Notlar Zor Yıllar

Yetmiş Sekiz Kuşağı.

Bizim payımıza da kader oluşturdular elbet, insanımsılar.
Payımıza düşeni alacaktık, aldık, elbette aldık.
Hiçbir güzelliğin, iyiliğin, vicdanın cezasıs kalmamış ve kalmadığı bu ülkede.
Ortalık gürültüden, sesden geçilmiyordu, heryer toz dumandı tarihler boyu.
78’lilerin adını bile duyan olmadı.
68’liler üzerine ne çok şey yazıldı söylendi oysa.
Onlar, 12 Eylül’e 20’li yaşlarında yakalandılar ve şimdi orta yaşlı oldular.
Ne 68’liler gibi meydanlarda salına salına aşkla dolaşmanın dayanışma sevincini yaşayabildiler.
Ne 88’liler gibi her şeye boş verip, kapitalizmin rayında kendini kurtarma hırsını.
Ne sevebildiler doyasıya, ne dövüşebildiler hakkıyla.
68’le 88 arasına sıkışıp, darbeyle bölünmüş bir gençliğin ortasında alabildiğince örselendiler.
Uzun sürmüş, olabildiğince yavaş hazırlanılan bir intihardı onlarınki.
İçeri düşenler, karanlık hücrelere gömdüler ilk gençlik heyecanlarını.
Dışarıda kalanlar ise, belki içerde işkence görenlerden daha çok acı çektiler.
İçeride direnen yada teslim olan yoldaşlarının çığlığı hiç silinmedi kulaklarından.
Fırtına dinip, toz duman dağılınca etrafa sağa sola savrulmuş bir kuşaktan,
Kırık dökük portreler kaldı.
Sadece: Yanlış evlilikler, kaybolan dostluklar.
” Dönek ” Arkadaşlar, kahramanlık hikayeleri, korku nöbetleri.
Darbeye teslim olmayanları, Ailelerinin, dostlarının ihaneti teslim aldı.
İşkencede bükülmeyenler, dışarıdaki dağılmışlık ve yalnızlık karşısında yıkıldılar.
Ve hep yarım kalmış bir yürüyüşü tamamlayabilme hayaliyle tükettiler ilk gençliklerini.
Orta yaş kapıyı çaldığında adım adım sürdürdükleri bu intihar hala sürüyordu yavaş yavaş.

Şehveti aşk sanan bir cehaletin içinden geldiler.
Cinselliği satın almayı da bilmiyorlardı ve öğrenemediler de.
Aşkı şiirlerden, öykülerden, romanlardan öğrenmişlerdi ama hiç yaşamadılar, yaşayamadılar tadında.

Ölümden korkmaz bir gözü karalık çökmüştü çoğunun yüreğine, yenilmiyorlardı hiçbir şeye ama galip de sayılmadılar hiçbir zaman.

Tükettiler, tüketiyorlar anlamsız akan bir zamanın içindeki kaderlerini, sona doğru.

***

Emeğinizi, alın terinizi hiçe sayarak, karşılığını keyiflerine göre belirledikleri işler sunar size bu düzen.
Haftada belli günler de tatil imkanı verir, kimine bir kimine iki.

Ödediği parayı geri almalıdır çünkü.
Her yerde olan alışveriş merkezleri ve eğlence mekanlarıyla sizi ihtiyacınız olmayan şeyleri almaya iterek
ve estetikten uzak, sosyallikten uzak hafta içinin yorgunluğunu dinlenerek attığınızı düşündürerek.
Ne kadar arzularsanız o kadar harcarsınız, henüz kazanmadıklarınızı bile hatta.
Ve sonuçta emeğinizin karşılığının altında yaptığı ödemelere sesiniz çıkamaz hale gelirsiniz ipotekli geleceğiniz yüzünden.
Kapitalist düzen hapseder. Havuzdan aldığı suyu yine aynı yere akıtan değirmen çarkı misali.
Başkalarına dünyada cenneti yaşatmakla geçer ömrünüz, kendiniz için yaşadığınızı zannederek.

***

Bizler doğum günleri kutlanmadan büyüyen çocuklardık.

Biraz büyüdük, ölüm günleri girdi hayatımıza.

‘Bugün senin doğum günün’ dediler 20 yıl sonra; 15 Mayıs 1980’di, cezaevindeydim.

Doğumların neşeyle, ölümlerin geçici hüzünlerle anıldığı bir dünya umut edelim…

Notlar 001

Özlemek ne uzun bir mesafedir çeken bilir !..

Cemal Süreya : Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin.

Oğuz Atay : Aklımdan çıkmıyor, aklım çıkıyor o çıkmıyor.

Nazım Hikmet : Sesini duysam, sesine sarılacağım. Öyle özledim.

***

Uyandığınızda yanınızda uyuyan kişiyi öperek uyandırıp ne kadar da şanslıyım dediniz mi hiç !?…         Sakın denemeyin, otubüs den aşşağı atıyorlar, sakın !

***

İnsansanların, zafiyetlerine olan bağlılık ve sadakatleri, çevrelerindeki yada sevdikleri insanlara olandan daha fazladır. O yüzden “benim için vaz geçer” insanın kendini aldatmasıdır!..

***

“Anket yapmanın bir işe yaramadığını öğrendim. Yargılar verilmiş kararlar geçmişin fotoğraflarıdır. Bizim işimiz sürpriz yapmak, harekete geçirmek, değiştirmek, yenisini, doğrusunu, güzel olanı göstermektir”

***

Arabesk müzik dinlemeyi bırakınca fark ettim ki; kimseye aşık değilmişim!…

***

Herkesin doğrusu var ise, bilim gereksiz birşey… Bilim doğruyu bulma uğraşıdır… Doğru tekdir…

***

Herkesi seven insan da bana sahici gelmiyor. Sevmek için tanımak gerekir öncelikle. Sevmekle beğenmek farklı duygular…

***

Kötü insan yoktur, egoist insan vardır… Kendi sefası için başkasına cefa çektiren, kötülüğün somut halidir…

***

Dün gördüm, bayanın üzerindeki tişört deki yazı “fuck your lies and fuck your god”

***

Sosyoekonomik eşitsizliğin her dönemde yaşandığı insanlık tarihindeki en büyük buluş, ölümden sonraki hayat kavramıdır. Bu yöntemle her türlü isyan-ayaklanma ve sınıflar arası gerginlik önlenmiş, parsayı toplayanlar ebedi huzura kavuşmuştur.

İnananlara duyurulur…

***

Kitap okumak bazen çekilmez oluyor.
Bazı kitaplar kendini okutmamak için yazılıyor sanki.
Yazarın kendine veya okuruna duyduğu öfkeden ya da okurun okuduklarını anlayamamayı kabullenemediği için inatlaşması da olabilir.
Yoksa maç seyretmek yerine bu eziyeti niye çeksinler?
İnsanlar akademide ezberlediği ama anlayıp deneyimlemediği bilgilerle kitap yazmasaydı bugün eğitim daha kolay, hayat daha zevkli olacaktı.
Narsisizm çağı’nın dramı bindiği dala garezinin olmasından gelir.
Hepimiz yazar, hepimiz sahnede olursak bizi kim seyredecek?

***

Bölünerek çoğalma biyolojik bir gerçektir. İnsanın özelliğiyse bölünerek azalmak. İnsan olarak ayırır kendini önce diğer canlılardan. Kendinden başkasını yok eder, neslini tüketir hatta hırsıyla. Cinslere ayırır sonra, kadını silikleştirir, erkeği yüceltir. Renklerle ayırır, inançlarla ayırır, ülkelerle ayırır, taptığı paranın alım gücüne endeksler. Kendinde ne varsa olmayanları ayırır, ayırmakla kalmaz, hükmeder. Ülküsü haline getirir yaşam hakkını elinden almayı ve hala insan olduğunu savunur, en üstün olduğunu hem de. Evrimi reddeden, salt egoya evrilmiş bir garip ara tür.

***

Irk, din, dil, millet, ülke fark etmez. Bir insana haddinden fazla erk verirseniz kontrolünü kaybeder ve eşitlerinden üstün olduğunu düşünüp şiddete başvurur.
Zaten üniformanın verdiği ayrıcalık hırsı ve ateşli silahlarla donatılmanın verdiği aşırı güven duygusu egoyu şişirmişken neredeyse her şeye müdahale edebilme hakkı, her konuda kendini haklı görme ve efelenmeyi tetikler. Sonuçta kraldan çok kralcı ama asla kendini kraldan aşağı görmeyen sözüm ona güvenlik güçleri dolaşır hale gelir ortalıkta, kimi kimden koruduğu meçhul. Ortada kalan da korunmasız halktır her zamanki gibi. Ölen ölür, kalan sağlar da göze batarsa ölme adayı olarak müsaade edildiği kadar yaşar.

***

Kölelik bitmedi evrildi dedik hep, çağdaş kölelik dedik. Ölmeyecek kadarla yetinen ama bütün işi yapıp efendilerini omuzlarında taşımaya devam eden insan sürüleri oluşturuldu. Şükreden, biat eden ama en kötüsü özgür olduğunu düşünen köleler var artık dedik. Bundan sonrası normalleşme, eskiye dönüş deniyor. Tüm beklentiler bu yönde. Oysa ki yalnızlaşmaya kodlandı insanlar. Birbirinden uzaklaşmaya, korkmaya, söyleneni yapmaya ve öncelikle de itirazsızlığa. Geçmiş normallerimiz ne kadar normalin çok dışında bir absürtlükte olmuş olsa da bundan sonra köleliğin dozu artacak, kontrol edilenler özgür olmak bir yana özgürlük diye bir şeyin varlığını bile unutacak ve kontrol edenler çok daha küçük bir elit(!) zümre olacak. Hep bir şeyler icat edebileceğim, düşünülmemişi ilk düşünen olabileceğim bir devirde yaşamış olmayı istemişken şimdi görüyorum ki öznel fikri olan son nesil olacağız. Bugünler hatırlanacak evet ama sadece kontrolcü güruh tarafından ve zaferlerine giden yol olarak.

***

Parası olan kişinin limitsiz bir şımarabilme, saçmalayabilme, hakaret etme, aşağılayabilme hakkı ve parası oranında da ciddiye alınma, haklı görülme durumu var bu ülkede. Bu parayı nasıl edindiği, sözlerinin tutarsızlığı, isteklerinin saçmalığı falan tamamen yok hükmünde. Ortalığa sıçıp duran bu insanların arkasında dikmek için ellerinde tüylerle bekleyen sersem bir kalabalık var ve mutlular, bok böcekleri gibi. Zenginin malı züğürdün çenesini yorardı eskiden, şimdi geleceğini yok ediyor.

***

Faşizm, cahiller üzerinden değil, tam tersi eğitimli kadroları üzerinden yükselir, cahiller diktatörlüğün arabasına koşulmuş yük hayvanlarıdır, o “eğitimli” köpekler en tehlikelileridir,
asla affedilemeyecek suçların mimarları onlardır, asla affetmeden cezalandırılacak olan onlardır, not düşüyoruz toplumunun belleğine, hiç silinmeyecek bir şekilde..

***

“Sığ insanları derin sevmeyin” diyordu şair Birhan Eroğlu. “Derin insanları sığ sevmeyin” dedi şair Celil Taş ekleme yaparak.
Ne de haklı ikisi de.
Ama ben de dayanamayıp belki de biraz haddimi aşarak, desem ki: “Ismarlama olmuyor azizim sevmenin sığlığı, derinliği.

Sevmek, sevenin derinliğindendir.

***

Bana yutturduğunu sandığın hiçbir şeyi, kusmadım, yutmadım, kursağımda tutuyorum. Kusmama yada yutmama sen karar vereceksin yine… Unutma !..

***

Bencil olmak; hep kendi çıkarını, sürekli kendini düşünme halidir, başka insanlara ve canlılara önem vermeme, yani kıçın kalkık olması hali gibi bir takım özelliklerle beraberdir hep..

Bencil olmak; bencil olduğunu kabul etmekle başlar herşeyden önce. bencillikle övünme, bunu matah birşeymiş gibi bir de diğer insanlara kabul ettirmeye calışmayla devam eder. Herseyi kendisi için yapan, yalnızca kendini düşünen, birilerini mutlu etmek sebebi bile kendini mutlu etmek amacıyla olan kendisinden hiçbir hayır beklenmemesi gereken insan.

Bencil olmak; sadece kendi ihtiyacı olduğu için insanlari kullanmak, bir tek kendi başına geliyorumuş gibi yalniz kaldığı her an kucağını ilk açana koşmak, her şey benim mutluluğuma hizmet etmeli diye ilişkileri sömürmek ondan sonra da tatminsiz bir sekilde firlatip atmak, bütün hayatlar bana ait olsun istemek, ipleri elinde tutmaya çalismak, üstüne bir sözüyle her şey eskiye dönsün istemek sonra da drama yapıp sızlanıp durmakdır.

Suçu üstlenmek zor mu geliyor?
Hatadan kaçmak, iyi gitmeyen bir şeyi haklı göstermek için standart yoldur. Sorumluluk paylaşamayan bir kişinin arkasında yüksek ihtimalle sadece misillemeden ya da kötü görünmekten kaçınan bencil bir insan vardır.

***

Buraya “hava güzel, kuşlar uçuyor, lapa lapa kar yağıyor” vb şeyler yazmak da ideolojiktir, çünkü ülkede olan bitenle ilgilenmemek de bir ideolojidir ve genelde muktedire yandaşlık ideolojisidir. Tabi ki estetik arayışı ve istisnalar hariç.

İdeoloji sistematik dünya görüşü demektir. İdeolojim yok demek, ben otum demektir. Biz sosyalistler bir ideolojimiz olduğunu gururla söyleriz ve ideolojimizin bilimsel olduğunu da iddia ederiz.
Karşıtlarımız ise çoğu zaman dürüst ve mert değil, sanki kendi ideolojisi yokmuş gibi davranırlar, yada başka fikirlerle gizlemeye çlışırlar.

Bir görüşü beğenmiyorsanız, tek yanlı ve öznel olduğunu düşünüyorsanız, tek yanlı, öznel, nesnel değil gibi sıfatlar kullanabilirsiniz. Onun yerine o görüşe “ideolojik” demek sadece sizin cehaletinizi ortaya koyar.

