin daha mutlu ve başarılı oldukları gözlemlenmektedir.

Çocukluk döneminden ergenlik dönemine geçişte çocuğun duygu, davranış ve tepkilerinde önemli değişimler söz konusudur. Bu durum çoğu aileyi hazırlıksız yakaladığı için ebeveynler çocukları üzerinde ciddi endişe taşımaktadır. Bu geçiş dönemi ergenin sorunlarını çözebilmesi içinde bulunduğu iletişim ortamıyla doğrudan alakalıdır. Ergen çocukluk çağında ebeveyninden sevgi, ilgi ve disiplini dengeli şekilde alabilmişse gerek arkadaş ilişkilerinde gerekse diğer kişisel sorunlarında kolay bir şekilde çözüm yolu bulabilmektedir. Çünkü zor durumlarda problemini paylaşabilecek bir aile dayanağının olduğunu bildiği için kendini yalnız hissetmeyecektir. Çocuklar için bu güven kaynağı çok önemlidir. Bütün sorun ve sıkıntılarında ebeveynleri ile rahat iletişim kurabilen ve yapıcı olan ailelerin çocukları ergenlik dönemlerini neredeyse sorunsuz bir şekilde atlatacaktır. Çünkü ergenlik döneminde çocukların kötü alışkanlıklara (alkol, sigara, madde kullanımı vb. ) eğilimi yüksek olmaktadır. Bunların engellenmesi için aile içi iletişimin rolü çok büyüktür.

Modern dönemde ebeveyn çocuk iletişimin temel unsuru anne-babanın çocuğuna bizzat zaman ayırıp onunla birlikte vakit geçirmesidir. Ancak bu vakit geçirme çocuğu baskı altında tutarak sağlanmamalıdır. Çocuk her zaman aile ortamında demokratik bir yaklaşım görmeli ve bu noktada ailesinin yanında olduğunu hissetmelidir. Ebeveynler çocuk ile açık iletişim kurmalı problemleri yüz yüze konuşarak çözüm yoluna gidilmelidir. Açık iletişim kurulan ailede aile üyeleri birbirini daha iyi tanıyacak, istek ve şikâyetlerinden daha rahat haberdar olacak ve böylelikle ailedeki sorunlar noktasında kolaylıkla bir uzlaşıya varılacaktır.

Çocuk, aileden aldığı yaşam algısıyla kendini ifade etmeye çalışır. Bu nedenle ailede olumlu bir atmosferle büyüyen çocuk toplumsal yaşama sağlıklı bir şekilde uyum sağlayabilmektedir. 1980’lerin sinema kuşağında aile tutumunun çocuğa yansıması ‘vahşi çocuk’ isimli filmde güzel bir şekilde özetlenmiştir. Bu filmde anlatıldığı gibi çocuk zihinsel, fiziksel ve sosyal tüm koordinasyonlarını aile ortamında öğrenmektedir. Burada temeli sağlam atılan çocuk ileriki dönemde de sağlıklı bir şekilde hayata atılabilmektedir. Vahşi çocuk filminde de aile eğitiminde uzak yetişen çocuğun yaşadığı yoksunluklar sergilenmiştir. Örnek verdiğimiz filmdeki olaya gerçek hayatta rastlamıyoruz. Ancak gerçek hayatta kaçınılmaz şekilde karşımıza çıkan durum sağlıklı iletişim kurulamayan ailelerde büyüyen çocukların hayatlarının devamının çoğunda olumsuzluklar yaşadığı gerçeğidir. Küçük yaşlarda gerekli ilgi-alaka gösterilmeyen, ergenlik dönemini sorunlu geçiren çocuklardan ileriki yaşlarda başarı beklemek mümkün değildir. Çünkü çocuğun temelini ebeveynler oluşturmaktadır. Çocuk anne ve babayı rol model olarak almaktadır.

Çocuğun sevgi ve güven ortamında sağlıklı yetişmesi, çocuğa rehberlik yapmak, davranışlarına yön vermek, kuralların çerçevesini ve uygulanışını göstermek ailenin görevidir. Aile çocuğun zor durumlarında yanında olmalı ve desteğini göstermelidir. Doğumdan sonra çocuk etrafında ailesini gördüğü için çocuğun gelişiminde aile, özellikle ilk çocukluk dönemlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Aile çocuğun beslenme, barınma, güvenlik gibi fizyolojik ihtiyaçları yanında sevgi, ilgi ve şefkatle duygusal ihtiyaçlarını da giderir. Bu noktalarda her türlü öğrenmeyi aile içinde gerçekleştirir. Çocuğa ne kadar birikim, ilgi, şefkat verirsen çocuktan o kadar başarı beklenmelidir. Ailesinden ilgi, alaka, sevgi vb. davranış görmeyen çocukların ders, ikili ilişki, iletişim vb. konularda başarı göstermesi mümkün değildir.

Bu etkenler çocukta güven olgusunu da pekiştirir. Bu nedenle aile çocuğun geleceğe hazırlanmasında ve toplumsal yaşama sağlıklı bir şekilde adım atmasında en etkili kurumdur. Çocuğun kişilik oluşumu annebaba ile kurduğu iletişim çerçevesinde şekillendiği için çocuğun aile eğitimini sağlıklı bir şekilde yararlanabilmesi ebeveynlerin çocuğa karşı yönelttiği sağlıklı tutuma bağlıdır. Bu tutum da anne babanın birbirleri arasında ve çocuğa karşı ilişkilerinde hoşgörülü, dengeli ve sevgi dolu olmasıyla sağlanmaktadır.

Sosyal Medya :

Sosyal medya kavramı incelendiğinde literatürde birçok tanım yer almaktadır. Bazı araştırmacılar sosyal medyayı, kişiler arasındaki karşılıklı etkileşimi destekleyen, ortak ilgi alanlarına sahip bireylerin paylaşımını arttıran ve herkesin kendi kişisel profilini ve iletişim kurmak istediği arkadaş listesini oluşturma şansı veren web tabanlı ortamlar olarak tanımlamaktadır. Preeti (2009)’a göre, sosyal ağ kavramı; ortak bir amaç doğrultusunda kişilerin düşüncelerini paylaşmalarını ve birbirleriyle etkileşime girmelerini kolaylaştıran internet üzerinden bir topluluk oluşumunu işaret etmektedir.

Diğer taraftan, sosyal medya toplumdaki daha derin sosyal etkileşimi, topluluk oluşumunu ve işbirliği projelerini gerçekleştirmeyi sağlayan siteler olarak tanımlanabilmektedir. Belin ve Yıldız (2011) ise, mevcut toplumsal bağların sürdürülmesini ve yeni bağlantıların kurulmasını destekleyen çevrimiçi toplumsal ağlar olarak tanımlamaktadır.

