Bülent Ecevit, Türkiye’nin Mc Carthy kazanına düştüğü anti-komünist histerinin devlet politikası haline geldiği dönemin ürünüdür. Babası Adli Tıp Profesörü Fahri Ecevit, CHP milletvekiliydi. Fahri bey, Pertev Boratav, Niyazi Çıtakoğlu ve Niyazi Berkes’i Hatay’da komünist propagandası yapıyorlar iddiasıyla AÜDTCF Dekanlığı ve devletin diğer birimlerine ihbar eden kişidir. Robert Kolej’deki eğitiminden sonra petrol tröstü Rockfeller’in bursundan yararlanan Ecevit, tıpkı Demirel gibi ABD’nin rahle-i tedrisatından geçmiştir. Ecevit’in biyografisi ile ilgili bir kaynakta şu bilgiler yer alıyor: “Rockfeller Vakfı’nın yazarlara mahsus bursundan yararlanarak, başta Kennedy’ler, bir yığın devlet adamı yetiştiren muteber Harvard Üniversitesi’nde sosyal psikoloji, Ortadoğu ve Osmanlı tarihi üzerinde incelemeler yapmıştı. Hocaları arasında, Amerika’nın (….) dünyaca ünlü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’de vardı.”
Ünlü OSS ajanı, Amerikan imparatorluğunun anti- komünist şahini, Ecevit’in de içinde yer aldığı Bilderberg örgütü konferansçısı Dr. Kissinger’den öğrendiklerini siyasi yaşamda uygulayan Ecevit, restorasyon dönemlerinin kurt siyasetçisi İnönü’nün yanında stajını tamamladı. Ecevit’in İngilizce bilgisinden yararlanan İnönü, onu özel istihbarat işlerinde kullanıyordu: “Ecevit gayet yakından izlediği dış basını ve yabancı diplomatlarla yaptığı özel temaslarda topladığı izlenimleri İnönü’ye rapor ederdi. Dışişleri Bakanlığı’nın çoğunlukla ön yargılı kanalları dışında, bağımsız bir istihbarat kaynağı buluyordu İnönü böylece.” Doğrusu İnönü’nün bağımsız istihbarat anlayışına şaşırmamak mümkün değil. Dünya siyasetine Dulles biraderler, Kissinger gibi isimleri armağan etmiş, ABD Milli Güvenlik Konseyi’ni yönlendirme gücüne sahip dev petrol-finans tekeli Rockfeller bursu ile ABD’de eğitim görmüş Ecevit’in bağımsız istihbaratı, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Parker Hart ile her görüşmesine prens Ecevit’i götüren İnönü’nün ver¬mek istediği mesaj oldukça anlaşılır. Paşa “yabancı devlet adamları ve gazetecilerle görüşmelerinde, İngilizcesi mükemmel Ecevit’i daima yanında bulundururdu. Ecevit bir çeşit siyasi yardımcısı, danışmanıydı Paşanın.” İnönü’nün istihbaratçısı Ecevit, Amerika ile bağlantıları güçlü bir siyasetçiydi. Gazetecilik yıllarından itibaren CIA kaynaklı kuruluşların özel burslarından yararlanmıştı. Ecevit, Rockfeller bursundan önce yine bir başka bursla ABD’ye gitmişti. USIS bursu ile…
ABD imparatorluğunun CIA bağlantılı propaganda kuruluşu olan USIS (U. S. Information Service), anti- komünist savaşın propaganda odağıdır. Örneğin, 1965 yılında USIS dünyaya 14.453.000 kitap dağıtmak için, milyonlarca dolar harcamıştır. ABD ve yabancı ülke aydınlarının USIS türü kuruluşların mali yardımlarına direnemediklerini belirten bir kaynakta şu bilgiler yer alıyor: “Bir çokları, masrafları Dışişleri Bakanlığı’nca karşılanan inceleme gezileri yapmanın ayıp ve tehlikeli bir şey olmadığını düşünmektedir, ama gezi sonunda getirdikleri sonuçlar, hiç değilse bu sonuçları ortaya koyuş biçimlerinde, parayı verenlerin hiç bir doğrudan baskısına gerek kalmadan, bir hayranlık ve