***

Vladimir İlyich Lenin’in, “sosyalizm ve din” başlıklı yazısının, “din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir” cümlesinde sözü edilen konudur, söyle ki :

“Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cenette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir …”

***

Önce Umudu Öldürürsünüz.

Kral dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza sordu:
– Üşümüyor musun?

Muhafız:
– “Alışığım sayın kralım” dediğinde

Kral:
– “Olsun, sana sıcak tutacak elbise getirmelerini emredeceğim” dedi ve gitti.

Ancak bir süre sonra içeri girdiğinde emri vermeyi unuttu…

Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini gördüler, duvarın üzerinde şöyle yazılıydı:
“Soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü…”

O nedenle:
Türlü vaatlerle insanları bekleterek ve bekleyişte bırakarak kesinlikle imtihan etmeye çalışmayın. Çünkü insan bekletildikçe ve insanda beklenti hissi oluşturulunca değişir; hatta beklettiğiniz, beklentiye soktuğunuz insan, hakkınızda telafisi imkânsız negatif düşüncelere bile kapılabilir…

Önce umudu öldürürsünüz…
Ardından sevgi, saygı, güven ölür. Dostluk ölür , muhabbet ölür..!

***

Yaşayarak, Okuyarak, Dinleyerek Öğreneceksin. Araştırıp, Sorgulayacaksın. İnanmayacak, Bileceksin.

***

– Sen niye hiç konuşmuyorsun mehmet abi?
– Bir ara çok konuştum, faydasını görmedim, bıraktım.

***

Kuram düzeyinde kalan her düşünce “usun şiddetine uğruyor” gerçekten. Biriken öfke etrafına yansıyor illa ki.

Bence, meselesini halletmişi bulup da göçmeli bu diyardan. Bu değerli dostluktan, asıl meselenin, kendini kabullenebilmek olduğunu idrak etmeli.

Dünyanın en zoru olan bu iş “bulduğum ben”in kabulünü sıkça deneyimlemeyi de içeriyor. Acelecilği anlamanın neş’esi de olmalı bence. Yoksa, hep bir kendi usunun sınırını Us’un sınırı sanma riski var. Us olgusallık talep eder.

***

“Acaba çok yanlış yaptığım için mi yalnız kaldım, yoksa yalnız kaldığım için mi yanlış yaptım?”

Yanlış olan, başkasını sevmek değildir. Bir başkasını sevmek dünyanın en güzel, en tamamlayıcı hissidir.
Yanlış olan, yanlış olanı sevmektir.
Sevilenin yanlış olduğunu da, sevmeden kimse bilemeyecektir…
Sevilenin kendisi bile…
Her nerede iyi bir kalp ve doğru bir niyetle, umutla ve hayalle adım atıyorsanız ve sonunda acı çekiyorsanız, anlayın ki yanlış değil, sadece yalnızsınız.

“Her güne gülümseyerek başlamak için bir sebep bulmak, canınızı sıkanları umursamamanız gerektiğini hatırlamak, standart kusursuz hayatlar yerine kendi hayalinizi yaşamanın o kadar da zor olmadığını fark etmek, kendi değerinize, sağlığınıza, huzurunuza sahip çıkmak, herkese yetmek, her işe yetişmek her zaman kolay değil belki. Ancak bir yol arkadaşı elinizden tutarsa başka…”

İşte o yol arkadaşı kim yada ne olacak ona iyi karar vermek lazım, insana dayanıyosun, ölüp gidiyor yada hastalanıyor, kendine faydası olmuyor ki sana yardım etsin. Yitip gitmeyen, sonsuzu verene, seni sen yapana, hayat verene yar olmak, dayanmak, güç bulmak lazım.

***

Her şeyiniz olmalı. Evleriniz, hepsine ayrı görev ve isimler verdiğiniz odalarınızda eksiksiz eşyalarınız. Aksesuar adı altında gereksiz bakımlıklarınız. Markasıyla övündüğünüz arabalarınız, elinizde yükseltmeye doyamadığınız modellerde telefonlarınız. Çok arkadaşlı sosyal ortamlardan kafanızı kaldıramadığınız için fark edemediğiniz yalnızlığınız. Aslında yaşadığınız tıkış tıkış hiçliğiniz. O kadar çok şeye sahip olduğunuzu sanırken bu kadar alansız kalmışlık ve kendi içine sıkışmışlık, üzüntüsünü yiyerek bastıranlar gibi. Satın alarak ve rol yaparak varlığını ispatlamaya çalışan, artan sayıda azalan insan sürüsü.

***

Alman Turistin biri Yunanistan’da bir otele gider ve odaları görmek istediğini söyler, beğenirse 1 ay kalacağını belirtir ve güvence olarak 100 Euro bırakır. Turist yukarı çıkıp odaları gezerken; otelci bir koşu gidip kasaba haftadan kalan 100 Euro borcunu kapatır, Kasap koşa koşa köylüye gider ve son veresiye aldığı hayvanların borcunu öder, köylü 100 Euro’yu alıp son ziyaretinde bulunduğu köyün tek hayat kadınının yanına gider ve son ziyaretinden kalan borcunu öder. Hayat kadını da bu parayı alır ve otele giderek geçen haftadan kalan 2 gece konaklama bedelini bizim otelciye verir. Bu sırada Alman Turist bütün odaları gezmiş ve hiç birini beğenmemiştir. Güvence olarak bıraktığı 100 Euro’yu geri alır ve gider.

Sonuç; Bütün borçlar ödenmiştir ama kimsede para yoktur.

***

Neredeyse her yerde arapçayı görüyoruz artık, olması gerektiğini de düşünüyorum. Bu ülkede kürtler ve ermeniler de yaşıyor ama araplara sağlanan kolaylıklar bu insanlara tanınmadı. Hatta üstüne cezalandırıldılar, hepsi türkçe konuşmaya zorlandı. Müzik evrenseldir diyenler, türkülerini-şarkılarını yasakladılar. Vergi aldılar, zaman zaman yaşamalarına bile izin vermediler. Terörist dediler çoğuna, çünkü menfaatleri yoktu! Artık alışveriş merkezlerinde, araba galerilerinde, emlakçılarda imanı tam vatanseverler arapların götünü yalıyor, daha fazla kazanabilmek adına. Bunun için de her şeyi eksiksiz sunuyorlar. Diğer taraftan da milliyetçilik naraları atıp, kendi ülkesine kayıtlı insanlara saldırmaya devam ediyorlar. Söz konusu para ve ticaret olunca, kendi çıkarlarına göre hareket eder en çok vatan bayrak edebiyatı yapanlar.

***

İnsanın tekerleği bulması bir çeşit milat olarak görülür. Ardı araba, sonra gideceği yollar, ulaşılacak yeni yerler. Gelişmişlik bir yandan yıkımı getirmiş halbuki. Rahat yaşamak uğruna yaşama sekte vurmuşlar önceleri bilmeden, sonra bile isteye, sonunda ise bir çeşit hınçla. Kendini geliştirmeyi bilmeyen, popüler tabirle ruhunu beslemeyen insanların ülkesinde yaşanıyorsa bir de betonlaşma, bayram havasında açılışlarla alkışlar arasında yaşanıyor bu katliam. Mezar taşı misali gökdelenler dikiyorlar faili oldukları doğayı gömerek. Duaları ise hep daha fazlası üzerine ve maalesef kabul olan cinsten.

***

Özel olduğunu savunan ama aynı tepkilerle banallikleri ayyuka çıkmış, daha iyi bir yaşama ulaşma hayaliyle her şeyi kabullenip, kendini bahaneler zincirinden ibaret bir döngüye hapsetmiş insanlar.

Amacı bir yerden başka bir yere hızlı ve fiziksel enerji harcamadan gitmek olan otomobilleri bile çeşitlendirip, statü ve para belirleme aracına dönüştüren bir kafa yapısından başka ne beklenir ki?

Kaç eviniz olmalı dünyadaki mekan kotanızın dolması için?
Ne kadar paranız olmalı?
Kaç icra dosyanız yeter deyip kırdırtacak o kredi kartlarını? Aldığınız üst model telefonların eklenen o tek özelliğini kaç megabit sonra anlayabileceksiniz?

Sömürerek kazanılanı daha büyük sömürücülere geçirmek için bir araç sadece bu tüketim ekonomisi.

***

Sonuna kadar direneceksiniz, patlama anlarınıza bahaneler bularak. Sizin olmayanlara varlık şansı tanımadan, sizden gidenleri ölmüş sayarak. Ne çok cenaze oluyorsunuz ölmeden, ne çok selanız var dört bir yana duyurduğunuz, ne çok diptesiniz hep aynı şekilde. Ölmüş beyin hücrelerinizin sanrılarıyla ne eksantirik ahenginiz var. Ne kadar haklısınız, hak hukuk tanımadan. Kıymet bilmeden, ne çok kıymetlisiniz. Carlığınız laf sıçmaktan başka bir şey değil. Ben sizinleyken de yalnızım, bazen kendimle bile fazla kalabalık.

***

Huzursuz uyuyup, sevimsiz bir tatla uyanıyoruz. Sigaranın beklemiş acılığından ya da içkinin pas tutmuş ekşiliğinden daha kötü, tırmalayan, tiksindiren, çok alışık olduğumuz. Susmaktan birikmiş, çürümüş, üstüne üstüne yığılıp için için kurtlanmaya, kaynamaya başlamış bir sözler mezarlığı. Haykıramadıklarımızın yıpratışları. Gerçek olamayacak kadar absürt ve kabus olamayacak kadar kanlı canlı.

***

Tanrı dediğin, tecavüz edilerek öldürülen çocuğun, saatlerce kıvranıp yardım isterken sesini duymayıp, senin saçma sapan dualarını duyacağını sandığın kişidir. Kendini kandırmaya devam et..

***

Sanatçının period isimli adet dönemiyle ilgili bir projesinden bahsediyor haber, instagram’a koyduğu proje fotoğraflarından birinin uygulama yönetimi tarafından kaldırılmasından. Rupi Kaur da kadınların adet görmesinin bir hastalık değil, sağlıklı ve doğal bir süreç olduğundan; Bundan utanmak yerine doğallığını kabul etmenin gerekliliğinden bahsetmiş -hele ki pornografi ve kadının objeleştirilmesi meseleleri söz konusuyken karşılaştığı şeyin ne kadar ironik olduğuna değinmiş. Ayrımcı ve aşağılayıcı şeylerle ilgili sıkıntı yok ama menstrüasyon gibi doğal ve sağlıklı bir olay neden hastalık olarak görülüp üstü örtülüyor, insanlar bu konu hakkında bile konuşamayacak kadar utanmaya itiliyor? Gibi gibi.. Konuyu açıklarken kullandığı bazı ifadeler çok hoşuma gitti:

“Bu çıplak bir fotoğraf değil; şiddet, cinsel ilişki, ırkçı nefret ya da kendine zarar vermeye dair hiçbir şey içermiyor. Bu fotoğraf tamamen giyinik bir kadının regl olduğu bir sırada uyanmasını gösteriyor (ya da en azından o izlenimi veriyor). “Sayfalarınız nesneleştirilen, pornografikleştirilen ve insan muamelesi görmeyen kadınların (ki pek çoğu reşit değil) sayısız fotoğrafı / hesabı ile doluyken bedenimi iç çamaşırlarına sokup azıcık kanadığımda sorun çıkaran kadın düşmanı toplumun egosunu ve gururunu beslemediğim için özür dilemeyeceğim.”

***

Gece sesler daha gerçekçidir. Satmaya, almaya, yaşamaya endeksli gündüz çığırtkanlarının yerini satacak tek şeyi bedeni olan kadın-gay ve travestiler, içkiyle dertlerinizi boğmayı veya neşenize neşe katmayı vaat eden mekanların neon tabelaları, gececi taksicilerin duble yazan taksimetreleri, yan baktın kavgacıları ama ille de en anlaşılır dille sokakça konuşanlar alır. Kimi zaman müşteri yüzünden tekmeli, yumruklu, saç çekmeli kavgaya girişen orospuların terso bir durumda nasıl birlik olup karşısındakini haşat ettiklerine çok rastladım mesela. Yapılı bedenlerinde abartılı elbise ve topuklularla şuhlaşan travestilerin ‘gel ulan buraya’ diye mahalle delikanlısı taşaklılığına geçtiğini gördüm çok kez. Kendini satmak zorunda kalanları aşağılayan pezevenklerin, pazarlık yaparken kibarlaşıp iltifat erbabı olduklarını gördüm. Yapmacık ne varsa gerçeğini gösteren bir özelliği var gecenin. İçini gösteren gözlük bir şehir efsanesi ama gerçek kişiliği gösteren gece karanlıkta mevcut.

***

Eşşek; çok para kazanınca, zengin eşşek olur, adam olmaz.

***

İyilik yaparken dikkatli olun…farkında olmadan yaptıklarınızla taviz vermiş olursunuz..taviz verdiginiz kişi için çekiciliginiz azalır ve gider ona hiç bedel ödemeyen insanlara yakınlık duyar.ama jest yapmayı huy edinin ki kıymetiniz bilinsin.arada sırada yapılan iyiligin kıymeti bilinir..yoksa yaptıgınız hersey silinir ve bir gün yardımı keserseniz en kötü siz olursunuz..kimseyi baş üstü yapmayın..müsait yeri gösterin dileyen kalbinizde dileyen de kapınızın ögnünde kalsın…….

***

Bugün sayısız erkeğin saçlarını beyazlatan, stresten doğru düşünmelerine engel olan ve hatalar yapıp sevdikleri kızı tamamen kaybetmelerine neden olan bir durumdan bahsedeceğiz. Bugünkü yazıyı dikkatle oku, gerekirse printle ve tekrar tekrar okuyarak her zaman kendine hatırlat.

Kızlar, özellikle biraz oyuncu olan ve sana az çok ilgi duyduğu halde kendisini kolay teslim etmeyenler, seni denemeyi severler. Evet, seni oynatmayı, zorladıklarında nasıl davranacağını görmeyi severler.

Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, özellikle sana karşı ilgisi fazla olmayan bir kız için geçerli. Bu tip bir kızın seni denemesinin nedeni, öncelikle kendi egosunu tatmin etmektir. Seninle ilgili ciddi planları yoktur, ama önce sana umut verip sonra uzaklaşarak çırpınışını seyretmek ister.

