Özlemek ne uzun bir mesafedir çeken bilir !..
Cemal Süreya : Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin.
Oğuz Atay : Aklımdan çıkmıyor, aklım çıkıyor o çıkmıyor.
Nazım Hikmet : Sesini duysam, sesine sarılacağım. Öyle özledim.
***
Uyandığınızda yanınızda uyuyan kişiyi öperek uyandırıp ne kadar da şanslıyım dediniz mi hiç !?… Sakın denemeyin, otubüs den aşşağı atıyorlar, sakın !
***
İnsansanların, zafiyetlerine olan bağlılık ve sadakatleri, çevrelerindeki yada sevdikleri insanlara olandan daha fazladır. O yüzden “benim için vaz geçer” insanın kendini aldatmasıdır!..
***
“Anket yapmanın bir işe yaramadığını öğrendim. Yargılar verilmiş kararlar geçmişin fotoğraflarıdır. Bizim işimiz sürpriz yapmak, harekete geçirmek, değiştirmek, yenisini, doğrusunu, güzel olanı göstermektir”
***
Arabesk müzik dinlemeyi bırakınca fark ettim ki; kimseye aşık değilmişim!…
***
Herkesin doğrusu var ise, bilim gereksiz birşey… Bilim doğruyu bulma uğraşıdır… Doğru tekdir…
***
Herkesi seven insan da bana sahici gelmiyor. Sevmek için tanımak gerekir öncelikle. Sevmekle beğenmek farklı duygular…
***
Kötü insan yoktur, egoist insan vardır… Kendi sefası için başkasına cefa çektiren, kötülüğün somut halidir…
***
Dün gördüm, bayanın üzerindeki tişört deki yazı “fuck your lies and fuck your god”
***
Sosyoekonomik eşitsizliğin her dönemde yaşandığı insanlık tarihindeki en büyük buluş, ölümden sonraki hayat kavramıdır. Bu yöntemle her türlü isyan-ayaklanma ve sınıflar arası gerginlik önlenmiş, parsayı toplayanlar ebedi huzura kavuşmuştur.
İnananlara duyurulur…
***
Kitap okumak bazen çekilmez oluyor.
Bazı kitaplar kendini okutmamak için yazılıyor sanki.
Yazarın kendine veya okuruna duyduğu öfkeden ya da okurun okuduklarını anlayamamayı kabullenemediği için inatlaşması da olabilir.
Yoksa maç seyretmek yerine bu eziyeti niye çeksinler?
İnsanlar akademide ezberlediği ama anlayıp deneyimlemediği bilgilerle kitap yazmasaydı bugün eğitim daha kolay, hayat daha zevkli olacaktı.
Narsisizm çağı’nın dramı bindiği dala garezinin olmasından gelir.
Hepimiz yazar, hepimiz sahnede olursak bizi kim seyredecek?
***
Bölünerek çoğalma biyolojik bir gerçektir. İnsanın özelliğiyse bölünerek azalmak. İnsan olarak ayırır kendini önce diğer canlılardan. Kendinden başkasını yok eder, neslini tüketir hatta hırsıyla. Cinslere ayırır sonra, kadını silikleştirir, erkeği yüceltir. Renklerle ayırır, inançlarla ayırır, ülkelerle ayırır, taptığı paranın alım gücüne endeksler. Kendinde ne varsa olmayanları ayırır, ayırmakla kalmaz, hükmeder. Ülküsü haline getirir yaşam hakkını elinden almayı ve hala insan olduğunu savunur, en üstün olduğunu hem de. Evrimi reddeden, salt egoya evrilmiş bir garip ara tür.
***
Irk, din, dil, millet, ülke fark etmez. Bir insana haddinden fazla erk verirseniz kontrolünü kaybeder ve eşitlerinden üstün olduğunu düşünüp şiddete başvurur.
Zaten üniformanın verdiği ayrıcalık hırsı ve ateşli silahlarla donatılmanın verdiği aşırı güven duygusu egoyu şişirmişken neredeyse her şeye müdahale edebilme hakkı, her konuda kendini haklı görme ve efelenmeyi tetikler. Sonuçta kraldan çok kralcı ama asla kendini kraldan aşağı görmeyen sözüm ona güvenlik güçleri dolaşır hale gelir ortalıkta, kimi kimden koruduğu meçhul. Ortada kalan da korunmasız halktır her zamanki gibi. Ölen ölür, kalan sağlar da göze batarsa ölme adayı olarak müsaade edildiği kadar yaşar.