sevgiyi yansıtıp dile getirmektedir. Büyük vakıflarda buna benzer bir rolü oynamakta ve parası kendilerince karşılanan çalışmaların büyük bir kısmı siyasal yönden gizli kalabildikçe, rollerini daha da ustalıkla oynamaktadırlar.” Aynı kaynakta önemli bir soru ile birlikte şu satırlarda yer alıyor: “Üniversiteyi, diplomasiyi, hükümeti, CIA’yı, vakıfları birbirinden ayıran sınır nereden geçmektedir acaba? İşgal altındaki Almanya’da yüksek komiser olarak bulunduktan sonra, John Mc Cloy, Ford Vakfının başkanı olmuştur. Bunun tersi olarak, John Foster Dulles ve Dean Rusk, Dışişleri Bakanı olmadan önce, Rockfeller Vakfı’nın Başkanı olmuşlardır. Başkan Kennedy ve Başkan Johnson’un milli güvenlik işlerinde özel yardımcı ve başka görevlerle birlikte, CIA ile irtibat kurmakla görevli olan Mc George Bundy, beyaz sarayı terkettiğinde, John Mc Cloy onu Ford Vakfı’nın uluslararası işler müdürü olmuştur.” Bu ilişkiler ağının belirleyiciliğinde Ecevit, bu bursla “Amerika’ya davet edilen ilk Türk gazetecisi” oluyordu. North Carolina’nın Winston Salem kentinde yayınlanan Winston-Salem Journal ve Winston-Salem Sentinelde üç ay özel şekilde çalışacak, ardından üç ay süreyle ABD’yi dolaşacaktı. 40’lı yılların anti-komünist histerisini yöneten özel parlamento komisyonunun başkanı Nihat Erim’in çıkardığı Halkçı adlı gazetedeki yazılarıyla dikkati çeken Ecevit’in, bu burstan yararlanması tesadüfi değildir. Her türlü sol düşüncenin kararlı düşmanı Merkez Bankası başkanlarından Namık Zeki Aral’ın damadı olan Ecevit, pek çok güven verici referansa sahiptir. Ecevit’in aldığı bursla ilgili olarak biyografisini yazan Kayhan Sağlamer şunları aktarıyor: “Tüm seyahat masrafları Amerikalılardan ayrıca 20 dolar yevmiye…. Toplasan, neredeyse 5.000 dolar eder. Ankara’da bir apartman dairesi fiyatı.”
Dünyanın tütün başkenti olarak’ nitelendirilen kentte, ünlü Winston ve Salem sigaraları üretilmektedir. Ecevit, Nihat Erim’in önerisi doğrultusunda Ulus Gazatesi’nden devşirme Halkçı’ya ABD’den yazılar gönderir, ismini gündemde tutarken, diğer yandan kültürünü geliştirmeyi de ihmal etmez. Sosyal psikoloji dalındaki kitapların hepsini bitirir. Özellikle; kütlelere nasıl hitap edilir, insanlar nasıl sürüklenir, nazari olarak iyice beller. USIS bursunun sorumlusu Mr. Carroll’un ilgisi ile Demokrat Partili Temsilciler Meclisi mahalli adayı Mr. Ray’ın İstanbullu bir Rum olan eşiyle de ilişkileri iyidir. Diğer yandan, kolejden arkadaşı, İstanbul liman müdürlerinden Nezih Neyzi ile ABD’de bir araya gelen Ecevit, pek sıla hasreti çekmemiştir. Mükerrem Hiç, Zeyyat Hatipoğlu gibi sağcı iktisat hocaları ile Harvard Üniversitesi’nde eğitim gören bu eski dost, Türkiye’nin ilk İşletme İktisadı Enstitüsü’nün kuruluşunda görev alacaktır. Ecevit bu çevre ile temasların yanında, Harvard Üniversitesi’nin Ortadoğu Enstitüsü’nde bölge sorunlarını derinlemesine incelemiş ve yurda dönmüştür. Milliyetçi Ecevit’in yurda dönüşünü biyografisinden hem de gayet ciddi yazılanlardan izleyelim: “Kaptan pilot Yunanistan üstüne geldiklerini anons ettiğinde…. Tarifsiz bir marş söyleme arzusu duydu. İstiklal Marşı, 10. Yıl Marşı, Dağ Başını Duman Almış, ne olursa olsun….”