İkinci durumdaysa, kız seninle gerçekten ilgilenmektedir ve senin ona karşı duygularını anlamak için dener seni. Yine, kendisini geri çektiğinde (ya da bir başkasına yakınlaştığında) senin çırpındığını görmeye can atar. Böylece onun kölesi olacağını bilir.

Ne yazık ki bu iki durum da erkeğin ezik olduğu bir ilişkiye yöneliktir. Kızın erkeği parmağında oynattığı bir ilişki, erkeğin özsaygısını içermeyen bir ilişkidir. Biz gayet iyi biliyoruz ki, güzel ve dengeli bir ilişki her iki tarafın da özsaygısını barındırmalıdır.

Bunun için, her iki örnekte de yapacağın şey aynı: Oltaya gelme!

Bir kız seni deniyorsa, duruşunu hiçbir şekilde değiştirmemelisin. Oyunu kaybetmeyeceğin tek bir formül var ve bu bakış açısını hep korumalısın: Birbirinizden uzaklaşırsanız bu onun kaybı olur. Eğer panikle ya da alınganlıkla davranmak yerine, sağlam karakterli bir erkek olduğunu fark ettirme yoluna gidersen, kontrolü kaybetmemiş olursun.

***

Belki çoktan uyandın. Bittimi kahvaltın? Haydi güzel başla güne, anı yaşa takılma düne. Unut geçmişi bak geleceğe. Bir gün yaşayarak mutlu uçan kelebeğe. Hayatla tanışmadan gülen bebeğe… Doktor mutluluk yazdı reçeteye, gittik bulamadık eczaneye.. Sizce bu ilaç nerde? Bence tam içimizde. Hayatı yaşa ince ince. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilinceee sorun çözülüveriyor benceee.

Sence?

***

Çocuklarınıza ; Öğretmeni zaten öğretiyor Matematiği.

Siz; etrafına gereksiz kalabalıklar toplamamayı, hayatından çıkarması gereken insanları iyi belirlemesini, bir parca ekmeği bile bölüşmenin asaletini öğretin..

Çocuklarınıza;
Öğretmeni zaten öğretiyor Hayat bilgisini.

Siz; hayata karşı dik durabilmesini, sorunlar karşısında sızlanmadan çözüm üretebilmeyi, yaşamdan zevk almayı öğretin..

Çocuklarınıza;
Öğretmeni zaten öğretiyor Dil bilgisini.

Siz; halden anlayan insanlar olabilmeyi, bir insanın kalbine giden gizli ve güzel cümleleri, bir gönülü yapabilmenin eşsiz keyfini öğretin…

Çocuklarınıza; öğretmeni zaten öğretiyor
Müziği Resimi ..

Siz müzik olmadan da ruhunu dansettirebilmeyi, bir kuş sesinin bir ımak kenarında insanı rahatlatan su sesinin rahatlatan gücünü, hayat denen bu tabloya mutluluğun resmini çizebilmeyi öğretin..

***

Kendinizi dinlemeyin: Beyninizde buluttan nem kapan, vesveseli, geveze ve drama seven bir teyze oturuyor. Onu dinlemeyin. He deyin geçin. Müzik açın, kitap okuyun. Su, yatağını bulur efenim! Yarın ne giyeceğinizin planı bile bazen tutmuyor, hayatınızın geri kalanını planlamak nasıl bir ukalalık.! Kendinizi rüzgara bırakın, akıntıya karşı yüzmeyin.

Ne yerseniz yiyin: Asla yediğiniz tavuğun özel hayatında neler yaşadığını öğrenemeyeceksiniz. Ne kadar gezdi dolaştı, ne kadar pinekledi, ne stres yaşadı bilemeyeceksiniz. İçtiğiniz sütün kaynağı olan inek ne yedi, emin olamayacaksınız. Ekmeği, şekeri filan azaltın ama gerisini bırakın dağınık kalsın. İçtiğimiz sütün nereden geldiğiyle ilgili duyduğumuz endişe, sağlığımıza o sütten çok daha fazla zarar veriyor, o noktaya geldik..!

Dünyanın her yeri feci, bir şey kaçırmıyorsunuz: Türkiye’nin çivisi çıktı, gidelim buralardan diyenlere: “Nereye yav, karpuz keseceedik..?” Hakikaten, öncelikle bir düşün, seni neresi istiyor.? O isteyen yeri sen istiyor musun, yani ilginiz karşılıklı mı? Bütün bunlar tamamsa, bir de bak bakalım orası buradan daha mı güvenli? Emin misin? Bence o kadar abartma, dev kararlar verme. Gurbetçilere gurbetin ne demek olduğunu bir danış, dinle. Sonra da çık bir dolaş, vapura bin gez, bir çay iç, açılırsın…

***

Bazen bir kenara çekilin ve izleyin;
Olanları, bitenleri, kalanları, gidenleri,
Sizi mutlu edenleri ve sizi üzenleri.
İçinize siniyorsa yaşadığınız hayat, yolunuza devam edin.
Mutlu değilseniz eğer, tekrar gözden geçirin.
Kendinizi ve çevrenizdekileri.
Ya bir şeyler eksiktir,
Ya da bir şeyler fazla…!

***

Fakirin gayri meşru çocuğu olursa piç, zenginin olursa yasak aşkın meyvesi olur.
Fakir kız peşinde koşarsa sapık, zengin koşarsa playboy olur.
Fakir toplanırsa çete, zengin toplanırsa toplantı olur.
Fakir çalarsa hırsızlık, zengin çalarsa yolsuzluk olur.
Kavramların bile cepteki paraya göre değiştiği bir Dünya’da adalet arıyoruz..!

***

Uzlaşmaya çalıştığınız her hissiniz dibe götürür sizi. Kendinize rağmen yaptığınız her şey kemirgenleşip beyninizi oyar. Bulmaya çalıştığınız nedenler ve haklılaştırdığınız bahanelerle güç verdiğiniz adımlarınız bedeninizi taşımaz olur bir süre sonra. Bilinçsizce ayak sürüdüğünüzü farkettiğinizdeyse çok geçtir. Boşalmıştır içiniz sistemin bataklığına karışarak. Hep nefret ettiğiniz ‘onlar’dan birisinizdir artık.

***

İnançsızlığın her şeye etki ediyor. Allaha inancın yok, insana inancın yok, geleceğe inancın yok.
 
İnanmayabilirsin ama kimseye de karamsarlık bulaştırmaya hakkın yok!
 
İnananların, sen de inanacaksın dayatmasının bir antisi olmalı diyorum gülerek. İnsan varoluşundan beri hem kendi cinsine, hem tüm dünya canlılarına zulüm ederek varlığını sürdürmüş.
 
Benim laflarımın acılığı ya da keskinliği tarih boyunca yapılanları ve dünyanın şu an ki durumunu değiştirmiyor, maalesef ki değiştirmiyor. Her yeri aynı derecede refah içinde yaşanır duruma getirmeye kafa yormayan insanın, bir yerleri ya da birilerini tamamen yok etmeye yönelik her türlü fikri üretip uygulamaya koyması bunun kanıtı değil mi? Atomu parçalayabildiğinde ilk yapmayı düşündüğü şey bomba oluyor.
 
Çocukların açlıkla sınandığını, hayvanların deney olarak kullanıldığını, kutsallarının peşinden giderek başkalarının kutsallarına karşı nasıl türlü işkenceler geliştirildiğini, ırk ve cinsiyet ayrımlarını biliyoruz az çok.
 
Çünkü korku ve işkence iktidarın teminatıdır her zaman.
 
Karamsarlıksa da tamam. Ama doğru bildiğimi söylediğim için kovulduğum o dokuz köyün kendini yok edişini izledim her seferinde, bir sonrakine ilerlerken.
 
***
 
Kendini merhametli addeden orospu çocuklarının
vicdan mastürbasyonudur ateş düşmediği yeri de yakar lafı.
Ateş düşmediği yeri yakmaz.
Sikik hayatlarına kısa bir mola verip ettikleri ahlı vahlı laflarla tatmine ulaşan insansıların orgazm sigarasını yakmalarına yarar sadece uzaktaki şehvet ateşi.

***

Kapitalizm işte tam da budur.

Kapitalit sistem kendi yarattığı yıkımdan ve ölümlerden beslenmektedir aslında. Sebep olduğu ölümleri ve yıkımları, reklam malzemesi olarak kullanabiliyor. Ama asıl beni endişelendiren şey, haydi bunu satılabilir emtia olarak düşünen, kâr gözlüklerini takmış, para sesinden başka herşeye kulaklarını tıkamış bu zavallılar değil de piyasa sürüldüğünde bunu talep edebilecek yığınlar… Ki mevcut…

İşte bu tam bir rezalet…

***

Çizgisi olan, her önüne gelenle samimi olmayan, yapmam diyebilen ilkeli insanları diğer insanlardan daha samimi buluyorum. Bence soğuk değil aksine daha aklı başındalar. Seviyeli samimiyeti savunacağım.

Her önüne gelenle samimi olanın kendine bırakabileceği bir bendi zırhı kalmamıştır zaten. Kişiliği oturmamıştır, bir süre arayış içindedir. Bir zaman sonra arayış da biter.

Ot gelip ot gitmeye mecburdur.

***

İnsanlar, gerçekten ürkütücü derecede hastalıklı kafa yapılarına sahipler diye düşünürdüm.

Ama son zamanlarda yaşananları gördükçe hastalıklı kısmın kafa yapısıyla kısıtlı olmadığını, eyleme geçerek taraftar bile topladığını gördüm. Ürkütücü olan kafa yapısındaki hastalığın derecesi değil, eylemin kabul görme oranının büyüklüğü.

En sonunda, eylemi kabullenemeyenler hızlı bir şekilde tüketilip bitince de her şey ürkütücü olmaktan çıkacak ve yeni normaller anormalliği üstün kılacak.

Korku filmi senaryosu değil, battığımız dipten sadece bakmakla yetinebildiğimiz periskoptan görünen gerçeklerin sonu bu.

Notlar 002

“Faşistler, Politzer’e iki seçenek sundular:
Teslimiyet ya da onur…
Yaşamak ya da ölmek…

Düşüncelerini değiştirip teslim olursa yaşayacaktı, yoksa öldürülecekti. Karısı ve direnişçi yoldaşı MAİ, Politzer’in tavrını aktarır:
Gestapo subayları birçok kez, hemen salıverileceğimizi söyleyerek, tüm ailemize mutlu bir yaşam sağlayacağı konusunda güvence vererek; bunun karşılığında, onun Fransız gençliğini değiştirme çalışmalarına katılmasını kabul etmesini istediler ve düşünmek için kendisine sekiz gün süre verdiler.
Çağrıldı ve tutumunu değiştirmediği öğrenilince, kendisine bir kaç gün sonra kurşuna dizileceği söylendi.

Kurşuna dizilmeden önce, benim hücremde yirmi dakika geçirmesine izin verildi; bir yücelik vardı halinde, yüzü hiç bu kadar aydınlık olmamıştı. Işıltılı bir sükûnet içindeydi ve her hareketi cellatlarını bile duygulandırıyordu. Partisi uğrunda ve Fransa uğrunda ölmekten, ne kadar mutluluk duyduğunu söyledi bana…

Politzer’in bu son anlarına tanıklık eden yoldaşı-eşi de daha sonra bir nazi toplama kampında katledildi.
Otuz dokuz yaşında faşistlerce katledilen politzer, ‘entellektüel bağımsızlık, boyun eğmemektir!’ ilkesini hayatıyla da savundu. Böyle olduğu içindir ki, hala hayatta ve hala öğretiyor ve hala gülümsüyor…”

GEORGES POLİTZER (KIZIL KAFALI FİLOZOF)
23 Mayıs 1942*Fransa

***

Nazım Hikmet’e bayram için bir ayakkabı almaya karar verirler. O zamanlarda şimdiki gibi hazır ayakkabı satan bir mağaza yoktur. Sadece ayakkabı yapan bir dükkan vardır. Oraya giderler. Ayakkabıcı Nazım’ın ayağını bir kartonun üzerine koyar ve iyice basmasını söyler. Daha sonra kurşun bir kalemle ayağının etrafını çizer. Bu karton onun ayakkabı numarasıdır. Günlerce bu ayakkabının hayalini kurar. Babası ona ayakkabılarının siyah ve bağcıklı olacağını söyler.

Nazım’ın ayakkabıları bayramdan bir gün önce gelir. Ayakkabılar babasının dediği gibi siyah ve bağcıklıdır. O gün onları giymez. Ayakkabılarını yatağının altına koyar ve arada çıkartıp onu inceler. O gece onu uyku tutmaz. Sabah evdekiler uyandığında Nazım’ı ayakkabı kutusu kucağında sandalyede otururken bulurlar.

Buradan sonrasını Nazım Hikmet’in ağzından dinlemek sizi daha çok etkileyecektir. O halde Nazım nasıl anlatıyor ona bir bakalım.

“Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım. Dardı ve canımı yakmıştı; ama bunu babama söylemedim.
O ‘Sıkıyor mu?’ diye sordukça ‘Hayır’ yanıtını veriyordum. ‘Dar, ayağımı acıtıyor.’ desem geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı.O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım. Yürürken artık topallıyordum. Soranlara ‘Dizimi vurdum.’ dedim; ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim. Doğrusunu isterseniz yaşam da dar ayakkabıyla yürümektir.

Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş. Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre.
Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…
Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.
Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez. Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık…

Canınız yanar. Topallaya topallaya gidersiniz. Sonradan öğrendim; yaşamın, dar ayakkabıyla yürüyebilme sanatı olduğunu.“

Nazım Hikmet….

***

Eflatun’a iki soru sormuşlar.

Birincisi ; “Insanoglunun sizi en çok sasirtan davranislari nedir ? “
Eflatun tek tek siralamis :

– Çocukluktan sikilirlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarini özlerler…
– Para kazanmak için sagliklarini yitirirler. Ama sagliklarini geri almak için de para öderler…
– Yarindan endise ederken bugünü unuturlar.Dolayisiyla ne bugünü ne de yarini yasarlar…
– Hiç ölmeyecek gibi yasarlar. Ancak hiç yasamamis gibi ölürler…

Sira gelmis ikinci soruya ; “Peki sen ne öneriyorsun?”