***
Kölelik bitmedi evrildi dedik hep, çağdaş kölelik dedik. Ölmeyecek kadarla yetinen ama bütün işi yapıp efendilerini omuzlarında taşımaya devam eden insan sürüleri oluşturuldu. Şükreden, biat eden ama en kötüsü özgür olduğunu düşünen köleler var artık dedik. Bundan sonrası normalleşme, eskiye dönüş deniyor. Tüm beklentiler bu yönde. Oysa ki yalnızlaşmaya kodlandı insanlar. Birbirinden uzaklaşmaya, korkmaya, söyleneni yapmaya ve öncelikle de itirazsızlığa. Geçmiş normallerimiz ne kadar normalin çok dışında bir absürtlükte olmuş olsa da bundan sonra köleliğin dozu artacak, kontrol edilenler özgür olmak bir yana özgürlük diye bir şeyin varlığını bile unutacak ve kontrol edenler çok daha küçük bir elit(!) zümre olacak. Hep bir şeyler icat edebileceğim, düşünülmemişi ilk düşünen olabileceğim bir devirde yaşamış olmayı istemişken şimdi görüyorum ki öznel fikri olan son nesil olacağız. Bugünler hatırlanacak evet ama sadece kontrolcü güruh tarafından ve zaferlerine giden yol olarak.
***
Parası olan kişinin limitsiz bir şımarabilme, saçmalayabilme, hakaret etme, aşağılayabilme hakkı ve parası oranında da ciddiye alınma, haklı görülme durumu var bu ülkede. Bu parayı nasıl edindiği, sözlerinin tutarsızlığı, isteklerinin saçmalığı falan tamamen yok hükmünde. Ortalığa sıçıp duran bu insanların arkasında dikmek için ellerinde tüylerle bekleyen sersem bir kalabalık var ve mutlular, bok böcekleri gibi. Zenginin malı züğürdün çenesini yorardı eskiden, şimdi geleceğini yok ediyor.
***
Faşizm, cahiller üzerinden değil, tam tersi eğitimli kadroları üzerinden yükselir, cahiller diktatörlüğün arabasına koşulmuş yük hayvanlarıdır, o “eğitimli” köpekler en tehlikelileridir,
asla affedilemeyecek suçların mimarları onlardır, asla affetmeden cezalandırılacak olan onlardır, not düşüyoruz toplumunun belleğine, hiç silinmeyecek bir şekilde..
***
“Sığ insanları derin sevmeyin” diyordu şair Birhan Eroğlu. “Derin insanları sığ sevmeyin” dedi şair Celil Taş ekleme yaparak.
Ne de haklı ikisi de.
Ama ben de dayanamayıp belki de biraz haddimi aşarak, desem ki: “Ismarlama olmuyor azizim sevmenin sığlığı, derinliği.
Sevmek, sevenin derinliğindendir.
***
Bana yutturduğunu sandığın hiçbir şeyi, kusmadım, yutmadım, kursağımda tutuyorum. Kusmama yada yutmama sen karar vereceksin yine… Unutma !..
***
Bencil olmak; hep kendi çıkarını, sürekli kendini düşünme halidir, başka insanlara ve canlılara önem vermeme, yani kıçın kalkık olması hali gibi bir takım özelliklerle beraberdir hep..
Bencil olmak; bencil olduğunu kabul etmekle başlar herşeyden önce. bencillikle övünme, bunu matah birşeymiş gibi bir de diğer insanlara kabul ettirmeye calışmayla devam eder. Herseyi kendisi için yapan, yalnızca kendini düşünen, birilerini mutlu etmek sebebi bile kendini mutlu etmek amacıyla olan kendisinden hiçbir hayır beklenmemesi gereken insan.
Bencil olmak; sadece kendi ihtiyacı olduğu için insanlari kullanmak, bir tek kendi başına geliyorumuş gibi yalniz kaldığı her an kucağını ilk açana koşmak, her şey benim mutluluğuma hizmet etmeli diye ilişkileri sömürmek ondan sonra da tatminsiz bir sekilde firlatip atmak, bütün hayatlar bana ait olsun istemek, ipleri elinde tutmaya çalismak, üstüne bir sözüyle her şey eskiye dönsün istemek sonra da drama yapıp sızlanıp durmakdır.
