Müzik

“Türkülerin bestelenme aşaması bitmemiştir, bitmeyecektir, insanlar var oldukca …”

Kirazın derisinin altında kiraz,
Narın içinde nar,
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var.
Canıma ciğerimedek işlemiş
Canıma ciğerime,
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez,
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım,
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri,
Bir avuç tiftik,
Bir çimdik çavdar,
Bir tutam Şile bezi gibi,
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından
sürüp gelir nakışlarım,

Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım.
Şairim şair olmasına,
Canım kurban şiirin gerçeğine, hasına.
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum,
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter,
Eğri büğrü, kör topal kabulüm.
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
Şairim,
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum,
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim,
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.

Hey hey, yine de hey hey,
Salınsın türküler bir uçtan bir uca,
Evelallah hepsinde varım,
Onlar kadar sahici,
Onlar kadar gerçek,
insancasına, erkekçesine,
Bana bir bardak su dercesine,
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler,
Türkülerimiz,
Ana südü gibi candan,
Ana südü gibi temiz.
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler, köy türküleri,
Dilimizin tuzu biberi,
Memleket ahvalini onlardan sor,
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni..
Ben türkülerden aldım haberi.
Ah bu türküler, köy türküleri,
Mis gibi insan kokar mis gibi toprak,
Hilesiz hurdasız, çırıl çıplak,
Dişisi dişi, erkeği erkek,
Kaşı kaş gözü göz yarası yara,
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri,
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi,
Kiminin reyhasından geçilmez,
Kimi zehir kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri,
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim,
Kan damlar ucundan, mürekkep değil.
İşte söz, işte ses, işte biçim:
Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar
İliklerine kadar işlemiş sızı,
Artık iflah olmaz bu kavak ağacı,
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri,
Ne düzeni belli, ne yazanı,
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var.
Cennet misali sevişen,
Cehennemler gibi dövüşen,
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen.
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir defa
Kâzım’ın türküsünü dinleyen.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Ah O Şarkılar

Çoktan unuturdum da ben seni, ah bu şarkıların gözü kör olsun.
Nerde inleyen bir nağme duysam, hatırama gelen hatıralar, başımda pervaneler gibi döner durur.
Her nota, eski bir dikişi söküp kanama başlatır yeniden.
Bu kez sosyal yaşamı paylaştığım, değerli bir arkadaşım’ın otomobilinde yakalanıyorum büyülü makama…
‘Mümkünse sus, yoksa kendimi arabadan atacağım’ ricasına binaen, çalan şarkıya vokal yapmayı bırakıp düşünmeye başlıyorum.

***

Ne kibar şarkılarımız vardı eskiden, sizli bizli; “Bir bahar akşamı rastladım size.”
Sonra belalı şarkıları dayattılar bizlere, ucuz aşkları. Ahlaksızlık yaşam biçimi oldu.
Şimdi biliyoruz ki; “Olmaz ilaç sine-i sad pareme.” Bir zamanlar elinden tutardık dostluğun.
İstanbul’un olamasa da Adana’nın bütün meyhanelerini dolaşırdık. “Kadehinde zehir olsa” vız gelir.
“Agora meyhanemiz” vardı. Dertlerin en şahanesi orada.
Şimdi bakıyorum da, ne “eski dostlar” var artık, ne eski fasıllar.
Zaman; dilimizden sadece şarkıları koparmadı, bizi de birbirimize düşürdü.
İki kaşın arasına bile silah çatar oldu insanlar.
“Niçin baktın bana öyle” şarkısında, aşka bakardık.
Yeşil gözlerinden muhabbet kaparken başka bakardık.
Doğuştan karanfilliydi yakalarımız.
“Enginde yavaş yavaş günün minesi solarken”, galiba biz de solduk.
Çocuklarımızı aldı zalim düzen.
20 yaşındaki aslan gibi delikanlıları.
“Ham meyveyı kopardılar dalından”
Kim başlattı bu savaşı, kim sürdürüyor? Ve niye bitmiyor?
Sahibi ölünce, kapının önüne konan terliklere döndük.
Göze mi geldik, biz mi unuttuk?
Aynaların eski olması, yeni gerçekleri gizlemeye yetmiyor.
Yanarak geçtik yılları, harcanarak.
Amele eller yağmacı oldu.
Hayatın girdabı içine çekti bizleri.
Bizim de suçumuz var elbet. “Kimseye etmem şikayet…”
Şimdi, “Ben küskünüm feleğe”, siz, biz, hepimiz küskünüz.
“Derdimi ummana döksem”, kimse dinlemez.
Peki durdurabilir miyiz bu gidişi?
Eski bütünlüğümüze kavuşabilir miyiz?
Hiç sanmıyorum. Çünkü, “Dönülmez akşamın ufkundayız artık, vakit çok geç!”

***

Acımasız zaman dilimizden sadece şarkıları koparmadı, bizleri de birbirimize düşürdü. “Niçin baktın bana öyle” şarkısında aşka bakardık. “Yeşil gözlerinden muhabbet kaparken” başka bakardık. Doğuştan karanfilliydi yakalarımız. Ne olduysa oldu, nefretin mayası tuttu. “Enginde yavaş yavaş günün minesi solarken”, galiba biz de solduk. Çocuklarımızı aldı zalim zaman. Aslan gibi delikanlılarımızı gözünü kırpmadan harcadı. “Ham meyvayı kopardılar dalından.” Kim başlattı bu savaşı, kim sürdürüyor? Ve niye bitmiyor?

***

Sahibi ölünce kapının önüne konan terliklere döndük. “Göze mi geldik, biz mi unuttuk?” Aynaların eski olması, yeni gerçekleri gizlemeye yetmiyor. Yanarak geçtik yılları, harcanarak. Hayatın girdabı içine çekti bizleri. Bizlerin de suçu var elbet. “Kimseye etmem şikayet.” Şimdi “Ben küskünüm feleğe.”Siz, biz, hepimiz. “Derdimi ummana döksem” kimse dinlemez. Biliyorum ki, haksızlığa ne kadar suskun kalırsan o kadar bedel ödersin. Şimdi durdurabilir miyiz bu gidişi? Eski bütünlüğümüze kavuşabilir miyiz? “Bir ihtimal daha var. O da ölmek mi dersin?”