Bilge yine siralamis ;

– Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayin! Yapilmasi gereken tek sey, sadece kendinizi “sevilmeye” birakmaktir…
– Önemli olan; hayatta “en çok seye sahip olmak” degil, “en az seye ihtiyaç duymaktir”..

***

Her insan mutlu olamaz.
Çünkü gereğinden fazla özler dünü.
Hak ettiğinden fazla düşünür yarını.
Ve hiç haketmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü.
Her insan mutlu olamaz.
Çünkü gereğinden fazla özler hayatından çıkanları.
Hak ettiğinden daha büyük umutlarla bekler hayatına girenleri.
Ve asla göremez yanıbaşındakileri.

***

Ne zaman ki, en sevdikleriniz yanıltır sizi.
Ne zaman ki, birer birer düşürür herkes maskesini.
Ne zaman ki, yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfedersiniz.
İşte o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya. Charles Bukowski

***

Fazla kilolardan kurtulmak için, Başınızı önce sağa sonra sola çevirin. Bu egzersizi size her yiyecek ikram edildiğinde 3 kez tekrarlayın…

***

Can Yücel’in kendi açıkladığı “mal beyanı” nı veriyorum:

01. Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
02. Gökyüzünde bi bulut
03. Bitlis’te beş minare
04. Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
05. Bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
06. Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
07. Palandökende bir palan, iki döken
08. Kastamonu’da üç kasto
09. Üç fay hattı
10. Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11. Dünyada mekan
12. Ahirette iman
13. Denizde kum
14. Biri İngilizce 6 adet küfür
15. Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
16. Bi sürü saç sakal, kil, tüy, yün
17. Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank
18. Bi ayakkabı çekeceği
19. Bir adet ağaç gölgesi
20. Üç kuş kanadı sesi
21. Bi sürü kedi köpek
22. Bi Marmara denizi
23. Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
24. Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
25. Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bi ömür

***

Anonim bir söz var:
Gösterdim!
Gördü anlamına gelmez…
Söyledim!
Duydu anlamına gelmez…
Duydu!
Doğru anladı anlamına gelmez…
Anladı!
Hak verdi anlamına gelmez…
Hak verdi!
İnandı anlamına gelmez…
İnandı!
Uyguladı anlamına gelmez…
Uyguladı!
Sürdürecek anlamına gelmez…

***

Gerekli olmadıkça karşısındakinin sözünü kesmek, beyin ve düşünce yerine bedeni öne çıkarmak bir düşünce ve inancı anlatmak için haklı bir davranış mı sizce?
Eğitim ve bilgiden uzak kimi çevreler için bu tür yaklaşımlar puan toplasa da, belli kültür düzeyindeki milyonlarca insan bu tavırları onaylamıyor.
Bakınız, yine anonim bir sözü hatırlatmak istiyorum:
Siz hiç sarrafın bağırdığını duydunuz mu?
Kıymetli malı olanlar bağırmaz.
Domatesçi, zerzevatçı bağırır ama kuyumcu bağırmaz.
Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz.
Düşünen bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez.
Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir!…

***

“Yeniden bir Hitler çıkma olasılığı var mı bilemem, ama faşizmin yeni kılığını yakında herkes derinden hissedecek. Dünyanın neresine bakarsanız durum bu! Biz de dışında değiliz elbette.” 16.12.2019 Enver Aysever

***

Toplum kendisi gibi olanı yüceltir, yükseltir. Korkak bir toplum en korkağın peşine takılır, hırsız en usta hırsızın, katil en vahşi katilin. Körler ülkesinde şaşı padişah olur derler ya inanmayın, en kör olur liderleri. Göreni sevmez, görüleni umursamazlar ve şaşıları da vatan haini ilan ederler. Lider edilmişlerin hepsi toplumun en aşırılarıdır. Bu yüzden imrenilerek bakılır, herkesin ütopyasını yaşarlar çünkü. Kişi değildir önemli olan, belli bir süre için kimin yarışı önde götürdüğüdür. ‘en’ ler değişir, yapılanlar da misliyle katlanarak devam eder.

***

Çinliler barış içinde yaşamaya karar verdiklerinde büyük Çin Seddi’ni inşa ettiler.
Yüksekliğinden dolayı hiç kimselerin tırmanamayacaklarını düşündüler…
Fakat, inşasından sonraki 100 yılda Çinliler 3 misli daha fazla işgale uğradılar.
Düşman piyade askerlerinin, hiçbir zaman duvara tırmanma ya da duvara dahletmeye ihtiyaçları olmadı.
Çünkü, her zaman muhafızlara rüşvet verdiler ve kapılardan girdiler.
Çinliler yüksek ve kalın duvar inşa etmişlerdi; fakat duvar muhafızlarının karakterlerini inşa edememişlerdi.
Netice olarak, insan karakterini inşa etmek farklı ve önemli…
Her şeyin inşasından önce gelir.
Yeni neslin bugünkü ihtiyacı işte budur.
Bir oryantalistin dediği gibi; “Eğer bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız 3 yol var;
* Aile yapısını tahrip edin.
* Eğitim sistemini tahrip edin.
* Rol modellerini ve referanslarını küçümseyin, alçaltın.”
Aileyi tahrip etmek için; anneliği küçümseyin ve alçaltın.
Eğitim sistemini tahrip etmek için; eğitimcilere, öğretmenlere önem vermeyin ve toplumdaki itibarlarını düşürün ki, öğrencileri onları hakir görsün, küçümsesin.
Rol modellerin itibarını küçültün.
Alimlerin ve bilim insanlarının sinsice mahvına çalışın, ta ki onlardan şüphe duyulsun, kimse onları dinlemesin ya da takip etmesin…
Bilinçli anne kaybolduğunda, adanmış öğretmenler kaybolduğunda ve rol modeller itibarsızlaştırıldığında kim gençlere insani değerleri öğretecek?

***

Sizi Günlük Hayatta Mükemmele Yaklaştıracak On Yedi Psikolojik Gerçek

1. Psikologlara göre sosyallikten uzak duran her insan anti-sosyal olarak algılanmamalı.
Genelde her 4 kişiden 1’i sahteliğe tahammül edemediğinden dolayı yalnızlığı tercih ediyormuş.

2. İnsanların sizden hoşlanıp hoşlanmadıklarını anlamak için onlara şaka yapabilirsiniz.
Yaptığınız şakaya verdikleri tepkiler, karşınızdaki insan hakkında bilgi edinmenizi sağlayacaktır.

3. Mutluyken müzik dinlediğinizde şarkının melodisine yoğunlaşırken, mutsuzken müzik dinlediğinizde şarkının sözlerine yoğunlaşırsınız.

4. Bir psikolojik araştırmaya göre eğer birisini sürekli düşünüyorsanız ve bunu engelleyemiyorsanız, sebebi düşündüğünüz kişinin de sizi düşünüyor olmasıdır.

5. “Eski şarkılar neden daha iyidir?” sorusunun cevabı, kötülerin zaten unutulur olmasıdır.
“Eski şarkılar neden daha iyidir?” sorusunun cevabı, kötülerin zaten unutulur olmasıdır.

6. İnsanların %80’i sırf kendilerine özgüveni olmadığı için ve kendilerini iyi hissetmek adına diğer insanları aşağılarlar.

7. Psikoloji biliminin üzerinde en çok durduğu sendromlardan birisi Yürüyen Ceset Sendromu’dur.
Psikoloji biliminin üzerinde en çok durduğu sendromlardan birisi Yürüyen Ceset Sendromu’dur.
Bu ruhsal bozukluğa sahip olan hastalar; ölü olduklarını, etlerinin çürüdüğünü, organ ve kanlarının olmadığını düşünür.

8. Farklı coğrafyalarda yaşayıp farklı dilleri konuşsa da, yeryüzünde yaşayan tüm insanlar 6 duygu için aynı yüz ifadesi ve mimikleri kullanır.
Bu duygu ve mimikler; mutluluk, öfke, üzüntü, korku, şaşırma ve iğrenmedir.

9. Aktif olarak 7 yılı aşan bir arkadaşlık, büyük ihtimalle ömür boyu sürecektir.

10. Çoğu kişi, diğer insanların kendisinden daha kolay etki altında kaldığını düşünür.
‘Üçüncü kişi etkisi’ olarak bilinen bu psikolojik olay, yaşıtlarımızın reklam ve benzeri şeylerden etkilendiğini kabul ettiğimiz; fakat kendimizin de etkilendiğini reddettiğimizi söyler.

11. Bir tartışmayı kazanmanın en güçlü yolu, konuyla alakalı sorular sormaktır.
Böylelikle karşımızdakinin düşüncelerindeki mantık hataları daha rahat ortaya çıkar.

12. Sorduğunuz soruya tam cevap alamadıysanız bekleyin.
Özellikle gözlerinin içine bakarak veya “ee?” anlamında küçük bir mırıltıyla karşılık verirseniz, karşıdaki kişi cevap vermeye devam etme gereği duyacaktır.

13. Endonezya’da bir adada eğer bir bebek diş çıkarmaya başlamadan ölürse büyüyen bir ağacın içine yerleştirilir. Sonra boşluk mühürlenir ve ağaç iyileşmeye başladığında çocuğun emileceğine inanılır.
Endonezya’da bir adada eğer bir bebek diş çıkarmaya başlamadan ölürse büyüyen bir ağacın içine yerleştirilir. Sonra boşluk mühürlenir ve ağaç iyileşmeye başladığında çocuğun emileceğine inanılır.
Bir tane ağaçta düzinelerce bebek olabilir

14. Çevrenizdeki birinin başkaları hakkında konuşurken takındığı tavırlara dikkat edin.
Çünkü sizin hakkınızda başkalarına konuşurken de aynı tavırları geçerli olacaktır.

15. Bir psikolojik araştırmaya göre eğer insanlar topluluk halinde bir araya gelip de düşüncelerini yoğunlaştırabilirse, oluşacak güçle tıpkı yağmur duasında olduğu gibi yağmur yağdırabilirler.

16. Unutulmaması gereken gerçeklerden birisi, hayatınız boyunca zamanınızı en çok birlikte geçireceğiniz kişinin kendiniz olmanızdır.
Bu yüzden kendinizi mümkün olduğunca ilgi çekici hale getirmeye çalışmalısınız.

17. Her ne kadar bir kısım psikologlara göre vücut dili diye bir şey olmasa da araştırmalar gösteriyor ki böyle bir gerçek var.
Özellikle dik bir duruşun güçlü bir izlenim yarattığı ve omuzları düşük elleri ceplerinde konuşan birinin çoğu insana itici geldiği araştırmalarla kanıtlanmış.

***

“Mahkemenizin vereceği karar ne olursa olsun esas olarak tarih önünde devrimciliğimin gereklerini yerine getirememekten dolayı yargılanacağımı biliyorum.Ve bu yargılanmada aklanmayı umut ediyor ve diliyorum. Sosyalizme, ülkemin ve halkımın özgür, bağımsız ve aydınlık geleceğine olan inancımı tekrar bildiriyorum. Savunmalarımda suçlu değil haklı olduğumuzu, devrimciliğimizden dolayı yargılanıyor olduğumu anlattım. Evet ben devrimciyim, halkıma ve bütün insanlara sömürüsüz, baskısız, özgürlük, bolluk ve mutluluk dolu bir gelecek sağlamak için mücadele etmeyi, insanlığın ulaşabileceği en yüce ideal ve dava olarak görüyorum. Ve böyle bir davanın saflarında yer almaktan onur duyuyorum. İnsanlığın en yüce değerleri için, bütün dünya işçilerinin ve ezilen halkların kurtuluşu için mücadele eden bütün devrimcilere buradan selam ediyorum. “

Nasuh Mitap

Notlar 003

Size sesleniyorum cümle insanlar!

Ne olursa olsun dininiz, milliyetiniz, bırakın kavgayı, kini, garezi, atın silahları ellerinizden. Tanrı bile yarattığına pişman, unuttuk sevmeyi sevilmeyi, bir çaba ki tükenmek bilmez… Evrende kardeşçe yaşamak varken, neden korkuyoruz birbirimizden?

Jack London

***

“Dünyada;

Üst sınıf yaşar, Orta sınıf şikayet eder, Alt sınıf şükreder… Üst sınıf paraya, Orta sınıf lidere, Alt sınıf Tanrı’ya tapar…”

***

“Sıradan hırsız paranızı, cüzdanınızı, bisikletinizi çalar. Politik hırsız ise geleceğinizi,hayallerinizi, bilginizi, eğitiminizi, sağlığınızı, gülümsemenizi çalar. İkisi arasındaki fark; sıradan hırsız sizi seçer, siyasi hırsızı siz seçersiniz.”

***

Gerçek sevgi birini kusurlarını görmezden gelmek değil onun kusurlarına sarılmak onu kusurlarından öpmek tüm hepsini kabullenerek sevmektir.Çünkü bir kusuru örtmek ya da görmezden gelmek kolay iş, asıl önemli olan o kusurları da kendininmiş gibi benimseyerek sevebilmektir…Yani çok da mühim değil gözünün rengi boyu ya da kilosu…Ne bileyim işte önemli değil bir uzuvunun yokluğu.Zaten birini sahiden sevdiğin de ondan mükemmeli olamaz dünyada.En güzel o bakar en güzel o dokunur en güzel o öper gülümser…Hiç kimse sadece sahip olduklarıyla değil herkes ona yüklediği anlam kadar güzeldir…Sevmek özel hissettirebilmektir karşındakini.

Eğer bunları size hiç hissettiremeyen biri için üzülüyorsanız, kırılıyorsanız, hala bir şeyleri yoluna koymaya çalışıyorsanız hiç yormayın kendinizi.Çünkü kusurlarımız hayatımız boyunca bizimle olmaya devam edecek.Yani geçmişte kusurlarınız yüzünden sevmeyen biri gelecekte aynı kusurlar yüzünden yine sevmeyecek demektir sizi…
Gerçek sevgilerin aşamayacak bir engelin, üstesinden gelemeyeceği bir problemin olmadığına inanıyorum ben.Bir gün sizi sahiden seven birine sarıldığınızda tek bir kelime bile sarf etmeden konuşa bildiğinizi göreceksiniz. Boynunuzda nefesinin sıcaklığını sırtınızda avuçlarının şefkatini göğsünüzde kalbiniz merhametini hissettiğinizi anlayacaksınız bunu.İşte o güveni veren ve sizinle o duyguları paylaşan biriyle aynı yolda yürüdüğünüz de hiçbir şeyin sevgi yenemeyeceğini göreceksiniz.İşte o zaman geçmişteki hayatınızı mahveden kalbinizden çıkıp giden herkesi böyle bir sevgiye yar açtığı için affedeceksiniz.