Suçu üstlenmek zor mu geliyor?
Hatadan kaçmak, iyi gitmeyen bir şeyi haklı göstermek için standart yoldur. Sorumluluk paylaşamayan bir kişinin arkasında yüksek ihtimalle sadece misillemeden ya da kötü görünmekten kaçınan bencil bir insan vardır.
***
Buraya “hava güzel, kuşlar uçuyor, lapa lapa kar yağıyor” vb şeyler yazmak da ideolojiktir, çünkü ülkede olan bitenle ilgilenmemek de bir ideolojidir ve genelde muktedire yandaşlık ideolojisidir. Tabi ki estetik arayışı ve istisnalar hariç.
İdeoloji sistematik dünya görüşü demektir. İdeolojim yok demek, ben otum demektir. Biz sosyalistler bir ideolojimiz olduğunu gururla söyleriz ve ideolojimizin bilimsel olduğunu da iddia ederiz.
Karşıtlarımız ise çoğu zaman dürüst ve mert değil, sanki kendi ideolojisi yokmuş gibi davranırlar, yada başka fikirlerle gizlemeye çlışırlar.
Bir görüşü beğenmiyorsanız, tek yanlı ve öznel olduğunu düşünüyorsanız, tek yanlı, öznel, nesnel değil gibi sıfatlar kullanabilirsiniz. Onun yerine o görüşe “ideolojik” demek sadece sizin cehaletinizi ortaya koyar.
***
Vladimir İlyich Lenin’in, “sosyalizm ve din” başlıklı yazısının, “din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir” cümlesinde sözü edilen konudur, söyle ki :
“Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cenette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir …”
***
Önce Umudu Öldürürsünüz.
Kral dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza sordu:
– Üşümüyor musun?
Muhafız:
– “Alışığım sayın kralım” dediğinde
Kral:
– “Olsun, sana sıcak tutacak elbise getirmelerini emredeceğim” dedi ve gitti.
Ancak bir süre sonra içeri girdiğinde emri vermeyi unuttu…
Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini gördüler, duvarın üzerinde şöyle yazılıydı:
“Soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü…”
O nedenle:
Türlü vaatlerle insanları bekleterek ve bekleyişte bırakarak kesinlikle imtihan etmeye çalışmayın. Çünkü insan bekletildikçe ve insanda beklenti hissi oluşturulunca değişir; hatta beklettiğiniz, beklentiye soktuğunuz insan, hakkınızda telafisi imkânsız negatif düşüncelere bile kapılabilir…
Önce umudu öldürürsünüz…
Ardından sevgi, saygı, güven ölür. Dostluk ölür , muhabbet ölür..!
***
Yaşayarak, Okuyarak, Dinleyerek Öğreneceksin. Araştırıp, Sorgulayacaksın. İnanmayacak, Bileceksin.
***
– Sen niye hiç konuşmuyorsun mehmet abi?
– Bir ara çok konuştum, faydasını görmedim, bıraktım.
***
Kuram düzeyinde kalan her düşünce “usun şiddetine uğruyor” gerçekten. Biriken öfke etrafına yansıyor illa ki.
Bence, meselesini halletmişi bulup da göçmeli bu diyardan. Bu değerli dostluktan, asıl meselenin, kendini kabullenebilmek olduğunu idrak etmeli.
Dünyanın en zoru olan bu iş “bulduğum ben”in kabulünü sıkça deneyimlemeyi de içeriyor. Acelecilği anlamanın neş’esi de olmalı bence. Yoksa, hep bir kendi usunun sınırını Us’un sınırı sanma riski var. Us olgusallık talep eder.
***
“Acaba çok yanlış yaptığım için mi yalnız kaldım, yoksa yalnız kaldığım için mi yanlış yaptım?”
Yanlış olan, başkasını sevmek değildir. Bir başkasını sevmek dünyanın en güzel, en tamamlayıcı hissidir.
Yanlış olan, yanlış olanı sevmektir.
Sevilenin yanlış olduğunu da, sevmeden kimse bilemeyecektir…
Sevilenin kendisi bile…
Her nerede iyi bir kalp ve doğru bir niyetle, umutla ve hayalle adım atıyorsanız ve sonunda acı çekiyorsanız, anlayın ki yanlış değil, sadece yalnızsınız.