Literatürdeki tanımları toparlayacak olursak, sosyal medya, sosyal bir ortamda kendilerini tanıtma, sosyal ağ ortamı kurma, diğer kullanıcılarla iletişim kurma ve devam ettirme, oluşturdukları içeriği (fotoğraf, video, blog vb.) paylaşma, kişisel bilgilerini, fotoğraf ve videolarını içeren profil sayfası oluşturma ve tanımadığı insanlarla ilişkiler kurma, yeni arkadaşlıklar keşfetme gibi olanaklar sunan çevrimiçi platformlardır. Sosyal medya tanıdığı ya da tanımadığı kişilerle iletişim kurma, fotoğraf ve video paylaşılabilen bir platformdur.

Günümüzde sosyal medya uygulamaları artık sadece iletişimi sağlamakla kalmayıp oyun, bilgi edinme, arama yapma gibi pek çok aktiviteye de olanak sağlayarak, neredeyse kişilerin hemen hemen bütün ihtiyaçlarını giderir duruma gelmiştir. Böylece aradığı hemen her şeyi sosyal medyada bulan kişilerin başka bir araca ihtiyaçları olmayacaktır.

2001 yılında kurulan Ryze.com, iş dünyasındaki profesyonellerin özellikle de yeni girişimcilerin iletişim kurmasını sağlamak üzere tasarlanmış bir toplumsal paylaşım ağı olarak kurulmuştur. Sonraları 2002 yılında Friendster isimli sosyal medya uygulaması ortaya çıkmış olup Ryze.com’un sadece iş dünyasına dönük olmasından dolayı olan kısıtlılığa çözüm olarak daha geniş sosyal kesime hitap edecek şekilde tasarlanmıştır. Friendster’in halen etkin kullanıldığı ve gerçek anlamdaki sosyal medyanın ilk örneği olarak görüldüğü belirtilmektedir.

Arayüzleri daha da geliştirilen Facebook, Myspace, Friendster, Hi-5, Twitter, Netlog vb. gibi sosyal medya uygulamalarının 2000’li yıllarda oldukça popüler hale geldiği görülmektedir. Özellikle 2003 yılından sonra oluşturulan sosyal medya uygulamalarına gelindiğinde, en bilinenleri Facebook ve Myspace olmuştur. Şuan ülkemizde gençler arasında en fazla kullanılan uygulamalar, Facebook, Twitter ve Instagram’dır.

Günümüzün en fazla kullanılan sosyal medya uygulaması olan Facebook, 2004 yılında Mark Zuckerberg ve oda arkadaşları tarafından Harvard Üniversitesi içinde kurulmuştur. Uygulama 2005 yılında daha çok akademik camia içinde kalsa da, 2006 yılında şimdiki niteliklerine kavuşarak genel kitlelere ulaşmıştır. 2016 yılının ikinci çeyreğinde sosyal medya devi Facebook’un 1 milyardan fazla aktif
kullanıcı sayısının olduğu açıklanmıştır.

Yine aynı döneme hitap eden önemli uygulamalardan Twitter ise, daha kısa cümlelerin kurulmasıyla oluşturulan Twit’ler ile iletişim kurulması, daha çok gençlere ve Hollywood’un ve müzik dünyasının ünlülerine hitap etmesi nedeniyle oldukça ünlenmiştir. 2006 yılında teknoloji girişimcileri Evan Williams, Jack Dorsey ve Biz Stone tarafından geliştirilen Twitter, internet üzerinden SMS (kısa mesaj) olarak ortaya çıkmıştır ve özellikle Twitter’ın mobil teknolojilerden (SMS ile ya da internet ağı ile) takip edilebilmesi erişilebilirliğini ve hızını artırmaktadır. Günümüzde neredeyse tüm güncel konulara ve olaylara Twitter’dan rahatlıkla erişilebiliyor ve hatta kullanıcıların bir kısmı gündemi takip etmek için Twitter uygulamasını kullanmaktadır.

Diğer taraftan Foursquare, 2009 yılında arkadaşlar ile “check-in” olarak adlandırılan yer bildirimi ve gerçek zamanlı konum paylaşmayı başlatmıştır. Beş yıl sonra, check-in’e kendi uygulamasını vermeye karar vererek Swarm isimli yeni bir uygulamayı ortaya çıkarmıştır. Böylece, kullanıcıların arkadaşlarını takip edip, onlarla buluşabilmesi için en hızlı yol olarak tanımlanmaktadır. Kullanıcıların check-in yaparak bulundukları ortamda diğer Swarm kullanıcılarını da rahatlıkla görebilmektedir. Swarm uygulaması üzerinden kullanıcılara kısa mesaj atma özelliği de bulunmaktadır.

Sosyal medya tercihleri ile ilgili bir araştırmada ise, gençlerin %26’sı Twitter’ın hayatlarındaki öneminin çok büyük olduğunu ifade ederken, %23’ünün Facebook için aynı ifadeyi kullandığı bulunmuştur. Aradaki farkın büyük olmadığını belirten Turgut (2013)’a göre, bir önceki araştırmada Facebook oranının %42 olması, Facebook kullanma eğiliminin düştüğünü göstermektedir. Bununla birlikte, gençlerde Instagram kullanımının da yaygınlaştığı gözlenmektedir. Fakat Instagram’ın Facebook bünyesinde olduğunu unutmamak gerekir. Instagram uygulaması üzerinden fotoğraf, video paylaşılabilir hatta yeni güncellemesi ile canlı yayın yapma özelliği bulunmaktadır.

Sosyal medya uygulamaları aracılığıyla bireyler kendi kişisel sayfalarını oluşturabilmekte ve buna dayalı olarak iletişimde bulunabilmekte, diğerleriyle etkileşim kurabilmektedir. Hazar’a göre sosyal medyanın en önemli özelliği bireylerin kendilerini başkalarına açık bir şekilde internet kanalıyla ifade edebilmesidir

Birçok özelliği bulunan Facebook, beraberinde aşırı kullanımı da gündeme getirerek kişilerin hayatında birtakım problemlere yol açmaktadır. Söz konusu problemler araştırmacılar ve klinisyenlerin de araştırmaları ile bağımlılık gibi bir patolojiyi gündeme getirmiştir ve Facebook bağımlılığı yeni bir araştırma alanı olarak alanyazında yerini almıştır. Günümüzde akıllı telefonlardan kaynaklı sosyal medya hesaplarına erişim çok kolaydır. Hemen bakıp çıkacağım mantalitesi ile günün önemli kısmını sosyal medya hesaplarında geçirildiği bilinmektedir.