Ben inanıyorum zor günlerin mükafatını hakkıyla verecektir Allah.Yeterki inancını ve sevgisini asla itirmesin insan…
Birçoğumuzun hayatı bazı şeylerden kaçarak geçiyor öyle değil mi?
Gündüzleri bir takım uğraşlar veriyoruz kendimizi iyice uykuya sığınıyoruz.Acıdan kaçmak, kurtulmak için ve hatta her zerresine kadar unutmak için ne geliyorsa elimizden yapıyoruz… Kalbimize gömdüklerimiz içimize attıklarımız, kendimizi hatırlatmaktan bile korktuğumuz şeyler var…Ama bunca uğraşa bunca uykuya bunca kaçışa rağmen kurtulamıyoruz değil mi?
Anılarımız birer vicdan azabı gibi düşünüyor yakamızdan.
Biliyor musunuz, bir konuda hep yanıldık.Ne kaçmakla, ne başka uğraşlarla, ne de uyumakla geçiyor sızımız.Unutamıyoruz silmek istediklerimizi.
Ben de çok denedim, olmadı.Şehirler,insanlar, hikayeler değiştirdim yine olmadı.Çünkü insan kalbini bir kenara bırakıp gidemiyor arkasına bile bakmadan.Gittiğimiz her yere duygularımızı da götürüyoruz.

Asıl mesele bu aslında.Kendi duygularımızdan kaçmak yerine onlarla yüzleşmek ve bazı şeyleri kabullenmek iyileştiriyor kalp yarasını.Mesela giden gitmiştir.Mesela bazı şeylerin tekrarı yoktur.Mesela kendimizi bir hiç gibi görerek hiçbir şeyin üstesinden gelemiyormuşuz…Her zaman geride kalarak terk edilmez insan.Bazı zamanlar arkana bile bakmadan giderken yüzüstü bırakılırsın.Çünkü bazen yüreğin delice kalmak isterken daha fazla gücün olmadığından gitmekten başka bir yol bulamazsın.İster geride kal, ister geride bırakıp git; durum her ne olursa olsun, tek başına iyileştirmen gereken yaralar kalır sana.Yani dostlar bizim kendimizden başkasına ihtiyacımız yokmuş ve bize kendimizden başkası yardım edemiyormuş…
Kalbinizi,vicdanınızı, duygularınızı özgür bırakın.Kimsenin sizin için tek çıkış yolu olduğunu düşünmeyin.Çünkü hayat güzel, hayat birilerinin bizi döküp parçalamasını izleyip sonra yeniden toparlanmaya çalışacak kadar uzun değil.Buna izin vermeyin.Ve her şeyin sizinle mümkün olduğunu asla unutmayın.
Hayatın daha güzel olduğunu görmek istiyorsak başımızı kaldırmamız gerekiyor.Ve inanın, mutlu olmak için kendinizi iyi hissettiğiniz şeyleri yapmaktan daha kolay bir şey yok.
Kendiniz için bir şey yapın ve değerli olduğunuzu hissedin…
Hani sürekli üzüntü veren, sizi ne zaman istese ulaşabileceği bir eşya gibi gören, sadece kendi duygularından bahsedip size ne hissettiğinizi hiç sormayan.
Yüreğinizi yormaktan başka bir işe yaramadığı halde onsuz yapamayacağınızı düşündüğünüz birileri var ya hani; onsuz da yapabiliyorsunuz. Önce uykusuz geceler azalıyor, bir şey yemeden geçen günlerde…

Gerçekten berbat bir zaman aralığından parçalanarak geçiyorsunuz.Ciddi manada üzülüyorsunuz evet, ama geçiyor sonra.
Bir sabah bakıyorsunuz ki onsuz da oluyormuş, hatta çokta iyi oluyormuş.
Elbette insanlar sesim birbirlerini, ilişkiler bitmesin, kalpler kırılmasın…Bazı ilişkiler kurtarılmayı hak eder, mümkünü varsa kurtarılmalıdır da zaten. Ama bazı ilişkilerden de kurtulmak gerekir… Sevginin cinsiyeti olmaz.Yani bu durumun kadını ya da erkeği yok.Güçlü ya da zayıf tarafı da…
İki kişilik yükü kimse tek başına sonsuza dek taşıyamaz.Yani yormayın kendinizi.Ne kendinizi ne de karşınızdakini…
Bir sonu olmayacaksa bunu zaten hissediyorsunuz.

Bırakın herkes kendi istediği hayatı yaşasın. Hikayenin sonunda iyi ya da kötü herkes layığını bulmuş olacak nasılsa …


***

Kavga çıkmasın diye sustuğum zamanlar, kırılmasın diye yuttuğum konular ve kaybetmemek için alttan aldığım insanlar oldu.
Şimdi anlıyorum ki bazı kavgalar çıkmalı, bazı kalpler kırılmalı, ve bazı insanlar kaybedilmeliymiş. Sürekli gönül yapmaya çalışınca kıymetin kalmıyormuş.

***

Er meydanında, güreşçiler rakiplerini överlermiş.
Yenerlerse nasılda güçlü bir pehlivanı yendiklerini ve kendilerinin daha büyük bir pehlivan olduklarını halkın takdir etmesi içinmiş.
Yada yenilirlerse zaten güçlü, kendini kanıtlamış bir pehlivana yenildiklerinden ayıplanmamaları için yaparlarmış bu övgüyü.

***

Neye ihtiyacınız varsa onun karşılığı samimiyetleriniz oluyor her daim. Kendimden eksilmeden, başkalarından nasıl daha fazla koparırım düşüncesiyle yaşıyorsunuz hayatı. Kahvedeki oyun yancıları gibi, bir bardak çayı kazanç hanesine yazıyorsunuz ellerinizi ovuşturarak. Duygularınız bile sizin değil. Aynenlerle renklendiriyorsunuz haris dünyanızı. Hayata karşı değil hırsınız, başkalarına karşı.
Bir şeyler alamayacağınız hiç kimse için çaba harcamıyorsunuz. Küçük çıkarlara bağlı çevrenizi genişletmek tek derdiniz, daha büyüklerinin hayali peşinde.
Kim mi?
Yok siz değil, değil. Onlar, hep onlar.
Sizin dışınızdakiler.

***

Kazancınıza, iç etmedeki başarınıza, mirasyediliğinizin boyutuna, kısaca elinizde olan paranın miktarına göre beğeninizi eşitleyip döşediniz evlerinizi. Gerekli gereksiz her şeye sahip olmak istediniz ve bunun için çalıştınız çoğu zaman. Adına da yaşam standardı dediniz. Şimdi o evlerin içinde, bakmaktan sıkıldığınız bu eşyaların ne kadar az yer kapladığını anlıyorsunuz belki de yavaş yavaş. Edinmekle uğraştığınız zamanda dimağınızı besleyebilir, yaşayabilirdiniz. Şimdi sadece ölmemeye çalışıyorsunuz süslü hücrelerinizde.

***

Sözüm ona şakacı biri günlük verileri evdeki erkek durum tablosu adıyla paylaşıma sunmuş. Yemek yapmayı öğrenen erkek, çamaşır-bulaşık yıkayan erkek, dayak yiyen erkek, evden kovulan erkek gibi saçmalıklar var ve kendini ülkenin elit, aydın kesimi zanneden bazı zavallılar de durumun özeti diye eşlik etmişler. Erkek egemen toplumda bir erkek ev işi yapmaz, görevi değildir. Çünkü erkek evin direğidir, babasıdır düzeni. Çocuk yaşta başlayarak, şehzade kıyafetleri içinde şatafatlı düğünlere bahis konusu olan ve cinsel organının kutsallığı öğretisiyle gelişemeyen erkek kafası, büyüdüğünde kadını döver de, evden de kovar ve hatta öldürür de. Bu beyninin kıvrımlarını ütülediğimin çocuklarının bildiği, çünkü öyle öğretildiği, çünkü öyle işine geldiği için vazgeçemediği ‘kadın erkek için yaratılmıştır’ inanışı ve yaşam şekli, maalesef ki ‘ben bilmem beyim bilir’ baskısıyla yetişmiş kadınların da anlaşılmaz desteğiyle yerleşmiş bir toplumsal adet haline geldi. Öldürülmediğine şükredip her şeyi sineye çeken kadınlar ve öldürmediğime şükretsin çünkü yapabilirim cakası satan erkeklerin doldurduğu plansız bir nüfus sayısı ve en cahilinden en eğitimlisine aynı bokun soyu oldu bugünün toplumu.

***

Yalan söylemek insanın temel özelliklerinden biridir. Kendini korumak, üstün kılmak, suçsuzlaştırmak ya da istediğini elde etmek için yalanlar söyler insan cinsi. Dürüst olmak kırıcı olabilir hatta çoğu zaman. En tehlikelisi de karşısındakini üzmemek(!) için söylenenlerdir. Yalan söylüyorsanız çok önemli bir ek yükü vardır bunun, kime ne söylediğinizi unutmamak. Bu da belli bir zeka ve hafıza gerektirir ki rezil olmayın bahanelerle olaylardan sıyrılmak isterken. Kendisi olamamanın, rol yaparak yaşamanın sonucudur yalan. İnsanın benliğiyle kavgası bir anlamda. Mutluluğu kendinden başka bir şeye dönüşmekte arayanların cankurtaranı.

***

Kocaeli’nin Darıca ilçesinde Furkan Celep (18), sosyal medya hesabından intihar edeceğini belirten yazı paylaştıktan sonra kayalıklardan atlayarak yaşamına son verdi.

Bir kargo firmasında çalışan Furkan Celep’in sosyal medya hesabından intihar edeceği yönünde yazı paylaştığı bilgisine ulaştı. Paylaşımda içki veya uyuşturucu maddenin etkisinde kalmadığını belirten Furkan Celep, bunalım veya depresyonda olmadığını ifade ederek, bunun günlerce, haftalarca hatta aylarca üzerinde düşündüğü bir konu olduğunu ve sonucunda böyle bir karara vardığını söylediği görüldü. Furkan Celep bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarını harcamak istemediğini, iş hayatının kendisine çok yorucu geldiğini ifade ederek, her şeyi arkada bırakıp gitmenin mantıklı geldiğini, gökyüzünde huzur bulacağını belirtti.

Furkan Celep’in Notu – İntihar Mektubu…

“Sözlerime başlamadan önce bir içki, uyuşturucu veya bir madde etkisinde olmadıgımı belirtmek istiyorum.Bunalımda veya depresyonda degilim.Bu üzerine haftalarca hatta aylarca düşündügüm ve sonucunda bu karara vardıgım bir durum.Bu zaman diliminde birçok kişiyle dolaylı yoldan konuştum.Durumu bu kadar ciddi ve derinlemesine anlatmak istemedim.Panige kapılmalarını, bu konuya kafa yormalarını, saatlerini vermelerini, psikolojilerini ve yaşantılarını etkilemek istemedim.Olabildigince yumuşattım ve gerektiginde durdum.Kendi içimde kendi sorunumu çözmeye çalıştım.Vardıgım sonuç ise bu.

Hassas kalpli diyebileceginiz insanlardan birisiyim.Şu zamana kadar hep doğru olanı yapmaya çalıştım.Yalan söylememeye, küfür etmemeye ve argo kullanmamaya çalıştım.İnsanları incitmemeye özen gösterdim, onlara sürekli olarak elimden geldigince yardımcı oldum, değerli hissetmelerini sağladım verebildiğim kadar değer verdim.Çokca empati yaptım duygularını hissetmeye, onları anlamaya büyük özen gösterdim.Çok yönlü olabilmek için her kafa yapısına uygun şarkı dinledim, kitap okdum, araştırma yaptım.Herkesin görüşünü degerlendirdim, onlara saygı gösterdim.”

“Kendimi geliştirmek için spora gittim, yabancı dil ögrenmeye çalıştım.Herkese ve her şeye karşı merhametli oldum. Karıncayı bile ezmemeye özen gösterdim.Evde bir arı veya böcek olsa bile onu öldürmek yerine bardakla alıp özgür bıraktım, yemekten arta kalanları çatıya kuşların aç kalmaması için attım.

Zorbalıktan kaçındım, kimseye bulaşmadım, zorda kalanlara yardım ettim.Paraya ihtiyacı olana para ilgiye ihtiyaçları olana ilgi verdim.Hayvanları sevdim onlara ilgi gösterdim, besledim.Doğayı kirletmemeye çalıştım. uzayı, doğayı, ormanları, gökyüzünü ve hayvanalar için plastiklerimi çöp yerine istifleyip geri dönüşüme bile atmaya çalıştım.Daha iyi bir dünya için elimden geleni yaptım.”

18 yaşında bir genç intihar ederek hayatına son vermiş. Bıraktığı not-mektup, ekonomik sıkıntılardan ziyade gelecek kaygısı ve toplumun ikiyüzlülüğüyle ilgili. insanların beni sevmesi için yakışıklı mı olmalıyım? yalan mı söylemeliyim? dış görünüşüm kötü diye düşüncelerimin bir önemi yok mu? yok kardeşim! şu an arkandan seninle aynı hisleri paylaştığını zannedip üzüldüğünü belirterek vicdan mastürbasyonu yapanların hepsi yarın karşılarına senin gibi biri çıktığında yine aynı şekilde davranmaya devam edecekler. Defalarca kendini anlatmaya çalıştığına inanıyorum ve bir araba, bir ev uğruna yıllarımı harcamak istemiyorum dediğinde karşılaştığın tepkileri de tahmin edebiliyorum. Gelecekten umutsuz olduğunu söylediğinde, sana umut pompalayanların dejenere beyinlerini de kestirmek zor değil. keşke.. bu kadar çabuk pes etmeseydin Furkan.