“Her güne gülümseyerek başlamak için bir sebep bulmak, canınızı sıkanları umursamamanız gerektiğini hatırlamak, standart kusursuz hayatlar yerine kendi hayalinizi yaşamanın o kadar da zor olmadığını fark etmek, kendi değerinize, sağlığınıza, huzurunuza sahip çıkmak, herkese yetmek, her işe yetişmek her zaman kolay değil belki. Ancak bir yol arkadaşı elinizden tutarsa başka…”
İşte o yol arkadaşı kim yada ne olacak ona iyi karar vermek lazım, insana dayanıyosun, ölüp gidiyor yada hastalanıyor, kendine faydası olmuyor ki sana yardım etsin. Yitip gitmeyen, sonsuzu verene, seni sen yapana, hayat verene yar olmak, dayanmak, güç bulmak lazım.
***
Her şeyiniz olmalı. Evleriniz, hepsine ayrı görev ve isimler verdiğiniz odalarınızda eksiksiz eşyalarınız. Aksesuar adı altında gereksiz bakımlıklarınız. Markasıyla övündüğünüz arabalarınız, elinizde yükseltmeye doyamadığınız modellerde telefonlarınız. Çok arkadaşlı sosyal ortamlardan kafanızı kaldıramadığınız için fark edemediğiniz yalnızlığınız. Aslında yaşadığınız tıkış tıkış hiçliğiniz. O kadar çok şeye sahip olduğunuzu sanırken bu kadar alansız kalmışlık ve kendi içine sıkışmışlık, üzüntüsünü yiyerek bastıranlar gibi. Satın alarak ve rol yaparak varlığını ispatlamaya çalışan, artan sayıda azalan insan sürüsü.
***
Alman Turistin biri Yunanistan’da bir otele gider ve odaları görmek istediğini söyler, beğenirse 1 ay kalacağını belirtir ve güvence olarak 100 Euro bırakır. Turist yukarı çıkıp odaları gezerken; otelci bir koşu gidip kasaba haftadan kalan 100 Euro borcunu kapatır, Kasap koşa koşa köylüye gider ve son veresiye aldığı hayvanların borcunu öder, köylü 100 Euro’yu alıp son ziyaretinde bulunduğu köyün tek hayat kadınının yanına gider ve son ziyaretinden kalan borcunu öder. Hayat kadını da bu parayı alır ve otele giderek geçen haftadan kalan 2 gece konaklama bedelini bizim otelciye verir. Bu sırada Alman Turist bütün odaları gezmiş ve hiç birini beğenmemiştir. Güvence olarak bıraktığı 100 Euro’yu geri alır ve gider.
Sonuç; Bütün borçlar ödenmiştir ama kimsede para yoktur.
***
Neredeyse her yerde arapçayı görüyoruz artık, olması gerektiğini de düşünüyorum. Bu ülkede kürtler ve ermeniler de yaşıyor ama araplara sağlanan kolaylıklar bu insanlara tanınmadı. Hatta üstüne cezalandırıldılar, hepsi türkçe konuşmaya zorlandı. Müzik evrenseldir diyenler, türkülerini-şarkılarını yasakladılar. Vergi aldılar, zaman zaman yaşamalarına bile izin vermediler. Terörist dediler çoğuna, çünkü menfaatleri yoktu! Artık alışveriş merkezlerinde, araba galerilerinde, emlakçılarda imanı tam vatanseverler arapların götünü yalıyor, daha fazla kazanabilmek adına. Bunun için de her şeyi eksiksiz sunuyorlar. Diğer taraftan da milliyetçilik naraları atıp, kendi ülkesine kayıtlı insanlara saldırmaya devam ediyorlar. Söz konusu para ve ticaret olunca, kendi çıkarlarına göre hareket eder en çok vatan bayrak edebiyatı yapanlar.
***
İnsanın tekerleği bulması bir çeşit milat olarak görülür. Ardı araba, sonra gideceği yollar, ulaşılacak yeni yerler. Gelişmişlik bir yandan yıkımı getirmiş halbuki. Rahat yaşamak uğruna yaşama sekte vurmuşlar önceleri bilmeden, sonra bile isteye, sonunda ise bir çeşit hınçla. Kendini geliştirmeyi bilmeyen, popüler tabirle ruhunu beslemeyen insanların ülkesinde yaşanıyorsa bir de betonlaşma, bayram havasında açılışlarla alkışlar arasında yaşanıyor bu katliam. Mezar taşı misali gökdelenler dikiyorlar faili oldukları doğayı gömerek. Duaları ise hep daha fazlası üzerine ve maalesef kabul olan cinsten.