Twitter ele alındığında, bir mikroblog ortamı olarak bilindiği ve 140 karakterle kişilerin düşüncelerini, bilgilerini, diledikleri sayfaların web adreslerini, beğendiği resim ve videoları paylaşabildiği söylenebilir. Twitter’da da kullanıcılar kendi ağlarını oluşturabilmekte ve bu ağları kullanarak iletişim sağlayabilmektedir. Gündem ile ilgili ya da kişisel düşüncelerimiz ile ilgili bir şeyler paylaşmak, fotoğraf- video paylaşmak mümkündür.

Twitter’ı diğer sosyal ağlardan ayıran temel özellikler şöyle sıralanabilmektedir :

• Karşılıklı takipleşmenin mecburi olmaması,
• İleti uzunluğunun 140 karakter ile sınırlı olması,
• Çok sayıda araç (mobil cihazlar, bilgisayarlar) tarafından destekleniyor olması,
• Masaüstü uygulamalarına (widget) ve alışılmış arayüzün ötesinde çeşitli web uygulamalarına sahip olması.

Instagramda yoğun kullanılan bir sosyal medya uygulaması olarak fotoğraf ve video paylaşımlarına izin vermektedir. Instagram’ın Facebook bünyesinde olduğunu unutmamak gerekir. Popüler fotoğraf paylaşım platformu olarak bilinen Instagram, Facebook tarafından satın alındıktan sonra değerini 35 kat artırdığı söylenmektedir. Bu bağlamda, ara yüzünün sade ve kullanımının kolay olması açıklık özelliğini ön planda tutmakta olup bu sebeple de her yaştan kesime hitap ederek yaygın kullanıldığı düşünülebilir.

Diğer taraftan, uygulamayı ilgi çekici yapan en önemli özelliğin çekilen fotoğraflara hızlı ve etkileyici filtrelerin uygulanabilmesi olduğu belirtilmektedir ve bu filtreler sayesinde normal hayatta rastladığımız en basit nesneler bile sanki bir sanatçının elinden çıkmış gibi fotoğraflanabilmektedir. Böylece, Instagram ortamında paylaşılan fotoğraflara ağdaki diğer kişiler “beğen” özelliği ile beğendiklerini belirtebilmekte, isterlerse yorum yazarak etkileşimde bulunabilmektedir. Bu uygulamada karşılıklı takipleşmek mecburi değildir.

Foursquare, konum bazlı çalışan bir sosyal medya uygulamasıdır. Önceleri Foursquare kullanılarak hem mekân aranabilmekte hem de “check-in” olarak tabir edilen yer bildirimi yapılabilmekteydi. Şimdilerde ise Foursquare yer bildirimi yapmak isteyenleri, Swarmadlı yeni bir sosyal medya uygulamasına yönlendirmektedir. Böylece Foursquare sadece mekan aramak için, Swarm ise yer bildirimi yapmak için birbirilerine entegre şekilde çalışmaktadır.

Aşırı şekilde konum bildirimi yapma veya sıklıkla durumunu bildirme de şimdilerde ayrıca çalışılan bir bağımlılık türünü ortaya çıkarmıştır. Buna göre, internette bildirim paylaşarak çok zaman harcamak sosyalizasyon olarak görülmektedir. Psikologlar bunu “sosyal bildirim bağımlılığı” olarak tanımlamaktadır. Bu kullanıcılar bildirimlerini paylaşarak sosyalleşeceklerini düşünmelerine rağmen, asosyal olmakta ve beyin o an sosyalizasyona kurulu olduğundan gerçek sosyal ilişkileri reddetmektedir. Çünkü beyin bildirimlerin etkisiyle sosyal kalmaktadır. Sürekli yer bildirimi yapma, beğeni ve yorum odaklı yaşamak bağımlılığın belirtilerinden olarak görülebilir.

Sosyal medya uygulamalarının özellikleri dikkate alındığında, bu ortamları oldukça cazip hale getirecek özelliklerin insanları derinden etkilediği ve hayatlarının bir parçası haline getirerek devamlı orada bulunma isteği yarattığı açıkça görülmektedir. Bu durum, sosyal medyadan olumlu olarak yararlanılmasının yanında birtakım problemlerin doğmasına ve bu problemleri giderme yollarının araştırılmasına neden olmuştur. Sosyal medya bağımlılığı da bu problemlerden bir tanesi olarak alanyazında yerini alırken, bağımlılık konusuna geçmeden önce sosyal medyanın etkileri ayrı bir başlık altında incelenmiştir.

Sosyal Medyanın Aile İletişimindeki Rolü :

Ailede anne-baba ve çocuk arasında iletişimde birebirlik çok önemlidir. Bireyler çocukluk döneminde ve özellikler ergenlik döneminde anlayış ve ilgiye çok fazla ihtiyaç duymaktadır. Bu dönemde ebeveyn ve çocuk arasında sorunların üzerinin kapatılması, problemleri daha fazla artırmaktadır. Bu durum aile içi ilişkilerin ve iletişimin bozulmasını tetiklemektedir. İletişim bozukluğunu çözmenin yolu aile içinde açık iletişim yani doğrudan iletişim unsuru olan karşılıklı konuşmadır. İletişimsel problemlerin çıkmaması ve en aza indirgenebilmesi için ebeveyn ve çocuk arası diyaloglar sık tutulmalı ve çocuğa karşı arkadaşça bir tavır sergilenmelidir. Çocuğa ne kadar arkadaş gibi yaklaşım gösterilirse o kadar iletişimsel problemler ortadan kalkacaktır.

İletişimin geçekleşmesi için aile üyelerinin bir arada olması önem arz etmektedir. Günümüzde insanlar arası iletişim için bir aradalık şartı ortadan kalkmıştır. Ancak aile içerisinde sağlıklı iletişim için bu şart hala anlam ifade etmektedir. Çünkü aile üyelerinin yüz yüze aynı ortamda olması, birlikte zaman geçirmesi ve açık bir şekilde konuşma yoluyla iletişim kurması, aile içi iletişimin en yalın halidir ve problemler karşısında en kolay çözüme ulaştıran yoldur.