***

“Ahlak, ahlaksızlık etme gücü olup da etmeyenler için bir lükstür, pahalı bir hobidir, ama ahlaksızlığa gücü olmayanlar için sıradan bir davranıştır. Sade bir vatandaşın bebeğinin altını değiştirmesi veya bir omlet yapması basit bir iştir. Ama bir kraliçenin, mürebbiyelerin baktığı bebeğinin altını arada bir heves edip değiştirmesi veya on yılda bir mutfağa inip omlet pişirmesi, adamları tarafından yıllarca anlatılan ender, lüks bir şeydir.

Ahlak da böyle. Tarihte ve günümüzde bir devlet, bir kral düşünün. Bu devlet ekonomik ve askeri bakımdan çok güçlüyken, bir zayıf ülkeye saldırıp onu işgal edebilecekken, sadece insani-ahlaki gerekçelerle bunu yapmazsa, işte bu ahlaktır ve saldırmanın getireceği kazançtan daha pahalı, lüks bir şeydir. Bu lükse herkes sahip olamaz. Güçlüyken saldırmama, çalabilecekken çalmama lüksüne herkes sahip olamaz.”

***

“Zeki insanlar hep dertlidir. Zeka iyi bir şey değil… Beyin sürekli analiz halinde. Biri sana bir haraket yaptığında ne amaçla yaptığını anında anlayıp kendine mis gibi dert ediniyorsun. Ama aptallara bak dünyadan haberleri yok. Bu hayat aptallara güzel, zekilere zindan.”

Notlar 004

Kelimeler bazı şeyleri anlatır.
Ama her şeyi yaşatmaz.
Bazen ben bile yabancı olurken kendime,
Sana nasıl anlatırım ki beni?
Neşeliyim diyeceğim, belki suratsızlığıma denk geleceksin…
Espriliyim diyeceğim, belki ağlamalarıma denk düşeceksin…
Özgürüm diyeceğim, belki tutsaklıklarımda yakalayacaksın beni…
Kendimi anlatıp da bir kalıba sığdırmak istemem düşüncelerimdeki beni.
Hani yaşamadan bilemeyeceğin şeyler vardır ya, onlardan biriyim belki…
Bazıları için herhangi biri…
Bazıları için vazgeçilmez biri…
Düşlediğim kadar insanım, insan olduğum kadar hatalı,
Hatalı olduğum kadar gerçeğin peşinde…

İşte Ben Buyum…

***

İnsanların kendilerini özgür zannetmeleri, hakları olduğunu söylemeleri ve her şeyi biliyor havasıyla özgüvenlerinin tavan da olması çaresizliklerinin çığlığıdır. Yetki ve onay verdiklerinin yaptıklarına karşı çıkabileceklerini, köle olmadıklarını, robot olmadıklarını, birey olduklarını hemen her olayda aynı tekrarlarla belirtiyorlar.

Milyonlarca asgari ücretle çalışan insan var. Bu saatlerde çalışacaksın, bu saatlerde gelip gideceksin, bu saatlerde yemek yiyeceksin, bu saatlerde mola vereceksin, ne iş verirsek onu yapacaksın. Alacağınız maaşı ve kuralları belirliyorlar, sizi kuruyorlar ve istedikleri gibi kullanıyorlar ama siz ben robot değilim diyorsunuz.

Aylardır süren salgın mevzusu için her akşam istatistikler veriliyor. Ölenler insan ama bir tanesinin bile ismi yok, sadece rakam. Ve bunu gördüğünüz – bildiğiniz halde ben bireyim diyebiliyorsunuz.

Pandemi öncesinde de çok kez yaşandı, devlet istediği an (O Hal) sizi eve hapsedebiliyor ve size kendinizi güvende hissettiriyor. Sevimli diye kafese hapsedilen kuşlardan farksız olduğunuzu biliyorsunuz, sadece biliyorsunuz. Şu saatlerde dışarı çıkacaksın, şu yaşlarda olanlara bu kadar izin, şehir dışına çıkamazsın, kurallara uymazsan bu kadar ceza, takip kodunu alacaksın vs. ilk sefer de yapmayabilirsiniz söylenenleri ama daha sonrasında uymak zorunda bırakılıyorsunuz, itirazsızlığa alıştırılıyorsunuz çünkü ve hepsi sizin iyiliğiniz için. Üstüne bir de evde misiniz bakalım diye sempatik bir tivit atarak sizden fotoğraf-video falan da istiyorlar ve birçoğunuz evdeyiz sayın bakanım diye cevap veriyorsunuz.

İtaat diyemediğiniz, kabullenemediğiniz için saygı diyorsunuz ve bütün bunlara rağmen köle olmadığınızı düşünüyorsunuz, peki. Aşı hakkında bir sürü şey söyleniyor. Yeni dünya düzeni, insan sayısının azaltılması, insanların kontrol altında tutulması vs. kandırıldığınızı düşünüyorsunuz, hepsi de olabilir. Ama ısrarla ben aşı yaptırmam demek, bu kadar çok şeyi kabullenen sürü içindeki biri açısından çok gülünç bir durum. İlk etapta yaptırmayabilirsiniz, baskı altına aldığınızı düşünüp devletin aşıyı zorunluluktan çıkarmasını sağlayabilirsiniz.

Sanıyor musunuz ki buna karar verenler haklarımız var diye çırpındığınız halde vazgeçecekler?

Bir şekilde yolunu bulacaklar, sizi buna mecbur bırakacaklar ve siz buna rağmen özgür olduğunuzu söylemeye devam edeceksiniz !…

***

Attığınız her adım daha önce atıldı, düşündüğünüz her şey daha önce düşünüldü, hissettiklerinizi hissedenler oldu daha önce çokça, adınızın bile aynısı olanlar var soyadınız dahiliyle. Size has değil hiçbir şey, özel değilsiniz, tek değilsiniz, biricik değilsiniz. Seksek oyununda aynı karelere taş atıp bazen zıplayan, bazen de iki bacağı açık apışıp kalan sıradaki oyuncusunuz. Gelip geçecek bir isimsiniz, hayatınız maskelerden ibaret. Anlam yükleyerek abartmayın boş yere kendinizi.

***

Çocuğuna pantolon alamadı diye intihar eden babayı hatırlıyor musunuz? İsmail Devrim.. İşsizdi, birilerinden yardım istemiş ama herkes nasihat vererek sırt çevirmişti ve gerçekten üzülmüşcesine arkasından vicdan mastürbasyonu yapmışlardı. Şimdi adını bile hatırlamıyorlardır. O durumda olan bir sürü insan var, intiharlar devam ediyor ve psikolojik nedenlerden diyorlar adına. Politik diyemiyorlar, sistemden kaynaklı diyemiyorlar, cinayet diyemiyorlar, katil biziz diyemiyorlar.

***

Korona virüs tüm dünyada etkisini sürdürmeye devam ederken, virüsün ortaya çıkışı ile ilgili senaryolar da ortaya atılmaya devam ediyor.
Bazı çevreler korona virüsün üretildiğini savunurken, bazı çevreler de virüsün insan müdahalesi olmadan ortaya çıktığını savunuyor.

Korona virüsün yıllar önce; Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, “Moleküler Biyolojiyi üç beş kişi biz icat ettik. Başta insanlık için büyük hayaller vardı ancak aradan 5-10 sene geçmeden, Rockeffeller Vakfı’nın bunu desteklediği ve Moleküler Biyoloji’nin bir silaha dönüştürüldüğünü öğreniyoruz. İnsanlığın nüfusunun çok azaltılması için silah olarak kullanılan ve bugün dünyanın başında bir bela olarak duruyor” dedi.

***

Nasıl da ar damarı olmayan insanlar varmış değil mi? Sosyal medyadan üniversiteye kadar. Neler neler konuşuyorlar. Çocukların doğurgan olgun bedenlerinden, kadınları cariye yapmaya ve öldürülecekler listesi hazırlamaya kadar.
Toplumsal çözülme, ayrışma,yalnızlık, yabancılaşma, şiddet,çatışma, işsizlik, yoksulluk,kopuş daha da katlanarak yoluna devam edecek. Bundan kim yarar sağlayacak bunu görelim,sorumluluk almaya hazır olan da kaçan da var. O yüzden süreç kayda değer bir siyasi sonuç ortaya koyar mı?
Ve asıl soru; normal dediğimiz bu düzen devam edebilsin diye, bir işe yaramayan davranışlarımızı sürdürecek miyiz? Bu kadar kırılgan olmamıza yol açan alışkanlıklarımızı ve düşünce sistemimizi değiştirecek miyiz? Ve bu tuhaf insanlarla nasıl birlikte yaşayacağız?

***

Arkadaşlar merhaba arkadaşlar. Embesil ze kuşağı ve onlardan umudu olan beyinsizler sürüsü, size de merhaba.

Bilinçleninceye dek başkaldıramayacaklar, başkaldırmazlarsa da hiçbir zaman bilinçlenemeyecekler.
Ne kadar köleyseniz o kadar özgürsünüz. Ne kadar savaş varsa o kadar huzur vardır. Ne kadar cahilseniz o kadar mutlusunuz. Bu öğretilerin ütopikleştirildiği distopik bir toplumu anlatır 1984. İzleyin, günümüz yönetimsel rüyası.

Huzursuz uyuyup, sevimsiz bir tatla uyanıyoruz. Sigaranın beklemiş acılığından ya da içkinin pas tutmuş ekşiliğinden daha kötü. Tırmalayan, tiksindiren, çok alışık olduğumuz. Susmaktan birikmiş, çürümüş, için için kurtlanmaya ve kaynamaya başlamış bir sözler mezarlığı. Haykıramadıklarımızın yıpratışları. Gerçek olamayacak kadar absürt ve kabus olamayacak kadar kanlı canlı.

Dinamikleri akıl üzerine olan toplumlarda zeka bir gereksinim, zeka derecesi de bir nevi rütbedir. Gücünü cahillikten alan iktidarların yönettiği toplumlarda ise zeka aforoz gerekçesi ve bir suç aletidir.

Karnım aç, sigara yok, kahve midemi bulandırıyor, son iki günde 8 saat civarı uyudum, sağlıksızım, dead can dance-anabasis dinliyorum tam şu an. Neredeyse temelle aynı hizadaki pencereden giren sızıntı şeklindeki ışık, siyaha boyalı ya da rutubetten doğal olarak kararmış ve dökülen duvarlar tarafından emilip yok ediliyor. Ortada bir sehpa, yayılmaktan vücudumun şeklini almış bir çekyat, eski kasa bir bilgisayar, kitaplarım ve yerde ucuz yollu bir halı. Görmeyen gözlerin dalmışlığıyla düşünüyorum olup bitenleri. Günden güne ağırlaşıyor gerçeklerin üstümdeki oluşturduğu baskı. İnsanlar sadece kendi faydalarına olan şeylerle ilgileniyor. Herkesin götgöte yaşadığı ama kimsenin kimse hakkında çok bir şey bilmediği ve hatta bilmeyi bile istemediği bir dünyada varım demek aptallık aslında. neden mi öldürmüyorum kendimi? benim intihar planım şu, yaşayacağız!

Tüm samimiyetsizliğiyle, adaletsizliğiyle ve hukuksuzluğuyla hayat devam ediyor.

Oturduğu yerden-sosyal medya aracılığıyla adaleti sağladığını düşünen ılık sorumsuz götlülere söyleyin, aşure muhabbetinde bakan ismi kullanarak hemşireyi tehdit eden orospu çocuğunu da salmışlar.

Adalet istiyorsanız kaostan korkmayacaksınız.
Eşitlik istiyorsanız kaostan korkmayacaksınız.
Devrim istiyorsanız kaostan korkmayacaksınız.
İnsan gibi yaşamak istiyorsanız bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeyeceksiniz.
Hukuk sadece hak isteyenleri cezalandırıyor, demokrasi dediğiniz de halk denen acizleri uyutmaya yarayan bir martaval.

Çocuk tecavüz ve cinayetlerine alıştık. Kadın tecavüz ve katliamlarına alıştık. Hayvan tecavüz ve işkencelerine alıştık. tehditlere, saldırılara hepsine alıştık. Alıştırdılar, hem de her şeyin fazlasıyla farkındayken. Gözümüzün önünde olanları sadece izledik, izlemeye de devam ediyoruz ve devam edeceğiz. Kandırmayın kendinizi.

Çalıştığı bir işi olan, zoraki dediği halde birileriyle zaman geçirebilen, bir şeylerden mahrum kalmamak için faturalarını zamanında ödeyen, yürürken ayakkabılarının ucuna değil de vitrinlere bakan, alarmla uyanıp yataktan bir amaçla kalkan hiç kimse yalnız değildir. Yalnızlık edebiyatınızı sikerim sizin.

Sakarya da fındık toplayan işçilere saldırmışlar, kürt oldukları ve kürtçe konuştukları için. Ceza alacaklarını sanmıyorum, hiçbir yaptırım da olmaz, hatta haklı bile çıkabilirler. Bayrağımıza küfür ettiler demeleri yeter. Mevzu kürtler olunca her fırsatı değerlendirip, ne mutlu türküm diye bağırarak, çocuk-kadın fark etmeksizin sokaklarda kürt avına çıkacakların verdiği tepkilerin samimiyetsizliğinden tiksiniyorum. Yaptığınız o sikik sosyal deneylerinizle bu barbar toplumun gazını alırsınız sadece.
Bu oruspu çocukları, neden İngilizce konuşulmasından Fransızca, İtalyanca, Almanca konuşulmasından rahatsız olmazlar da bin yıllık kardeş bir halkın dilinden rahatsız olurlar?…

***

Doğduğunuz yer, diliniz, dininiz, yaşantınızı belirleyecek daha birçok şey, isminiz dahi sizden bağımsız ve başkalarınca belirlenip size yapıştırılmış etiketlerdir. Ezberletilmiş kutsallarla çevreliyorsunuz kendinizi, her türlü tezatı görmezden gelip sadece bulunduğunuz coğrafyanın gerçeklerini yaşayarak. İnsanların bu klişelere bağlanmasının en önemli nedeni de birey olarak yetersizliğini gizlemek için kalabalığa karışma çabası ve illaki önemli olma isteğidir. Ama önemsiz bireylerden oluşan bir kalabalığın da önemsiz olacağı gerçeğini idrak edememiş olduklarından tüm çabalar mesnetsiz kalır. Doğmuş olmanız bir şey ifade etmez, tıpkı ölmüş olmanızın etkisiz olacağı gibi…

***

Ünlü İtalyan dalgıç Enzo Mayorka, kızı Rossana ile Syracuse yakınlarında denize daldı.
Dalış yaparken bir şeyin sırtından yaklaştığını hissetti. Arkasını döndü ve bir yunus gördü. Sonra farkettim ki oynamak istemiyor, bir şeyler söylüyor.
Hayvan daldı ve Enzo onu takip etti
Yaklaşık 12 feet derinliklerinde, terk edilmiş bir ağa giren başka bir yunus daha vardı.
Mayorka kızından dalış bıçağı vermesini istedi. Birkaç dakika içinde, neredeyse insan çığlığı yayınlayan yunusları serbest bırakmayı başardılar ” (Mayorka ‘ nın kendisi).
Yunus 10 dakikaya kadar suyun altında dayanabilir, sonra batabilir.
Serbest bırakılmış, hala şaşkın yunus Enzo, Rossan ve diğer yunus yüzeye çıktı. Ve sonra aniden ortaya çıktı ki kısa bir süre sonra bir yunus doğurdu.
Yunus – baba bir çember yaptı, Enzo ‘ ya doğru yüzdü, yanağına dokundu… ve gitti.