***
Özel olduğunu savunan ama aynı tepkilerle banallikleri ayyuka çıkmış, daha iyi bir yaşama ulaşma hayaliyle her şeyi kabullenip, kendini bahaneler zincirinden ibaret bir döngüye hapsetmiş insanlar.
Amacı bir yerden başka bir yere hızlı ve fiziksel enerji harcamadan gitmek olan otomobilleri bile çeşitlendirip, statü ve para belirleme aracına dönüştüren bir kafa yapısından başka ne beklenir ki?
Kaç eviniz olmalı dünyadaki mekan kotanızın dolması için?
Ne kadar paranız olmalı?
Kaç icra dosyanız yeter deyip kırdırtacak o kredi kartlarını? Aldığınız üst model telefonların eklenen o tek özelliğini kaç megabit sonra anlayabileceksiniz?
Sömürerek kazanılanı daha büyük sömürücülere geçirmek için bir araç sadece bu tüketim ekonomisi.
***
Sonuna kadar direneceksiniz, patlama anlarınıza bahaneler bularak. Sizin olmayanlara varlık şansı tanımadan, sizden gidenleri ölmüş sayarak. Ne çok cenaze oluyorsunuz ölmeden, ne çok selanız var dört bir yana duyurduğunuz, ne çok diptesiniz hep aynı şekilde. Ölmüş beyin hücrelerinizin sanrılarıyla ne eksantirik ahenginiz var. Ne kadar haklısınız, hak hukuk tanımadan. Kıymet bilmeden, ne çok kıymetlisiniz. Carlığınız laf sıçmaktan başka bir şey değil. Ben sizinleyken de yalnızım, bazen kendimle bile fazla kalabalık.
***
Huzursuz uyuyup, sevimsiz bir tatla uyanıyoruz. Sigaranın beklemiş acılığından ya da içkinin pas tutmuş ekşiliğinden daha kötü, tırmalayan, tiksindiren, çok alışık olduğumuz. Susmaktan birikmiş, çürümüş, üstüne üstüne yığılıp için için kurtlanmaya, kaynamaya başlamış bir sözler mezarlığı. Haykıramadıklarımızın yıpratışları. Gerçek olamayacak kadar absürt ve kabus olamayacak kadar kanlı canlı.
***
Tanrı dediğin, tecavüz edilerek öldürülen çocuğun, saatlerce kıvranıp yardım isterken sesini duymayıp, senin saçma sapan dualarını duyacağını sandığın kişidir. Kendini kandırmaya devam et..
***
Sanatçının period isimli adet dönemiyle ilgili bir projesinden bahsediyor haber, instagram’a koyduğu proje fotoğraflarından birinin uygulama yönetimi tarafından kaldırılmasından. Rupi Kaur da kadınların adet görmesinin bir hastalık değil, sağlıklı ve doğal bir süreç olduğundan; Bundan utanmak yerine doğallığını kabul etmenin gerekliliğinden bahsetmiş -hele ki pornografi ve kadının objeleştirilmesi meseleleri söz konusuyken karşılaştığı şeyin ne kadar ironik olduğuna değinmiş. Ayrımcı ve aşağılayıcı şeylerle ilgili sıkıntı yok ama menstrüasyon gibi doğal ve sağlıklı bir olay neden hastalık olarak görülüp üstü örtülüyor, insanlar bu konu hakkında bile konuşamayacak kadar utanmaya itiliyor? Gibi gibi.. Konuyu açıklarken kullandığı bazı ifadeler çok hoşuma gitti:
“Bu çıplak bir fotoğraf değil; şiddet, cinsel ilişki, ırkçı nefret ya da kendine zarar vermeye dair hiçbir şey içermiyor. Bu fotoğraf tamamen giyinik bir kadının regl olduğu bir sırada uyanmasını gösteriyor (ya da en azından o izlenimi veriyor). “Sayfalarınız nesneleştirilen, pornografikleştirilen ve insan muamelesi görmeyen kadınların (ki pek çoğu reşit değil) sayısız fotoğrafı / hesabı ile doluyken bedenimi iç çamaşırlarına sokup azıcık kanadığımda sorun çıkaran kadın düşmanı toplumun egosunu ve gururunu beslemediğim için özür dilemeyeceğim.”