Günümüzde ailenin bir aradalığı eskiye oranla çok azalmıştır. Kadının çalışma hayatına atılmasıyla ailede anne de baba da sadece iş çıkışı akşam bir araya gelebilmektedir. İşten gelen anne-baba ve okuldan gelen çocuğun bir arada bulunabildiği akşam saatleri aile iletişimi için kaçırılmayacak zaman dilimleridir. Ancak internet ve sosyal medyanın hayatımıza girişiyle aileye ayrılması gereken bu ortak zamanın kullanımı iyice kısıtlanmaktadır. İnternet yoluyla sosyalleşme çabası olan Facebook kullanımı özellikle gençler arasında ciddi oranda popüler olan bir etkinlik haline gelmiştir. Gençler artık zamanın önemli bir kısmını Facebook’ta geçirmektedir. Devamlı sosyal medyada zaman geçiren bireylerden dolayı aileye ayrılan zaman daha da azalmaktadır. İletişimin sosyal medya aracılığıyla yapıldığı gözlemlenmektedir.

Akıllı telefonların çıkışıyla birlikte bu daha çok yaygınlaşmıştır. Çünkü Facebook’a bağlanma artık ellerinin altında sağlanmaktadır. Bu durum gençlerin ve aşırı olmasa da yetişkinlerin evde oturduğu yerde, çarşıda, okulda ders esnasında, seyahatte, partide hatta tuvalette bile Facebook’tan kopmamasına ortam hazırlamıştır. Bu atmosferde gerek toplumsal ilişkiler gerekse aile içi iletişimde sanal âlemin içinden kopamayan bireyler gerçek yaşamsal iletişimlerini aksatma yönünde sıkıntıya girmektedir.

Sosyal medya ve aile içi iletişim bağlamında odaklandığımız temel nokta Facebook’ta geçirilen sürenin, zaten kısıtlı olan ailenin birlikte geçirebileceği zaman dilimlerini azaltmasıdır. İnternette sosyalleşme için harcanan vaktin aslında insan ilişkileri açısından daha önemli olan yüz yüze açık iletişim için ayrılacak zamanı çalması Facebook’un aile içi iletişimi üzerindeki etkisinin temel unsurudur. Neredeyse sadece akşam vakitleri bir arada olan aile üyelerinin, o zaman dilimini de sosyal medyada geçirmesi aile içi iletişim açısından büyük sorun teşkil etmektedir. Gençlerin odalarına çekilip sosyal medya hesaplarında dolaşmaları ebeveynleri ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Aile üyeleri ile birlikteyken sosyal medyaya bağlanma durumu üyeler arası açık iletişimi sekteye uğratacağı için aile içi iletişimi olumsuz etkilemektedir. Sanal âlemde gezinen bireyin dikkati o yöne kayacağı için etrafında olan bitenden kendini soyutlayacaktır. Bu nedenle ister anne-baba ister çocuk olsun aile üyeleri bir aradayken sosyal medyaya girme sıklığını ve süresini azaltmalıdır.

Sosyal Medyanın Bireylerin Sosyalleşmelerine Etkileri:

Bireylerin sosyalleşmesi, içinde bulunduğu toplumun bir üyesi olarak rollerini almalarıyla, toplumun egemen kurallarını benimsemeleri ve uygulamalarıyla başlamaktadır. Ancak bu başlangıç ilk olarak aile kurumuyla daha sonraları ise okul, akran grupları, yönetsel birimler, dernekler, komşu kümeleri gibi gruplarla devam etmektedir. Çünkü toplum, bu etmenlerin tamamından oluşan bir olgudur. Yapılan araştırmalarda çoğu toplum bilimci sosyalleşmenin etmenleri konusunda birincil ve ikincil kümeler olarak ayrıştırmaya gitmiştir.

Bireyin toplumsallaşmanın birincil kümelerin başında aile, akran grupları, arkadaş grupları, oyun kümeleri, okul gibi topluluklar yer almaktadır. Toplumsallaşmanın ikincil kümelerinde göze çarpan temel hususlara baktığımızda ise birincil kümelere göre daha uzak, daha resmi, daha az duygusal ve daha az kişiselliğin olduğunu görmekteyiz. İkincil kümelerinde ilişkiler oldukça kısa sürelidir. Birincil kümeler seçilmiş ve ayrıştırılmış bireylerden oluşup az sayıda kişilerden oluşurken, ikincil kümelerde sayıca fazlalık söz konusudur. Birincil kümelerde devamlı zaman geçirilen bireyler
bulunmaktadır. Birincil kümelere göre ikincil kümelerde bulunan kişiler daha az zaman geçirdiğimiz bireyler olarak nitelendirebiliriz.

Bunların dışında farklı olarak ele alınması gereken küme kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçlarının 20. yüzyıldan itibaren toplumsallaşma üzerinde ciddi etkisi söz konudur. Burada önemli olan nokta kitle iletişim araçlarının yaş ya da dönem fark etmeksizin tüm bireyleri etkileme kapasitesine sahip olmasıdır. Kitle iletişim araçlarında, birincil kümelerde görülen yüz yüze ilişki olması durumunun farklı bir versiyonu görülmektedir. Kitle iletişim araçlarında iletişim tek yönlüdür. Buradaki ilişkinin sıklığı ve süresi ise bireylerin denetimindedir. Kitle iletişim araçlarından radyo, televizyon, gazete, dergi vb. ikincil kümelerin kişisellik eksikliğini gidermek için kullanılmaktadır. Ancak bu açıdan da tek yönlü bir iletişim olduğu için bireyin sağlıklı toplumsallaşmasında yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle de kitle iletişim araçları sadece bireyin toplumsallaşmasına yardımcı bir unsur olmaktadır. Kitle iletişim araçları kişinin sosyalleşmesinde önemli bir rolü yoktur.

Aziz’in 1982 yılında bireyin toplumsallaşmasında birincil ve ikincil küme ayrıca kitle iletişim araçlarının etkilerinden bahsetmesi çok doğaldır. Yalnız bugünün şartları açısından değerlendirme yapacak olursak bireylerin toplumsallaşmasında son dönemlerde bağımlılığa doğru sürüklenmekte olduğumuz sosyal medya araçlarının da ele alınması gerekmektedir.

Bir iletişim aracı olarak internet, artık diğer medya araçlarının yerini almış durumdadır. İnsanlar internetten mesajlaşma, gazete okuma ve TV izleme gibi imkânlara sahiptir. Ayrıca yüz yüze görüşme formatından uzak, sanal bir etkileşim olduğu için oldukça esnek bir ortam yaratmaktadır. Bu esneklik ve internetin diğer medya araçlarının işlevlerini kapsayıcı özelliği sayesinde kullanıcılar için çevrimiçi iletişim, daha cazip hale gelmektedir. Bu durum insanların iletişim kurma ve sosyalleşme formatında değişime neden olmaktadır. İnternet erişiminin kolaylığı kitap okuma, dizi izleme ya da herhangi bir bilgiye kolay bir biçimde erişim imkânı sunmaktadır. Günümüzde neredeyse çoğu bilgilere istediğim zaman rahatlıkla internet aracılığıyla erişmek mümkündür. Ama bu erişim kolaylığı asosyalleşmeyi de yanında getirmektedir.