Tüm olanlardan sonra Enzo dedi ki: ′′ İnsan doğaya saygı duymayı ve hayvan dünyasıyla konuşmayı öğrenene kadar, Dünya ‘ daki gerçek rolünü asla öğrenemez.”

***

“….Ben hayatımda kimseye 68’liyim demedim. Bu zaten benim hakikatimdir. Bunu ifade etmeye gerek yoktur. Devrimci insan, hayat içindeki duruşuyla bir tavır gösterir. Ne olduğunu illa kendisinin tanımlaması gerekmez. Hayatımızın belirli bir döneminde belirli bir hareketin içinde bulunmuş olmakla övünmek de bana yabancı bir tutumdur.
 
Niye o hareketin içinde oldum, bir karşılık beklemeksizin oldum. Bundan dolayıdır ki ben mesela ‘bedel ödemek’ kavramından da hiç hoşlanmam. Çok yaygın kullanılıyor ama. Devrimcisin, asisin elbette ki görevini yerine getirmişsindir. Bunun sonuçlarıyla da karşılaşacaksındır, bunu göze almışsındır zaten. Dolayısıyla bir durumdur bu.
 
Atmışlı yılların devrimcisi olmak o yıllarda yaşamış olan genç insanın yapmış olduğu bir ahlaki seçimdir, bir taraf olmak, bu seçim doğrultusunda yaşamış olmak veya yaşamaya devam etmekte olmaktır. Bunun övünmekle, başka tutumlarla hiçbir bağlantısını kuramıyorum.
 
Hakiki olan kendi hakikatini yaşamaktadır. Bunu ifade etmeye gerek yoktur.”
 
***

Adolf Hitler
1933 yılında %53 le seçimi ikinci turda kazandı.
İlk işi diğer partileri meclisten şutlamak oldu.
Siyasetinin temel taşı din, mihenk taşı milliyetçilik idi.
Tek başına çıkardığı yasalarla 1934 yılında referandumla Cumhurbaşkanı oldu.
30 Haziran’ı 1 Temmuz’a bağlayan gece, 85 i subay olmak üzere toplam 288 askeri katletti ve orduyu ele geçirdi.
İşsizliği, büyük otobanlar inşaa ederek bitirdiğini savundu.
Kömür dağıtarak muhtemel isyanları engelledi.
Saldırgan dış politikası nedeniyle Alman halkının milliyetçilik duygularını keskinleştirdi.
Balkon konuşmalarından hiç vazgeçmedi.
Muhalif olan herkesi ya öldürdü ya da hapsetti.
Yaşanan hiper enflasyona rağmen hayatı boyunca hep istikrardan bahsetmiştir.
Adalet sistemini ele geçirmesi biraz uzun sürsede başarmıştır.
5 yılın sonunda Goebbels’in dışında tüm yoldaşlarıyla arası açıldı.
Toplama kampları kurarak bin yılın en büyük soykırımlarından ikincisini gerçekleştirdi.
6 milyon insanı işkence yaparak öldürdü.
Bu olaylar sırasında komünistler ve sosyal demokratlar tarafından aşağılamak için “Nazi” ismi verildi.
Herhangi bir savaş kararı olmaksızın Polonya ve Sovyetler Birliği’ne saldırarak 2. Dünya savaşını başlattı.
Önce destek veren diğer Avrupa ülkeleri teker teker savaştan ayrıldılar.
Savaşı, Sovyetlerin Almanya’ya girmesiyle kaybetti.
Hep gözönünde tuttuğu eşi Eva Braun’la intihar etmeye karar verdiler.
Siyanür kapsülü çiğneyip, silahla kafasına ateş etti.
Cesedi önce gömüldü, sonra KGB tarafından çıkarılıp yakıldı.
Kendini dünya lideri ilan etmişti ama şimdi tüm dünya arkasından lanet okuyor…

Birileri de onun yolunu takip ediyor, yeniden yeniden insanlığa zarar veriyorlar… Kahrolsun Faşizm, Tek Yol Devrim

Notlar 005

• Ne haliniz varsa gülün.
• Bütün insanlar aynı dilde gülümser.
• İnsan gülebildiği kadar insandır. (Moliere)
• Tebessüm, kana en hızlı karışan ilaçtır.
• Gülüşüne ne kattın ki sen? Kalbimin ritmini değiştiriyor.
• Gökkuşağının bütün renkleri saklıydı gülüşünde.
• Gene şiir yazdıracak, gülüşünden belli.
• Gülüşün bana yansıyor, ısınmaya başlıyor ayaklarım.
• Hiçbir yüzde şubesi yok gülüşünün.
• Bir gülüşü var, kelebek görse ömrü uzar.
• Gülüşünden toplamam gereken papatyalar var.
• Gülüşüne aşık olmasaydım, unuturdum.
• Gülüşü kilometrelerce öteden ruhuma sızıyordu.
• Ne güzel söylemiş şair; gülmeyi çocuklar icat etti, bizler tüketiyoruz.
• Gülümseme, dudaklarınla yapabileceğin en iyi şeydir.
• Anonim Gülüşlerim var benim, her sıkıntıya eyvallah diyen.
• Sekiz milyar gülüş varken, seninki favorim.
• En fazla boşa giden günlerden biri; hiç gülmediğimiz günlerden biridir.
• Çünkü gülüşün siyahın içindeki beyaz gibi. Küme düşse de hayallerim, şampiyonluğa oynar gülüşlerim.
• İnsan mutluluktan gülmezmiş; güldüğü için mutlu olurmuş!
• Kişi gülüşüyle terbiyesini, güldüğü şey ile seviyesini gösterir. (Mevlana)
• Gülmeden ölmemek için mutluluğa kavuşmayı beklemeden gülünüz.
• Gülmek, fırtınalı gökte doğan bir gökkuşağına benzer. Anastasius Grün
• Gülmek hayatı karşına alabilmek demektir.
• Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer. (Tolstoy)
• Umutlar da yiter, düşlerin ardından. Gülüşler de tükenir, gidenin ardından.
• Gülme, yan etkileri olmayan yatıştırıcı bir ilaçtır. (Arnold Glashow)
• Gülme iki insan arasındaki en kısa mesafedir. (Victor Borges)
• Öyle güzel gülmelisin ki, insanlar seni ağlatmaya utanmalı. (Gabriel Garcia Marquez)
• Sen hep gülümse ki yüreğinin güzelliği gülüşlerinde canlansın.
• Kadının yüzünde bir gülüş ol yeter. O kalbinin ortasında senin heykelini diker.
• Gülüşün o kadar net kazınmış ki aklıma, bir sorsalar iki saat tarif ederim.
• Sen böyle gülünce şuranda iki çukur oluyor ya, ölünce beni oraya gömsünler.
• Hadi takas edelim bir şeylerimizi. Mesela gülüşünden ver ömrümden al. (Yılmaz Güney)
• Haddini bilmez gülüşlerim vardır benim; dosta keyif, düşmana acı verir.
• O kadar içten gülüyordu ki; içini kıskandım. İçin olmak istedim.
• Gülüşünden öpüyorum. (İlhan Berk)
• Dünyanın en güzel hissi, birinin yüzündeki gülümsemenin sebebi olduğunu bilmektir.
• Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder. (Victor Hugo)
• Benimde güldüğüm zamanlar çok oldu ve gülüşlerim bazılarına fazlasıyla koydu.
• Gülüş, ruhun hiç şaşmayan aynasıdır.
• Yalnız çocuklar kusursuz bir gülüşle gülmesini bilirler. (Dostoyevski)
• Bütün ağrı kesicileri senin gülüşünden yapmışlar.
• Ne zaman ki bir yerlerde sen gülsen, benim bütün ağrılarım diniyor.
• Gülmek, fırtınalı gökte doğan bir gökkuşağına benzer. (Anastasius Grün)
• Gülmek için mutlu olmayı beklemeyiniz, belki gülmeden ölebilirsiniz. (Victor Hugo)
• Hayat bir ayna gibidir. Gülümserseniz o da size gülümser. (Peace Pilgrim)
• Gözyaşının bile görevi varmış; ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.
• Ben senin geceni aydınlığa çeviremem, menteşesi geniş kapılar açamam, en fazla gülersin benimleyken.
• Küçümseme; gülmek güzeldir eğer benimleysen.
• Kaldı işte; Çayımız bardakta. Çocukluğumuz sokaklarda. Mutluluğumuz kursağımızda. Sevdiklerimiz uzaklarda. Gülüşlerimiz fotoğraflarda.
• Gülmesini bilen insanlar; dünya meselelerine sağduyu, sakin kafa, sağlam düşünce ve kültürlü bir gözle bakabilmelerine imkân veren, sihirli anahtarı ellerine geçirmiş olurlar. (Lin Yutang)
• Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı

• Sayısız farklı bağ şekli var insanlar arasında: Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal bağlar. Ruhsal ve zihinsel bağ kurduğunuz insanlarla ölene kadar bitmiyor o bağ. En çok da ruhsal, tinsel bağlar kopmuyor. Tensel ve duygusal bağların vadesi ise kısacık.

Kağıt Bardak

Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.

Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.

Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.

Derin bir nefes aldı ve ;

“Biliyor musunuz ne düşünüyorum? ” diye sordu,

“Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum.

Tek bir fark vardı ; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu.

Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu.

Beni önce bir otele götürmüşlerdi.
Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı.

Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.

Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.

Özel bir kapıdan içeri almışlardı.
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi.

Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”

Eski bakan derin bir nefes aldı,
seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti

“Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.”
bir an durdu ve sonra

” Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum.Beni hava alanında kimse karşılamadı.
Otele taksi ile geldim.
Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim.
Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.
Sonra da bulabildiğim yerde oturdum.
Canım kahve istedi ve görevliye sordum ;
bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi.
Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.”

Seyirci gülmeye başlamıştı.
“Sanıyorum geçen yıl
porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.

Benim asıl bardağım işte bu.”

Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi.

Alkışlar bitince de şunları söyledi
“Size verebileceğim en iyi ders bu işte.
Bütün o övgüler,
hizmetler,
avantajlar rütbeniz,
rolünüz,
makamınız içindir.

Size ait değildir.

Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde
porselen bardağınızı halefinize verirler.

Çünkü aslında layık olduğunuz hep kağıt bardaktır…

Hiç Kimse Vazgeçilmez Değildir.

Hayatın bir gerçeğidir. Deli gibi de sevsen, ölsen bitsen de onun için bir gün unutursun.
Hata öyle bir zaman olur ki hatırlamazsın bile.
Herkesten vazgeçilir.
Hayatta hiç birşey vazgeçilmez değildir.

Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Yeter ki yürekten istesin insan. Birinden vazgeçemediği , unutamadığı için saatlerce ağlayan insan aslında unutmak istemiyordur. Daha fazla acı çekmek hoşuna gidiyordur. Aşkın bir diğer yüzüdür bu da. Vazgeçilmez sanıp hiç ummadığı anda unutmasıdır. insanın tabi ki de hafızasında anıları kalır. Hiç olmayacak bir anda belki çok abest birşeyden bile birden o eski zamana gidebilir. Bir özlem duyar ama sadece bu kadardır. Gerçek olan herkes vazgeçilebilirdir. Ancak kimse hiç yaşanmamış gibi silinemez. Mutlaka hiç olmayacak bi yerde zaman da deli gibi özlenir vazgeçilen.

Henüz kıvama gelmemişseniz size bu cümleyi söyleyenlere kızarsınız, inanmak istemezsiniz, acı cekmek daha cazip gelir. Dünyanızın odak noktası olan kisi gittikten sonra, baska birini aynı arzuyla öpebiliyorsanız, midenizde kelebekler ucusuyorsa, uzaktan gördügünüzde bile kalbiniz yerinden çıkacakmıs gibi oluyorsa anlarsınız ki gerçekten kimse vazgecilmez degilmiş ve her gidenin yerini dolduracak daha iyi biri bulunurmuş.

Hayat normal akışındayken aklın kabul ettiği, doğruluğu su götürmez önerme. Birinden vazgeçmeniz gerektiğinde ya da terkedildiğinizde birden dünyanın en büyük yalanı haline gelir. Genelde başkaları için devamlı kullanan insanların, kendileri için pek de akıllarına getirmedikleri durum.

Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur.

Ama yaşanmışlık iz bırakır.

• İlk sayfasını temiz olarak açtığın “Yeni yıl” defterine yazılan ilk not: 01.01.2020

• İyilikten maraz doğar mı? Doğarsa kimlere, doğmazsa kimlere.

• Neler kalmalı, neler atılmalı, verilmeli, satılmalı? Kimler in, kimler out… Liste hazır.

• Hak etmeyene ve senin gibi doğru tüketmeyene israf etme: iyi niyetini, merhametini, sevgini, enerjini, zamanını ve en önemlisi kendine olan saygını.

• Bunu başucuna bir not olarak as ve her güçsüz, yalnız ya da çaresiz hissettiğinde veya birileri seni davranışları ile değersiz hissettirmeye çalıştıklarında önce bir nefes al, sadece bir dur, serbest bırak ve silkelen yeniden.

• Eski, senin enerjini tüketen olumsuz duygu, düşünce ve davranışlarını artık bırak, yolla gitsin.
Yerine olumlu düşünce, duygu ve davranışları koy.