***
Gece sesler daha gerçekçidir. Satmaya, almaya, yaşamaya endeksli gündüz çığırtkanlarının yerini satacak tek şeyi bedeni olan kadın-gay ve travestiler, içkiyle dertlerinizi boğmayı veya neşenize neşe katmayı vaat eden mekanların neon tabelaları, gececi taksicilerin duble yazan taksimetreleri, yan baktın kavgacıları ama ille de en anlaşılır dille sokakça konuşanlar alır. Kimi zaman müşteri yüzünden tekmeli, yumruklu, saç çekmeli kavgaya girişen orospuların terso bir durumda nasıl birlik olup karşısındakini haşat ettiklerine çok rastladım mesela. Yapılı bedenlerinde abartılı elbise ve topuklularla şuhlaşan travestilerin ‘gel ulan buraya’ diye mahalle delikanlısı taşaklılığına geçtiğini gördüm çok kez. Kendini satmak zorunda kalanları aşağılayan pezevenklerin, pazarlık yaparken kibarlaşıp iltifat erbabı olduklarını gördüm. Yapmacık ne varsa gerçeğini gösteren bir özelliği var gecenin. İçini gösteren gözlük bir şehir efsanesi ama gerçek kişiliği gösteren gece karanlıkta mevcut.
***
Eşşek; çok para kazanınca, zengin eşşek olur, adam olmaz.
***
İyilik yaparken dikkatli olun…farkında olmadan yaptıklarınızla taviz vermiş olursunuz..taviz verdiginiz kişi için çekiciliginiz azalır ve gider ona hiç bedel ödemeyen insanlara yakınlık duyar.ama jest yapmayı huy edinin ki kıymetiniz bilinsin.arada sırada yapılan iyiligin kıymeti bilinir..yoksa yaptıgınız hersey silinir ve bir gün yardımı keserseniz en kötü siz olursunuz..kimseyi baş üstü yapmayın..müsait yeri gösterin dileyen kalbinizde dileyen de kapınızın ögnünde kalsın…….
***
Bugün sayısız erkeğin saçlarını beyazlatan, stresten doğru düşünmelerine engel olan ve hatalar yapıp sevdikleri kızı tamamen kaybetmelerine neden olan bir durumdan bahsedeceğiz. Bugünkü yazıyı dikkatle oku, gerekirse printle ve tekrar tekrar okuyarak her zaman kendine hatırlat.
Kızlar, özellikle biraz oyuncu olan ve sana az çok ilgi duyduğu halde kendisini kolay teslim etmeyenler, seni denemeyi severler. Evet, seni oynatmayı, zorladıklarında nasıl davranacağını görmeyi severler.
Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, özellikle sana karşı ilgisi fazla olmayan bir kız için geçerli. Bu tip bir kızın seni denemesinin nedeni, öncelikle kendi egosunu tatmin etmektir. Seninle ilgili ciddi planları yoktur, ama önce sana umut verip sonra uzaklaşarak çırpınışını seyretmek ister.
İkinci durumdaysa, kız seninle gerçekten ilgilenmektedir ve senin ona karşı duygularını anlamak için dener seni. Yine, kendisini geri çektiğinde (ya da bir başkasına yakınlaştığında) senin çırpındığını görmeye can atar. Böylece onun kölesi olacağını bilir.
Ne yazık ki bu iki durum da erkeğin ezik olduğu bir ilişkiye yöneliktir. Kızın erkeği parmağında oynattığı bir ilişki, erkeğin özsaygısını içermeyen bir ilişkidir. Biz gayet iyi biliyoruz ki, güzel ve dengeli bir ilişki her iki tarafın da özsaygısını barındırmalıdır.
Bunun için, her iki örnekte de yapacağın şey aynı: Oltaya gelme!
Bir kız seni deniyorsa, duruşunu hiçbir şekilde değiştirmemelisin. Oyunu kaybetmeyeceğin tek bir formül var ve bu bakış açısını hep korumalısın: Birbirinizden uzaklaşırsanız bu onun kaybı olur. Eğer panikle ya da alınganlıkla davranmak yerine, sağlam karakterli bir erkek olduğunu fark ettirme yoluna gidersen, kontrolü kaybetmemiş olursun.