CIA destekli eğitim programı ile tütün tekellerinin gazetelerinde staj gören Ecevit’in, milliyetçiliğinin kaynakları bu kadar değil elbette. 1955 yazının başında NATO üyesi ülkelerden 20 gazeteci, NATO’nun çağrılısı olarak Kanada’yı ziyaret etmek üzere toplanmıştı. Türkiye’yi tek başına, yayın hayatına yeniden başlayan Ulus’un 30 yaşındaki yazarı Bülent Ecevit temsil ediyordu. Ecevit 2 yıl önceki, Fransa, İtalya ve Portekiz’i kapsayan bir başka NATO davetine de katılmıştı. Ancak, o zaman yalnız değildi. Yanında 5 Türk gazetecisi daha vardı. NATO’nun gözde gazetecilerinden Ecevit’in, NATO ile ilgili yorumları, siyasi yaşamının özünü oluşturan anti-sol tutumunun bir yansıması gibidir. O ünlü gezide şunları söylemektedir: “Karşımızdaki komünizm tehlikesi, NATO üyelerinin hürriyetleri, müşterek mirasları ve medeniyetlerini de kökünden yıkmaya çalışmaktadır. Komünistler askeri istilaya ihtiyaç kalmaksızın da bu amaca erişebilmenin yollarını aramakta, yer yer ve zaman zaman bu yolları bulmaktadırlar. Hatta bir çok durumlarda bu türlü manevi istila, komünistlere, askeri istiladan daha kolay ve ucuza gelmektedir. Onun için Kuzey Atlantik topluluğu içinde en az askeri silahlanmaya olduğu kadar manevi silahlanmaya da lüzum vardır.” Komünizme karşı manevi silahlanma konusunda NATO’ya “siyaseten akıl” veren Ecevit, bu silahı mavi karanlık dalgasında bulmuştur.
Ecevit’in, Türkiye’deki hamisi, Amerikancı, anti- komünist Nihat Erim’dir. 1948’deki Bayındırlık Bakanlığı görevinde iken Amerikalılarla ilk karayolu antlaşmasını yapan Erim’in; “İngilizce bilenlere karşı müthiş bir zaafı vardı.” nitelemesi yapılan yıllar, ABD hegemonyasının kuruluş yıllarıdır. ABD dönüşü, Ecevit’i, Ulus Gazetesi’nde özel katibi yapan Erim, yükselen değerlerin farkındadır. Dış politika yazılarında Amerika’ya yakın, Sovyet ve komünist aleyhtarı Ecevit, Süveyş Kanalı’nı millileştiren Nasır’ın da düşmanıydı. 27 Ekim 1957 seçimleri yaklaştığında Rockfeller bursu ile ABD’de eğitim gören Ecevit, vakıf yöneticilerinden izin alarak Türkiye’ye dönmüş ve CHP Genel İdare Kurulu tarafından, CHP Ankara listesinden kontenjan adayı gösterilmiştir. ABD eğitimli prensler kuşağının öncüsü Ecevit, Demirel’den de önce Morrison yakıştırmasına uygun görülmüş bir siyasetçidir.
Sendikalar, Ecevit’in Çalışma Bakanı olduğu koalisyon hükümetleri döneminde, başta müteahhitliğini Morrison and Thalmayer’in yaptığı, Ereğli Demir-Çelik tesisleri olmak üzere, tüm Amerikan işyerlerinde işçi haklarına saygısızlık gösterildiğinden şikayetçidirler. Örneğin, Ereğli’de, iş kanunu hiçe sayılarak 300 işçinin işine son verilmiştir. Bunun üzerine, konu Çalışma Bakanı Ecevit’e götürülmüş, o da meclis kürsüsünde şunları söylemiştir: “Böylesine asılsız iddialara dayanılarak batılı dost ve müttefiklerimizin süratle kalkınabilmemiz için bize yaptıkları yardımlara karşı, Türk kamuoyunda şüphe ve tepki uyandırmaya çalışmada bazı çevreler fayda görüyor olabilir.”