• Bırak korkularını, senden akıp gitsin. Bırak yıllarca bastırdığın ve seni esir eden duygularını… Özgürleş ayağına dolanan geçmişinden.

• Güçlü değerlerin olsun ve her zaman, her koşulda o değerlerinle ayakta kal.

Bırak geri dönüşü olmayan yatırımları, yolla gitsin; o kadar enerjin zamanın varsa sen önce kendine yatırım yap; sonra da bu yatırımı hak edenlere.

• Sen kendine değer vermedikçe, karşına hep sana değer vermeyen insanlar gelir.

Birilerinden darbe aldığında, üzülüp kahrolduğunda acaba buna sen mi müsade ettin de oldu? Çizgini ne kadar çiğnemelerine izin verdin; sen dik durabildin mi?

• Birilerini yargıladığında ya da birilerinin yaşadığına kötü bir söz söylediğinde; bir gün gelir aynı olayları senin de yaşadığına tanık olursun.

Ne zaman duygusal bir beklenti içine girmezsin işte o zaman istediğin şeyler kendiliğinden sana gelmeye başlar.

• Mutluluğunu bir olaya, bir insana fazla odaklama; bu tarz mutluluklar geçicidir oysa senin aradığın geçici mutluluklar değil. Olması gereken şu: Senin kendi varlığınla, kendinle mutlu olman; mutluluk bu, işte bu kadar basit.

Birilerinin çıkıp senin eksik parçalarını tamamlamasını bekleme; senin kendinin bile tamamlayamadığın eksik parçalarını kim, nasıl tamamlasın? Önce sen yarım olma; kendin içinde tam ol.

• Kendi sınırların ve çevrene yansıttığın tutarlı prensiplerin olsun ki; başkaları senin çizgini geçip seni yoramasın.

İlerlemeni ve başarmanı engelleyen ya da moralini düşürebilecek sen yapamazsın, beceremezsin diyen herkes ve her şeyden uzakta kal.

• Şu bir türlü içinden çıkamadığın ama seni mutsuz eden konfor alanından artık çık ve değişimin başlat artık. Bekle ve gör değiştirdiğin her şey sana nasıl geri dönecek… Kendime güveninin her an arttığını rahatlıkla göreceksin.

• İşte o zaman sen gerçekten değiştiğinde; sana artık yarım insanlar, yoran olaylar gelmeyecek.

• Değerini bilmeyenler gelmeyecek.

• Seni yarı yolda bırakanlar, aldatanlar, yalan söyleyenler, arkandan kuyunu kazananlar gelmeyecek.

• Sana hak ettiğin değeri veremeyenler gelmeyecek.

• Sana başarısızlık gelmeyecek.

• Sana bereketsizlik gelmeyecek.

Baş ucuna koy bu notu; insanın kendisinden başka kendisini kurtaracak ya da yaşadığı hayatın dışına taşıyabilecek başka biri yoktur. Her şey aslında insanın “Ben” olabilmesinde biter. Başka bir “Ben” yoktur çünkü…

Unutma hiç kimse ve hiçbir şey vazgeçilmez değildir, böyle olduğunu sanan da senin için doğru insan değildir; gün gelir kalmaması gereken eş gider, sevgili gider, dost gider, iş arkadaşın gider, komşun gider; ama her zaman geriye bir tek sen kalırsın… Gerisi, teferruat…

Kızdığınızda Veya Kırıldığınızda

Geçmiş kırgınlıklara objektif bir açıdan yaklaşmak, gelecekte canınızın yanmayacağı anlamına gelmez. İlişkileriniz devam ettikçe canınızı yakan olaylar olması doğaldır. Önemli olan kırıldığınızda veya kızdığınızda geçmişte vermiş olduğunuz tepkileri vermek yerine, kendinizi ve karşınızdakini daha iyi hissettirecek şekilde davranmayı öğrenmektir. Psychology Today dergisi tarafından hazırlanan haberden derlediğimiz yazımızda, canınız yandığında nasıl davranmanız gerektiğinden bahsedeceğiz.

• Gerçekte neye gücendiğinizi iyi tespit edin:

Sizi gücendiren davranış kasti miydi? Yoksa bir yanlış anlaşılma olabilir mi? Böyle durumlarda kalbimiz çoğunlukla doğruyu söyler, ancak yine de kırıldığınız davranışın arkasındaki gerçekleri düşünün. Kırgınlığınızın geçmişte aldığınız yaralarla oluşan hassasiyetten değil, gerçekten o anda yaşananlardan kaynaklandığından emin olun. Tepki vermek yerine cevap verin.

• Savunmaya geçme isteğinizi bastırın:

Sizi kıran kişiyi karşınıza alıp konuşmaya karar verirseniz, sadece olayı nasıl gördüğünüzü ve size kendinizi nasıl hissettirdiğini paylaşın. Savunmacı ve agresif davranmayarak herşeyi çok daha kolay çözebilirsiniz.

Sadece hissettiklerinizi belirtip, karşınızdakinin de kendi görüşünü belirtmesine izin vererek, karşılıklı bağrışmak yerine olumlu bir sonuca varmanız çok daha olası. Bu iletişim şekliyle, gerekiyorsa birbirinizi karşılıklı affetmeniz de mümkün.

• Haklı olma ihtiyacınızdan vazgeçin:

Geçmişte yaşadıklarınızdan kalan bu alışkanlık, kötü bir durumu daha kötü yapabilir. Herkesin kendi fikirleri ve görüşleri vardır. Fikir ayrılığına düştüğünüzde, illa biri haklı çıkmak zorunda değildir.

• Kendi hatalarınızın olup olmadığını düşünün ve eğer varsa özür dileyin:

Gerçekten bir hatanız yoksa, geçmişte yaşadıklarınızın size sebepsizce suçluluk hissettirmesine izin vermeyin. Ancak, sırf geçmişte yaşadıklarınız yüzünden başkalarına kötü davranma hakkınız da yok. Hatalarınızın sorumluluğunu üstlenin.

• Tepki vermeyin, cevap verin:

Geçmiş acılar sizi hassaslaştırmış olabilir. Hassasiyetinizi fark etmeyen bazı insanlar istemeden sizi çok kırabilir. Böyle durumlarda otomatik bir şekilde tepki vermek yerine olayın üzerine düşünmek, sizi aslında kırmak istememiş kişilerle aranızın bozulmasını engelleyebilir.

Bunu yapabilmek için kısa bir süre bekleyip durumu değerlendirin. Bazen sadece beklemek bile olayları karşınızdakinin perspektifinden görmenizi sağlayabilir. Otomatik bir şekilde tepki vermek yerine bekleyerek cevap vermek, kendi davranışınızı kontrol altına almanızı sağlar.

• Saldırmak veya kaçmak yerine, uzlaşmayı deneyin:

Uzlaşıcı bir tavır, düşmanca bir tavırla konuşmaktan çok daha iyi sonuçlar getirir. Kabullenen, sevgi dolu bir tavır sergileyin. Bu sizi kıran kişiyle aynı fikirde olmak anlamına gelmiyor. Ama o kişiyi yargılayıp kesin kararlara varmak yerine, uzlaşma için açık bir kapı bırakın. Bu o kişinin durumu kabullenmesini ve sizin bakış açınızı görmesini kolaylaştırır.

• Biri size sinirlendiğinde, öfkenin asıl kaynağı siz olmayabilirsiniz:

Birisi için bardağı taşıran son damla olabilirsiniz. Sadece kendi yaptıklarınız için sorumluluk alın, ve bardağı dolduran diğer damlaların suçunu üstlenmeyin!

• Birisi sizi kırsa bile, kendi mutluluğunuzu bozmak zoruna değilsiniz:

Tepkinizin ve cevabınızın kontrolü sizin elinizde. Olayı büyüterek devam edebilirsiniz. Eğer sizi kıran kişi bunu yanlışlıkla yaptıysa, kendinize “Neden bu olayın üstünde durarak daha da büyük bir problem haline getiriyorum?” sorusunu sorun. Eğer o kişi sizi kasti olarak kırdıysa ve affettiyseniz, “Bu insan benden af dilediyse, ben neden hala acıya odaklanmış durumdayım?” diye sorun. Eğer o kişi sizi kasti olarak kırdıysa ve affetmediyseniz, “Bu kişinin bana yaşattığı acıyı kabul ediyorum ve serbest bırakıyorum” demeyi deneyin. Yeniden mutlu olmaya kararlı olun. Seçim her zaman sizin.

Sessiz Olduğunuzu Nasıl Anlarsınız?

Ne zaman konuşmamız, ne zaman sessiz kalmamız gerektiğini bilmek kolay değil. Konuşmak ya da susmak için doğru anı tanıyabilmenin bir sanat olduğunu söyleyebilirsiniz. “Söz gümüşse sükut altındır” sözünün ne kadar doğru olduğunu hepimiz biliriz. Çok fazla konuşmak bizi olumsuz sonuçlara maruz bırakıyor. Ancak bazen çok sessiz olmak da olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Peki, çok sessiz olup olmadığınızı nasıl bilebilirsiniz? Öğrenmek için okumaya devam edin!

Sessizlik çok değerlidir çünkü ne söyleyeceğimizi düşünmek için zaman verir. Ayrıca dinlemek için gerekli bir koşuldur ve duyduklarımız üzerinde kafa yormak için elverişlidir. Ancak olması gerektiğinden daha sessiz olduğumuzda yanlış anlamalara veya istenmeyen durumlara neden olabiliriz.

Sessizlik bir karar, bir ihtiyatlılık eylemi, değeri hafife alınan bir cesaret biçimi olmalıdır. Az ve öz konuşmak, bazı insanların en karakteristik özelliklerindendir. Bu insanlar ne zaman konuşup ne zaman susmaları gerektiğini bilir. Korku, kafa karışıklığı veya şaşkınlık gibi başka nedenlerden dolayı sessiz kaldığınızda, belki de çok sessizsiniz demektir. Bunun böyle olup olmadığını nasıl bilebiliriz? İşte bize yardımcı olabilecek bazı ipuçları.

“Söylenebilecek olanlar açıkça söylenmelidir.
Hakkında konuşamadığımız şeyleri ise sessizce geçmemiz gerekir.”

– Ludwig Wittgenstein

Çatışmaya Neden Oluyorsak Çok Sessiz Kalıyoruz Demektir.

Sessizlik yanlış anlamalara neden oluyorsa, o zaman çok sessiz olduğunuzu söyleyebilirsiniz. İşte bir örnek. Bir arkadaşınızın size yalan söylediğini öğreniyor ve bu yüzden üzülüyorsunuz. Ama durumla yüzleşmek yerine sessiz kalmaya karar veriyorsunuz. Ayrıca sizi kıran o kişiye saldırganca davranmaya başlıyorsunuz. Bir bariyer ve mesafe oluşturuyorsunuz.

Bu durumda, sizi mağdur eden yalan nedeniyle bir süre kin tutmanız muhtemeldir. Ama diğer kişi nedenlerini açıklama ya da hatalarını tanıma fırsatına asla sahip olmayacaktır. Bu gibi durumlarda, sessizlik hiçbir şeyi çözmez. Aksine, sorunu çözmemize izin vermeyen görünmez bir engel oluşturur.

Çok Sessiz Olmanın Yol Açtığı Sorunlar:

Bir Adaletsizliğe İzin Verdiğinizde Çok Sessiz Kalıyorsunuz Demektir.

Bir adaletsizlik karşısında sessiz kalmak, tembellik ya da korkaklık gösterir. Bunu yaparak, sessiz bir suç ortağı haline gelirsiniz. Sessizlik, istismarı onaylamanın veya doğrulamanın bir yolu olabilir. Bu aşırı sessiz kalmanın açık bir örneğidir.

Özellikle adaletsizliği uygulayan kişi çok güçlüyse, sesinizi yükseltmek kolay değildir. Ancak konuşmamak, ömür boyu sürecek türden bir sessizliktir. Doğru zamanda konuşmak, gerektiğinde sessiz olmanız kadar önemlidir. Yani sessizlik, adaletsizliğin bir suç ortağı olmamalıdır.

Korku Veya Utangaçlık Nedeniyle Sessiz Kalmak Yanlıştır.

Bazen yaşam bizi korumak için engeller oluşturmamızı sağlar. Belki de bizi çok korkutan ve kendimizi dünyadan soyutlamamıza yol açan zararlı ya da şiddetli bir deneyim yaşadık. Çoğu zaman, bu durum bizi aşırı sessiz bir yaşam tarzı benimsemeye ikna eder.

Belki söyleyecek çok şeyimiz var, ama bunu kendimize saklamaya karar veriyoruz çünkü söyleyeceklerimizin değerli olduğunu düşünmüyoruz. Ya da fikirlerimizin değerli ya da önemli olduğunun bilincinde olmamıza rağmen, yargılanmaktan ya da sorgulanmaktan korkuyoruz. Bu gibi durumlarda, dünyaya karşı korunmanın bir yolu olması gereken sessizlik, bizi uçmaktan alıkoyan bir kafes haline geliyor.

Aşk Sessiz Olmamalı.

Diğer insanlara olan sevgimizi açıkça ifade etmiyorsak, çok sessiz olduğumuzu söyleyebiliriz. Aşk her zaman özgürce ve açıkça ifade edilmelidir. Sevgi kelimelerini kendinize saklamak iyi değildir. Aslında sevgimizi ifade etmek, başkalarına verebileceğimiz en güzel hediyelerden biridir.

Sevdiklerimiz bizim için eşsiz birer armağandır. Er ya da geç, bu bağlar mesafe, kopuk ilişkiler ve hatta ölüm nedeniyle sona erecek. Bu nedenle, sevdiğimiz insanlarla geçen her an çok kıymetlidir ve bizim için ne kadar önemli olduklarını göstermek için kelimeler asla yeterli olmayacaktır.

Kelimeler her şeyi yaratabilir veya yok edebilir, ancak sessizlik de böyledir. Bu yüzden ne zaman konuşacağınızı ve ne zaman sessiz kalacağınızı bilme sanatını öğrenmek önemlidir. Eğer bu sanatta ustalaşırsak, kesinlikle daha tutarlı, iddialı ve başarılı olacağız.

Susmak, Onaylamaktır. Unutmayın. Doğru ile Yanlış Arasında Susmak, Yanlıştan Yana Olmaktır.