Doğayı Korumakla Görevliyiz

Canımızı, bedenimizi, annemizi, babamızı, kardeşlerimizi, akrabalarımızı, komşularımızı, dostlarımızı koruruz. Mahallemizi, şehrimizi, ülkemizi de koruruz. Bu koruma duygusu, hiç düşünmeden doğuştan başlayan içgüdüsel bir davranışımızdır. Sonrasında da kısmen ailemiz, eğitim ve kültür çerçevesi içerisinde öğreniriz, geliştiririz.

Böylesine koruma duygusuyla donanan insan, nedense içinde yaşadığı, yaşamak zorunda olduğu “Doğa” için aynı yaklaşımı göstermekte oldukça cimri davranır. Bunca yararına karşın doğayı korumak zorunda olduğu bir türlü aklına gelmez.

Genel bir kavram gibi söylesem de, gerçekten toprağı, denizler dahil suları, havayı tümüyle, doğayı yeterince korumadık, koruma konusunu da pek düşünmedik. Oysa, topluluklar halinde yaşayan insanların bu “Yaşama hakkı” adına görevleri vardır.

Önce, her insanın yaşama hakkı vardır. Dokunulmazlık hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, seyahat hakkı gibi toplumsal bünye içinde geçerli haklar da “İnsan” olmanın en doğal edinimi olarak kabul edilmiştir. İnsanların görevleri de vardır. Birbirlerine karşı görevleri vardır. En basitinden birbirlerine yardım etmekle görevlidirler.

İçinde yaşadığımız doğa ise koruma görevinden hep dışlanmıştır nedense. Fakat o zamanla bu korunmasızlığın sonuçlarını da insanın yüzüne vurmaya başlamıştır. 18. Ve 19. Yüzyıllarda bilimsel datalar, insanlığın doğayı korumama yaklaşımının sonuçları hakkında ilk uyarıları vermişti ama nedense pek ciddiye alınmadı.

İlk ciddi girişim, 1948 yılında 160 ülkeden 1200 den fazla hükümet ve Sivil Toplum Kuruluşu’nun bir çatı altında toplanması sonucu ilk ciddi girişim gerçekleşmiştir. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) Fransa’da kabul edilmiştir. Amacı;

• Doğal hayatın bütünlüğünü korumak

• Çevreyi korumak

• Sürdürülebilir çevre yönetimini tesis etmek

• İklim değişikliklerini önlemek

• Doğal kaynaklı felaketlerin etkisini azaltmaktır.

Devletlerin, uluslararası kuruluşların, sosyal ve ticari yapıların, çeşitli kongreler ve sempozyumlarla bu tehlikenin farkına vardıklarında artık 20. Yüzyılı yaşıyorduk. “20. Yüzyıl”da sunulan “İnsan Hakları Beyannamesi” ile medeniyet ve insani değerler açısından büyük bir sıçrama kaydedildi.

Tek bir eksik kalmıştı. İnsani Görevler… Bu konuda da beklenen girişim 1993 yılında Trieste’de gerçekleşti. Önce “Paylaşılan Sorumlulukların Etik olarak Tamamlanması” deklarasyonu yayımlandı. Bu deklarasyon “İnsani Görevler Bildirgesi” olarak da bilinir. Bu görevler, gelecek nesillerin sürdürülebilir ve yaşanabilir bir “Doğa-Çevre-İklim Koşulları” içinde yaşamalarını gerçekleştirmek için gerekliydi.

Bu çalışmaların ışığında, 1993’de Trieste Üniversitesi’nde kurulun, “İnsani Görevler Uluslararası Konseyi” dünya insanlarının önemli bazı görevlerini, bunların anlaşılması, uygulanması, yaygınlaşması ve desteklenmesini kendine görev olarak benimsemiştir. Konseyin amacı;

• İnsan değerlerinin, şeref ve haysiyetini tanımak ve saygı duymak

• Dünya kaynaklarının eşit oranda dağıtılması için girişimleri desteklemek

• Enerjinin boşa harcanmasını engellemek, fosil yakıtların kullanımının azaltılması için çalışmak ve tükenmez enerji kaynaklarının kullanımını desteklemek

• Doğanın kirlenmesini ve istismar edilmesini engellemek, doğal kaynakların korunmasını teşvik etmek ve değer kaybına uğramış çevresel bölgelerin yenilenmesi ve güçlenmesi çabalarını gerçekleştirmektir

Bütün bu çalışmalar tabi ki yeterli değildir. Bunca saptamaya, ileriye dönük tavsiyelere rağmen yıllar sonra, 2007 yılında Avustralya Melbourne Üniversitesi’nde, doğa ve doğayı bekleyen tehlikeler üzerine yapılan bir açık oturumda, ABD’li önemli İklim Bilimci James Hansen, küresel ısınma sonucu 2-3 derece ısı artınca, ”Arktik Denizi’ndeki buzullar Kuzey Kutbu’nu yok edecek, deniz seviyesindeki artış sonucu Batı Amerika, Güney Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’da süper kuraklık yaşanacak. Bu oluşumun yaratacağı pozitif geri beslenme sonucu Arktik Denizi’nin altında depolanmış metanın eriyerek atmosfere karışması, 55 Milyon yıl önce olduğu gibi gezegenemizde yaşayan türlerin yüzde 90’nın sonunu getirecektir,” görüşü ile bir büyük felaketin hiç de çok uzaklarda olmadığına dikkati çekmiştir.

Sosyal ilişkilerim çerçevesinde, konuşmalarımda ve sohbetlerimde bıkmadan, usanmadan konuyu gündeme getirmeye çalışıyorum. Benim için gerçek anlamda “Dünya”nın ilk öncelikli sorunu daha fazla hırpalanmadan ve bizlerle birlikte yok olmadan “Doğa”nın korunmasıdır. Bu konuda çalışmak ve mücadele etmek bir “İnsanlık Görevi”dir. Herkesi bu göreve davet ediyorum!..