Günümüzde bilgisayar ve internet kullanımı oldukça yaygındır. İnternetin çeşitli amaçlarla kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bir sanal dünya âleminin ortaya çıkışı söz konusu olmuştur. Gelinen son noktada sanal âlemin en popüler unsurunun Facebook olduğunu görmekteyiz. İnsanların 2003 yılında tanışmış olduğu bu sosyal paylaşım sitesiyle Facebook ağı içerisinde bir sosyallik alanı oluşturmuşlardır. Toplumsal paylaşım sitesi misyonuyla ortaya çıkan Facebook’ta çoğu zaman sanal dünya ile gerçek dünya arasındaki sınırın belirsizleştiğini, Facebook’ta arkadaş bulma, siyasi ve sosyal düşünceler üzerine tartışma, fikir alış verişinde bulunma, Facebook aracılığıyla tanışma ve tanışık olanlarında iletişimini pekiştirerek evlenmeleri gibi ciddi kararların da alındığını görmekteyiz. Yani Facebook kullanıcıları gerçek hayattaki aktivitelerinin büyük bir çoğunluğunu artık sanal ortamda da gerçekleştirebilme imkânına sahiptir.

Konuşan, iletişim kuran, aktaran insanlar teknolojinin toplumsal hayatta kullanımını bir hobiden çok, ihtiyaç haline getirmişlerdir. Ancak buradaki iletişimin aşırılığa kaçmasından dolayı yüz yüze iletişim yetersiz kalmaktadır. Burada anlatılmak istenen, yüz yüze iletişimin öneminin ya da gerçekliğinin azalması değildir. Sadece insanlar iletişim kurmada daha kolaya kaçmaya çalışırken, sosyal medya iletişimini gereğinden fazla hayata sokmaktadır. Bir açıdan amaçlanan şey iletişim pratikliğiyken denge kurulamadığı için vazgeçilmez iletişim yoluna dönüşmüştür. Bu nedenle beden dili, jest ve mimiklerle daha ikna edici olan yüz yüze iletişim yerini soyut, duygudan yoksun ve güven teması eksik olan sosyal medyaya bırakmıştır. Sosyal medya aracılığı ile kurulan iletişim de yanlış anlamalara açık bir iletişim şeklidir. Çünkü mimik ve beden dili görülmediği için farklı anlaşılmalara çok açıktır.

“Sistem insanı insana, yaşama yabancılaştırırken, aynı zamanda onu yalnızlaştırıyor. Tek başına bırakılan insanı, evlere, apartmanlara, iş yerlerine hapsediyor. Yüz binler, milyonlar içinde yalnız, yabancı ve sadece tüketen bir insan kişiliği yaratan sistem, sonra da sanal bir dünyayı çözüm olarak insanların önüne koyuyor. “Sosyal ağ” dedikleri bu sanal dünya, insanı bireyselleştiren, yalnızlaştıran dünyasında bir kurtarıcı gibi sunuluyor. Yalnızlaştırılan, insana, insani değerlere, insan ilişkilerine yabancılaştırılan milyonlarca insan için suni çözümler üretilerek, insanlara sanal bir dünya sunulmaktadır. Günlük yaşamda, apartmanındaki, sokağındaki, işyerindeki, okulundaki insanlardan uzak duran, onları tanımak için çaba harcamayan milyonlarca insan bilgisayar dünyasının beyaz camından “arkadaşlıklar” kurmaya çalışıyor. Sohbet grupları oluşturuyorlar. Saatlerini, günlerini harcadığı bu suni ilişkide, yüz yüze ilişki, günlük yaşamın paylaşılması yoktur. Magazin vardır, boş sohbetler vardır, vakit öldürme vardır”. Facebook üzerine Uçar’ın yorumlarında dikkatimizi çeken durum insanların sosyalleşmeye giderken aslında ne kadar fazla bireyselleştiği gerçeğidir. Önceden buyana yüz yüze bir arada gerçekleşen muhabbet ortamları giderek kaybolmaktadır ve bunun yerini internet iletişim araçları almaktadır.

Sosyal Mrdyanın Aile Bireyleri Üzerindeki Etkisi :

Aile içi iletişim ya da iletişimin her biçiminde, her şeyden önce iletişim kuracak bireylerin birbirlerine yeterli zaman ayırması gerekmektedir. Ancak yaşanan toplum ve teknolojik değişimler, yoğunlaşan iş yaşantıları nedeniyle günümüzde aile üyelerinin birbirlerine zaman ayırmakta zorlandıkları görülmektedir. Çağdaş kent ailesi, boş zamanların birlikte değerlendirilmesi yönünden önemini kaybetmiştir. Ailenin boş zamanları birlikte değerlendirme işlevi, aile dışına kaymıştır. Günümüzde bu işlevi artık başka unsurlar yerine getirmektedir. Türkiye’de özellikle gençlerin boş zamanını değerlendirme faaliyetleri daha çok pasif halde gerçekleşmektedir. Bu pasif aktivitelerin başında da internette vakit geçirme gelmektedir. Sosyalleşme yönünde hiçbir faaliyet göstermemektedir. Gençlerin büyük bir kısmı sosyal medya araçlarını sosyalleşme olarak görmektedir. Toplumumuzda gençlerin yarısı boş zaman değerlendirme etkinliği olarak bilgisayar ve internet kullanmaktadır. Gençler kendi odalarında yalnız bir şekilde, internetin başında vakit geçirdikleri için başka sosyal aktivitelerden ve arkadaşlık ilişkileri kurmaktan uzak kalmışlardır. Gençler ve çocuklarda TV izleme, spor yapma, arkadaşlarla zaman geçirme gibi faaliyetlerin yerini internet almıştır. Bu durumu daha da kötüleştiren ise ebeveynlerin bu boş zamanın ayrı geçirilmesi durumunun farkındalığının bulunmamasıdır. Çünkü artık ebeveynler de boş zamanlarını değerlendirirken internet kullanmaya başlamışlardır. Bundan dolayı boş zamanlarının ayrı geçirildiğinin farkına varılmamaktadır.