***
Belki çoktan uyandın. Bittimi kahvaltın? Haydi güzel başla güne, anı yaşa takılma düne. Unut geçmişi bak geleceğe. Bir gün yaşayarak mutlu uçan kelebeğe. Hayatla tanışmadan gülen bebeğe… Doktor mutluluk yazdı reçeteye, gittik bulamadık eczaneye.. Sizce bu ilaç nerde? Bence tam içimizde. Hayatı yaşa ince ince. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilinceee sorun çözülüveriyor benceee.
Sence?
***
Çocuklarınıza ; Öğretmeni zaten öğretiyor Matematiği.
Siz; etrafına gereksiz kalabalıklar toplamamayı, hayatından çıkarması gereken insanları iyi belirlemesini, bir parca ekmeği bile bölüşmenin asaletini öğretin..
Çocuklarınıza;
Öğretmeni zaten öğretiyor Hayat bilgisini.
Siz; hayata karşı dik durabilmesini, sorunlar karşısında sızlanmadan çözüm üretebilmeyi, yaşamdan zevk almayı öğretin..
Çocuklarınıza;
Öğretmeni zaten öğretiyor Dil bilgisini.
Siz; halden anlayan insanlar olabilmeyi, bir insanın kalbine giden gizli ve güzel cümleleri, bir gönülü yapabilmenin eşsiz keyfini öğretin…
Çocuklarınıza; öğretmeni zaten öğretiyor
Müziği Resimi ..
Siz müzik olmadan da ruhunu dansettirebilmeyi, bir kuş sesinin bir ımak kenarında insanı rahatlatan su sesinin rahatlatan gücünü, hayat denen bu tabloya mutluluğun resmini çizebilmeyi öğretin..
***
Kendinizi dinlemeyin: Beyninizde buluttan nem kapan, vesveseli, geveze ve drama seven bir teyze oturuyor. Onu dinlemeyin. He deyin geçin. Müzik açın, kitap okuyun. Su, yatağını bulur efenim! Yarın ne giyeceğinizin planı bile bazen tutmuyor, hayatınızın geri kalanını planlamak nasıl bir ukalalık.! Kendinizi rüzgara bırakın, akıntıya karşı yüzmeyin.
Ne yerseniz yiyin: Asla yediğiniz tavuğun özel hayatında neler yaşadığını öğrenemeyeceksiniz. Ne kadar gezdi dolaştı, ne kadar pinekledi, ne stres yaşadı bilemeyeceksiniz. İçtiğiniz sütün kaynağı olan inek ne yedi, emin olamayacaksınız. Ekmeği, şekeri filan azaltın ama gerisini bırakın dağınık kalsın. İçtiğimiz sütün nereden geldiğiyle ilgili duyduğumuz endişe, sağlığımıza o sütten çok daha fazla zarar veriyor, o noktaya geldik..!
Dünyanın her yeri feci, bir şey kaçırmıyorsunuz: Türkiye’nin çivisi çıktı, gidelim buralardan diyenlere: “Nereye yav, karpuz keseceedik..?” Hakikaten, öncelikle bir düşün, seni neresi istiyor.? O isteyen yeri sen istiyor musun, yani ilginiz karşılıklı mı? Bütün bunlar tamamsa, bir de bak bakalım orası buradan daha mı güvenli? Emin misin? Bence o kadar abartma, dev kararlar verme. Gurbetçilere gurbetin ne demek olduğunu bir danış, dinle. Sonra da çık bir dolaş, vapura bin gez, bir çay iç, açılırsın…
***
Bazen bir kenara çekilin ve izleyin;
Olanları, bitenleri, kalanları, gidenleri,
Sizi mutlu edenleri ve sizi üzenleri.
İçinize siniyorsa yaşadığınız hayat, yolunuza devam edin.
Mutlu değilseniz eğer, tekrar gözden geçirin.
Kendinizi ve çevrenizdekileri.
Ya bir şeyler eksiktir,
Ya da bir şeyler fazla…!
***
Fakirin gayri meşru çocuğu olursa piç, zenginin olursa yasak aşkın meyvesi olur.
Fakir kız peşinde koşarsa sapık, zengin koşarsa playboy olur.
Fakir toplanırsa çete, zengin toplanırsa toplantı olur.
Fakir çalarsa hırsızlık, zengin çalarsa yolsuzluk olur.
Kavramların bile cepteki paraya göre değiştiği bir Dünya’da adalet arıyoruz..!