Facebook kullanıcılarının çoğunluğunu gençler oluşturmaktadır. Facebook kullanımı zamanla bağımlılık haline gelmişse bağımlıların sosyal ilişkileri ciddi derecede zayıflamaya başlamakta, aileleriyle, arkadaşlarıyla, iş yerinde ya da okulda problemler yaşamaktadır. Kişi aşırı Facebook kullanıcısı olmuş ise davranışlarında başkalarının onay ya da reddine muhtaçlık, özgüven yoksunluğunda artış gözlenmekte ve fark edilme ihtiyacını zirvede yaşıyor demektir. Bu nedenle gerçek hayatta attıkları her adımı Facebook’ta paylaşma ihtiyacı hissetmekte ve üzerine dikkat çekmeye çalışarak ilgi odağı olmak istemektedir. Bu durum da kullanıcıyı narsist bir eğilime sürüklemekte zamanla gerçek yaşamındaki sosyal iletişim becerisini kaybetmektedir. Birey sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşıma beğeni ya da yorum gelmesi onu mutlu etmektedir. Bu şekilde fark edildiğini düşünmektedir.

Facebook insanların zamanının büyük kısmını ele geçirebilmektedir. Bireylerin çoğu Facebook’u açarken “iki dakika bakıp çıkayım bildirim/mesaj/beğeni var mı?” mantığıyla düşünmekte ancak en az bir saatini burada farkına varmadan harcamaktadır. Eskiden insanlar bilgisayar başında bu kadar vakit geçirmezken günümüzde Facebook’a giriş yapıldığında zaman kaybı başlamaktadır. Kim kiminle ne yapmış, hangi fotoğrafları çekilmiş, nerelere girmiş, kiminle ilişkisi var derken zaman hızla yok olmaktadır. Bu durumlar insanlarda o kadar bağımlılık yapmış ki kişi Facebook’ta bulunmazken hayattan geri kaldığını düşünmekte ve her gün bir defa muhakkak Facebook sayfasını kontrol etmektedir. Ayrıca Facebook hesabını donduranların çoğunun tekrar aktifleştirmesi de Facebook’un ne denli bağımlılık oluşturduğunun göstergesidir. Günümüzde ilişkilerin çoğu sosyal medya hesapları üzerinde yaşanmaktadır. Sosyal medyanın duygusal ilişkileri bitirici rolü de büyüktür.

Sosyal Medyanın Çocuklar Üzerinde Etkisi :

Dünyada gelişmiş ülkelerde bilgisayarda oyun oynama ve çalışma noktasında her zamankinden daha fazla zaman harcamaktadır. 2000 yılının son çeyreğinden bu yana okullarda internet erişimi hızla artmıştır ve bu dönemde internet 8,6 milyona ulaşmıştır. Bu durum, çocukların internet kullanımını endişe verici boyutlara ulaştırmıştır. Çocuk ve gençlerde internet bağımlılığının en sık görülen alanlarından biri oyun bağımlılığıdır. Çevrimiçi katılımla birçok kişi birlikte internet üzerinden oyun oynayabilmektedir. Oyun bağımlılığı günümüzde öyle bir boyutta gelmiştir ki artık internet bağımlılığının bir alt dalı olarak değil başlı başına bir alan olarak değerlendirilmektedir. Çevrimiçi oyun oynama bağımlılığı ilkokul çağına kadar düşmüştür. Yani yediden yetmişe nerdeyse tüm yaşlarda oyun bağımlılığı bulunmaktadır ve buda çocukların ve gençlerin boş zamanlarını doldurmak için bir araç olarak görülmektedir.

Teknoloji çağındaki nesil ile geleneksel dönemdeki nesil arasında önemli farklar söz konusudur. Geleneksel dönemde çocukların oyunları ve oyuncakları teknolojik cihazlar değildi. Çocukları sokakta arkadaş gruplarıyla çeşitli oyunlar oynayarak vakit geçiriyorlardı. Teknoloji çağının başlamasıyla ilerleyen dönemlerde çocuklar atari salonlarında ye da evdeki bugüne göre basit kalan cihazlarla vakit geçirmeye başladılar. Günümüzde ise durum bambaşka bir görünüm almıştır. Artık ailede herhangi birinde akıllı telefon bulunması internet ve sosyal medyanın her an yanınızda olması, hayatınızı ve sosyalliğinizi yakından etkiliyor olması demektir. Artık bireyler mobil cihazlarıyla bütünleşmiş bir şekilde her an sanal âlemde bulunma çabasındadır. Özellikle gençlerde bu durum hat safhaya çıkmış bulunmaktadır. Gençler akıllı telefonlar aracılığıyla yer bildirimi, sosyal medya hesaplarından fotoğraf paylaşımı yaparak sanal âlemde bulunma gayreti göstermektedirler. Her an her yerde akıllı telefonlarla bir bütün olarak yaşama gayretindedirler.

Aşırı internet kullanımı modern yaşamın getirisi olarak kaçınılmaz bir problemdir. Tüm zamanını ekran başında geçiren çocuklar gelişimsel ve psikolojik açıdan bazı sıkıntılara maruz kalmaktadır. Sosyal medya bireylere her ne kadar sosyalleşme imkânı sunsa da genel anlamda bireyselliğe ve yalnızlığa mahkûm etmektedir. Bu nedenler ebeveynlere düşen görev ve sorumluluk ekran bağımlılığını yok etmek için çocuğu arkadaşlarıyla yüz yüze iletişime ve fiziksel aktivitelere teşvik etmesidir. Aynı zamanda ebeveynler kendileri de bu noktada çocuklarına örnek olmalı, çocuk için özel vakit ayırıp birlikte zaman geçirmeye özen göstermelidir. Sürekli zamanının ekran başında geçiren çocuklarda hayal gücü gelişmemektedir. Yaratıcı oyuncaklarda başarılı olmayacakları için televizyon izleme ya da akıllı telefonlarda oyun oynamaya eğilimi oluşacaktır.

Sanal âlemde kurulan iletişim gerçek hayattaki iletişime göre daha rahat ve kolay bir biçimde gerçekleşmektedir. Ancak burada altı çizilmesi gereken kısım sanal âlemde sosyalliğe koşulurken fiziksel anlamda bireyselleşmenin fazlalığıdır. Sanal âlemde yalnız değilim düşüncesi bireyi her ne kadar tatmin ediyor görünse de hem fizyolojik hem psikolojik ciddi olumsuzluklara yol açtığı göz ardı edilmemelidir. Çünkü bireylerin toplumsal ilişkilerini sadece ekran aracılığıyla devam ettirmesi mümkün değildir. Bu durum bir müddet sonra çölde görülen serap gibi anlamsızlaşmaya başlayacaktır.

Sosyal Medya Kullanımın Ebeveynler Üzerindeki Etkisi: Günümüz bilgi toplumunda internet ve sosyal medya, sosyal ve kültürel boyutları olan bir araçtır. Bilgisayar kullanımı ve internet, toplumun mevcut sosyal yapısını ve insan ilişkilerini değiştiren bir potansiyele sahiptir. Jakop Nielsen’ın 2000 yılında yapmış olduğu bir araştırmada, bireylerin internette geçirdiği zamanın diğer bireylerle iletişim kurmada geçirdikleri zamandan daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır.

İnternet kullanımıyla paralel seviyede artan sosyal medya kullanımına baktığımızda Sosyal Medya üye sayısı ciddi rakamlara ulaşmıştır. Bir sosyal ağ sitesi olan Facebook günümüzde sadece gençlerin kapladığı bir sosyal medya alanı olmaktan öteye geçmiştir. Çıkışında sadece Harward Üniversitesi gençlerine yönelik olan bu toplumsal paylaşım aracı artık her yaş, meslek ve statüden insanı içinde barındıran bir mecra haline gelmiştir. Facebook toplumsal hayatta ve bireysel günlük yaşamımızda ciddi anlamda fazla yer tutmaya başlamıştır. Bu durum artık sadece çocuklar ya da gençler üzerinde sınırlı kalmayıp ebeveynleri de içine dâhil etmiştir.

Sosyal Medyada zaman geçirmek, farklı etkinliklere ayrılan zamanı azalttığı için insanların yaşamları üzerinde olumlu etkilerinin yanında zaman katili olarak ve insanların yüz yüze iletişim kabiliyetlerini köreltme etkisi de göz önünde bulundurulmalıdır. Facebook çıkışından sonra eğlenceli ortamı sayesinde binlerce insan arasında hızlıca yayılmıştır. Ancak gelinen noktaya kadar meydana çıkardığı olumsuz etkiler nedeniyle de bilim adamlarının araştırma için odaklandığı alan haline gelmiştir. Bu konuda yapılan kapsamlı bir çalışma 500 milyonu aşkın insanın günün büyük bir bölümünü Facebook’ta geçirdiğini saptamıştır. Kanada York Üniversitesinin yaptığı araştırmada ise Facebook’u aşırı kullananlarının narsist eğilim gösterdiği ortaya çıkmıştır. İnsanların çoğunun facebook üzerinden oyun oynayarak ya da arkadaş profillerini ziyaret ederek boş zamanlarını geçirdikleri bir gerçektir.

Metodoloji :

Günümüzün teknolojik yeniliklerinden en fazla etkilenen kitle çocuklar ve gençlerdir. Giderek artan iletişimsel kolaylıklar kilometrelerin önemini kaybettirmiş gibi görünmektedir. Bu sınırsız gelişmelerden çocuklar ve gençler ne kadar memnun görünseler de onlar üzerinde bu durumun perde arkası etkileri çok olumlu olmamaktadır. Tam anlamıyla sosyal paylaşım ağlarındaki paylaşımların öznesi olan çocuklar için durum giderek kötüye gitmektedir. Geleneksel dönemde çocuklar sokakta oyun oynar, mahalle maçları yapar, akşam komşu misafirliğine giderken şimdi Facebook’ta sanal çiftlik, sanal arkadaşlıklar, sanal oyunlar ve sanal muhabbetlerle vakit geçirmekte ve toplumda ekrana bağımlı bir nesil yetişmektedir. Bu durumda çocukların sosyalliklerini olumsuz yönde etkilemektedir. Çocukların ve gençlerin bu durumdan dolayı kendilerine olan güvenleri azalmış, sevilmeme, dalga geçilme korkusu yaşamaya başlamışlar ve mutsuz bir nesil yetişmektedir.

Hollandalı psikolog Paul Kirschner yaptığı araştırmada ders çalışma esnasında Facebook sayfasını açık tutan öğrencilerin başarı oranının düştüğünü saptamıştır. Facebook kullanıcısı olan ile kullanıcı olmayan öğrencilerin başarıları arasında ciddi fark gözlenmiştir. Öğrencilerin savunma olarak “arada bakıp çıkıyorum” mazereti hiçbir geçerlilik taşımamaktadır. Bu başarısızlığın temel sebebi Facebook’un aşırı dikkat dağıtmasıdır. Çocuğun Facebook üzerine yoğunlaşan dikkati dersine vermesi gereken ilgiye engel olmaktadır. Bu durum kitap, gazete, dergi vb. okurken de geçerlidir. Akıllı telefonlara gelen her bildirim ya da etkileşim dikkat dağıtmaktadır.

Education Patabase Online tarafından yayınlanan bir infografikte Facebook’u özellikle annelerin çocuklarını izlemek için ve onları korkutmak için kullandıkları ifade edilmiştir. Ebeveynlerin %42’si her gün, %31’i de haftada 4–5 defa çocuklarının profillerine bakmaktadırlar. Aynı zamanda ebeveynler sadece çocukların profillerine bakmakla kalmayıp çocukların sayfalarında yaptıkları yorumlarıyla da çocuklarını tedirgin etmektedirler. Öyle ki her üç çocuktan biri ebeveynlerinin yorumları yüzünden rahatsızlık duyduklarını belirtmiş, %30’luk kısım ise ellerinden gelse ebeveynlerini arkadaş listesinden sileceklerini dile getirmiştir. Bu durumda ebeveynlerin Facebook kullanmak istemeyen kitlenin de sırf çocuğunun özetim ve denetimini sağlamak amacıyla Facebook’a üye olduğunu söyleyebilmekteyiz. Facebook uygulaması üzerinden çocuklarının arkadaşlarını da erişilebilir ya da onlarla da arkadaşlık kurulabilir. Bu durum da çocukları bir hayli rahatsız etmektedir.

Facebook kullanımının ebeveynlere etkisi bir anlamada çocuklarını gözetleme kolaylığı sunmasıdır. Onlineschools tarafından yapılan araştırmada ebeveynlerin %55’inin Facebook üzerinden çocuğunu gözetlediği ortaya çıkmıştır. Ebeveynlerin %41’i bu gözetlemeyi çocukların durum güncellemelerinden, %29’u fotoğraf etiketlenmelerinden yapmaktadır. Yalnız Facebook kullanımın ebeveynlere etkisi sadece çocuklarını takip etme noktasında değildir. Ebeveynler bunun yanında Facebook’u kişisel olarak kullanmaktan zevk aldıkları için de kullanmaktadır. Bu durumda Facebook kullanımının çocuklar kadar ebeveynleri de etkisi altında bıraktığı görülmektedir. Fakat bağımlı olarak sosyal medya kullanmanın çocuklara olan etkisinden ebeveynlere olan etkisi farklıdır.