***
Uzlaşmaya çalıştığınız her hissiniz dibe götürür sizi. Kendinize rağmen yaptığınız her şey kemirgenleşip beyninizi oyar. Bulmaya çalıştığınız nedenler ve haklılaştırdığınız bahanelerle güç verdiğiniz adımlarınız bedeninizi taşımaz olur bir süre sonra. Bilinçsizce ayak sürüdüğünüzü farkettiğinizdeyse çok geçtir. Boşalmıştır içiniz sistemin bataklığına karışarak. Hep nefret ettiğiniz ‘onlar’dan birisinizdir artık.
***
İnançsızlığın her şeye etki ediyor. Allaha inancın yok, insana inancın yok, geleceğe inancın yok.
İnanmayabilirsin ama kimseye de karamsarlık bulaştırmaya hakkın yok!
İnananların, sen de inanacaksın dayatmasının bir antisi olmalı diyorum gülerek. İnsan varoluşundan beri hem kendi cinsine, hem tüm dünya canlılarına zulüm ederek varlığını sürdürmüş.
Benim laflarımın acılığı ya da keskinliği tarih boyunca yapılanları ve dünyanın şu an ki durumunu değiştirmiyor, maalesef ki değiştirmiyor. Her yeri aynı derecede refah içinde yaşanır duruma getirmeye kafa yormayan insanın, bir yerleri ya da birilerini tamamen yok etmeye yönelik her türlü fikri üretip uygulamaya koyması bunun kanıtı değil mi? Atomu parçalayabildiğinde ilk yapmayı düşündüğü şey bomba oluyor.
Çocukların açlıkla sınandığını, hayvanların deney olarak kullanıldığını, kutsallarının peşinden giderek başkalarının kutsallarına karşı nasıl türlü işkenceler geliştirildiğini, ırk ve cinsiyet ayrımlarını biliyoruz az çok.
Çünkü korku ve işkence iktidarın teminatıdır her zaman.
Karamsarlıksa da tamam. Ama doğru bildiğimi söylediğim için kovulduğum o dokuz köyün kendini yok edişini izledim her seferinde, bir sonrakine ilerlerken.
Kendini merhametli addeden orospu çocuklarının
vicdan mastürbasyonudur ateş düşmediği yeri de yakar lafı.
Ateş düşmediği yeri yakmaz.
Sikik hayatlarına kısa bir mola verip ettikleri ahlı vahlı laflarla tatmine ulaşan insansıların orgazm sigarasını yakmalarına yarar sadece uzaktaki şehvet ateşi.
***
Kapitalizm işte tam da budur.
Kapitalit sistem kendi yarattığı yıkımdan ve ölümlerden beslenmektedir aslında. Sebep olduğu ölümleri ve yıkımları, reklam malzemesi olarak kullanabiliyor. Ama asıl beni endişelendiren şey, haydi bunu satılabilir emtia olarak düşünen, kâr gözlüklerini takmış, para sesinden başka herşeye kulaklarını tıkamış bu zavallılar değil de piyasa sürüldüğünde bunu talep edebilecek yığınlar… Ki mevcut…
İşte bu tam bir rezalet…
***
Çizgisi olan, her önüne gelenle samimi olmayan, yapmam diyebilen ilkeli insanları diğer insanlardan daha samimi buluyorum. Bence soğuk değil aksine daha aklı başındalar. Seviyeli samimiyeti savunacağım.
Her önüne gelenle samimi olanın kendine bırakabileceği bir bendi zırhı kalmamıştır zaten. Kişiliği oturmamıştır, bir süre arayış içindedir. Bir zaman sonra arayış da biter.
Ot gelip ot gitmeye mecburdur.
***
İnsanlar, gerçekten ürkütücü derecede hastalıklı kafa yapılarına sahipler diye düşünürdüm.
Ama son zamanlarda yaşananları gördükçe hastalıklı kısmın kafa yapısıyla kısıtlı olmadığını, eyleme geçerek taraftar bile topladığını gördüm. Ürkütücü olan kafa yapısındaki hastalığın derecesi değil, eylemin kabul görme oranının büyüklüğü.
En sonunda, eylemi kabullenemeyenler hızlı bir şekilde tüketilip bitince de her şey ürkütücü olmaktan çıkacak ve yeni normaller anormalliği üstün kılacak.
Korku filmi senaryosu değil, battığımız dipten sadece bakmakla yetinebildiğimiz periskoptan görünen gerçeklerin sonu bu.