Sosyal Medya Ağlarının etkisi gençler üzerinde sosyal ilişkilerin bozulması yönünde olmakta ancak ebeveynlerde bu durum çiftlerin boşanma yüzdesini arttırıcı yönde etki etmektedir. Bazen evli bireyler eşlerinden çok eşlerinin eskiden birlikte olduğu kişileri takip etmektedirler. Özellikle genç kadınlar arasında Sosyal Medya bağımlılığı daha hızlı artmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre kadınların üçte biri banyodan önce Sosyal Medya Ağ sayfasını kontrol ettiğini belirtmiştir. %50’si ise tanımadıkları kişileri arkadaş olarak eklemekte bir sakıncanın olmadığını ifade etmiştir. Bu durum da eşler arasındaki güven problemini ortaya çıkararak tartışmalara neden olabilmektedir. Ayrıca sürekli sanal âlemde sosyalleşmeye çalışan bireyler eşini ve çocuklarını da ihmal edebilmektedir. Sanal âlemde tanımadığı kişiler yeni arkadaşlıklar edinmek için etkileşim içerisinde olmak evliliklere zarar vermektedir. Günümüzde sosyal medyadan dolayı boşanmalar artmıştır. Duygusal anlamdaki birlikteliklere de sosyal medya zarar vermektedir.

Sonuç :

Bilgisayar ve internet kullanımı geniş bir kullanıcı kitlesine sahip olmakla birlikte çoğunluğu gençler ve çocuklar oluşturmaktadır. Bu nedenle internet kullanımında ailelerin bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi konularına odaklanmak gerekmektedir. Sosyal medya ya da internet kullanımından dolayı aile üyelerine zaman ayırmama durumu ortadan kaldırılması için bu çok önemli bir konudur.

Günümüzde gelişen teknoloji ve erişimim kolay olmasından dolayı internet ve sosyal medya kullanımı gün geçtikçe çoğalmaktadır. Modern çağın getirmiş olduğu bu yenilikler, aile içi iletişimi, akran iletişimini ve ebeveyn- çocuk iletişimine zarar vermektedir. İnternet ve özellikle sosyal medya kullanımı insanların zamanının büyük bir kısmını ele geçirmektedir.

Birey kendini sanal ortamda özgüven açısından daha rahat hissetmektedir. Sosyal çevresinde az arkadaşı olan ya da sosyal çevre edinemeyen çocuklar ve gençler sosyal paylaşım sitelerinde tanışık olduğu olmadığı herkesi arkadaşı olarak ekleyerek psikolojik olarak tatmin olmaktadır. Nitekim uzmanlar da sosyal paylaşım ağlarında fazla zaman harcayan çocuk ve gençlerin içine kapanık, özgüveni düşük, alıngan, utangaç, sosyal ilişkileri zayıf, iletişim becerilerinden yoksun karakterde olduklarını belirtmektedir. Sosyal medya kullanıma çocuklar ve gençler üzerinden baktığımızda, ders ve akademik başarılarında da düşüş olduğu belirtilmektedir. İletişim becerisi ve özgüveni düşük çocuklarda sosyal medya kullanım oranı daha fazladır.

Sosyal medya kullanımının etkisi çocuklar ve gençler için toplumsal ilişkilerin zarar görmesi yönünde olsa da ebeveynlerde bu durum daha farklıdır. Eşler arasında sosyal medyanın etkisi boşanma yüzdesini yükseltici yönde etki etmektedir. Eşlerin sosyal medya kaynaklı birbirlerine ayrılan zamanın kısalması, sosyal medyada yapılan paylaşım, beğeni, etkileşim vb. durumlar zaman zaman tartışmalara sebep olmakta hatta bu tartışmaların sonucunda boşanma durumuna kadar gidilebilmektedir.

Sosyal medyada etkileşim, internet ortamında kişilerin bilgi alışverişine devam etmesi durumdur. Dijital ortamda bireyler katılımcı olarak birbirlerini etkilemektedirler. Bireyler sosyal medyada paylaşılan içeriklere yorum yazmakta, farklı veri girişleri yapmakta, böylelikle bilgi web ormanındaki bilgilerin anlamını zenginleştirmektedir. Ama bu etkileşimler gençler ve çocuklarda farklı ebeveynlerde farklı sonuçlar doğurmaktadır. Gençlerde duygusal anlamda olan ilişkilerde tartışmalara, anne-babalarda ise bu etkileşimler sonucunda kıskançlık durumuna ve bazen de boşanmalara sebep olabilmektedir.

Normal hayatta insanların aldatma ortamı sosyal medya ortamında olduğu kadar kolay olmadığı için önceki yıllara göre sanal âlemde başlayan ilişkilerin gerçek hayata yansımasıyla aldatma oranlarında artış yaşanmıştır. Burada belirtmemiz gereken önemli bir konu eşlerin aldatışında tek etkenin sosyal medya olmadığıdır. Bu konularla ilinti olarak Facebook, hâlihazırda eşiyle mutlu olmayan bireyin içinde bulunan aldatma dürtüsünü rahatça uygulamaya geçebileceği bir saha olarak ve aralarında güven problemi olan eşlerin bu şüphelerini daha fazla tahrik eden etken olarak tehlikeli görülmelidir.

Sosyal medya kullanımı gençler ve çocuklar arasında daha yaygın olduğundan, sosyal medyanın belki de en tehlikeli durumu cinsel istismardır. 11-18 yaş aralığında olan çocuklar; tehlikenin nereden geleceğini bilemeyen, hiç tanımadığı insanlara bile güvenecek yaşta olan bu çocuklara sosyal medya açık bir tuzak durumuna dönüşmüştür. Normalde çoğu ebeveyn çocuğunun kimlerle arkadaşlık ettiği hakkında genel anlamda bilgi sahibi olurken sosyal medya (Facebook) nedeniyle ebeveynlerin denetimi ciddi derecede azalmıştır. Günlük yaşantısında küçük yaşlardaki çocuklar için kurulması mümkün olmayan gönül ilişkilerinin oluşumu sosyal medya aracılığıyla kolay ve cazip duruma gelmesi, gizli olması ve esnek olması gibi faktörler nedeniyle çocukların art niyetli kişiler tarafından kandırılmaları daha da kolaylaşmaktadır.