Bu konuşma üzerine, Türkiye’de komünizmle mücadele cephesinin manevi mimarı Ecevit, Ankara SBF’de yapılan bir açıkoturumda, Morrison Ecevit sloganları eşliğinde yuhalanmıştır. Aynı meclis konuşmasında Ecevit, Morrison firmasının avukatı gibi konuşmakta ve şunları söylemektedir: “Türk işçisinin emeğinin sömürüldüğü yolundaki iddiaların da hakikatle hiç bir ilişiği olmadığı, müfettişlerin teftişleri ve müşahadelerimiz sonunda meydana çıkmıştır. Tersine, yapı işçilerine en yüksek ücretlerin verildiği yerin, Zonguldak Ereğli’si olduğu ve Zonguldak Ereğli’sinde en yüksek ücretleri de, itiraf etmek gerekir ki, Morrison firmasının vermekte olduğu görülmüştür.”
Bu görüşmeler sırasında, Ecevit’e en önemli destek (12 Eylül Anayasası’nı hazırlayan) Amerikancı, sol düşmanı Coşkun Kırca’dan gelmiştir. Olaylar üzerine, 5 Eylül 1962 tarihli Öncü Gazetesi’nde Yapı-İş Federasyonu Başkanı Tahir Öztürk’ün şu açıklaması yer almıştır: “Aylardır Türk basınında çıkan ve Morrison şirketinin işyerlerinde Türk işçisine yapılan hakaret, aşağı görme, bir itmiş gibi kulaklarından tutularak kapı dışarı atma olayları bugüne kadar cevaplandırılmamış. Şirket tarafından bugüne kadar tekzip edilmemiş, fakat sayın Çalışma Bakanı onların sözcüleri olarak meseleyi halledip, kotarmış bulunmaktadır.”
AID kredisi ile CIA’nın paravan şirketi Morrison’a ihale edilen Ereğli Demir-Çelik Tesisleri’nde yaşananlara Çalışma Bakanı Ecevit’in tepkisi halkçı niteliğinin sınıfsal özünü simgelemektedir. Bu işçi karşıtı tutumunu hemen her fırsatta ortaya koyan Ecevit, Singer grevinde işçiyi kanunsuz eyleme teşvik gerekçesiyle sendikacıların gözaltına alınmasını da savunmuştur. Bunun üzerine “Türk-İŞ Dergisi Yazı İşleri Müdürü ve Basın Müşaviri İlhami Soysal ile Araştırma Kurulu Direktörü Atilla Karaosmanoğlu, Ecevit’in gerçek yüzünün kamuoyunda teşhirini savunmuşlardı.” İlginçtir, bu teşhire karşı çıkan kişi Amerikan tarzı sendikacılığın önemli ismi Seyfi Demirsoy’dur. “Çıkarlarımıza” aykırı düşer gerekçesiyle teşhire karşı çıkan Demirsoy’da gözaltına alınan sendikacılar arasındadır.
İsmet Paşa’nın dünya üzerindeki ABD hegemonyasının gücünü kavradığı süreçte, özel istihbaratçı olarak yanından ayırmadığı Ecevit, yükselen değerlerin temsilcisidir. Özal’ın prensleri denilen ABD yetiştirmesi grubun ilk örneğidir. Rockfeller Vakfı’nın bursuyla ABD’de eğitilirken, İsmet Paşa tarafından milletvekili yapılan Ecevit, 60’lar Türkiye’sinde çalışma ilişkilerini düzenleyen bakanlığın başında düzenin sola karşı manevi cephesini kurmakla meşguldür. Ortanın Solu Programı ile TİP’in ve gençlik-işçi hareketlerinin düzen içi kanallara çekilmesi, Ecevit’in siyasi varlık nedenidir. Bu politikayı operasyonel bir kurgu içinde yürüten Ecevit, bir çok solcu aydın ve yazarı kişisel olarak da kuşatmıştır. Örnek olsun; Çetin Altan, Mehmet Kemal, Doğan Avcıoğlu, Sabahattin Selek, İlhami Soysal gibi solcu aydınların bir çeşit yazlık karargahı olan Bayramoğlu, Ecevit’in uğrak yeriydi. Bu konuda önemli bir kaynak şu bilgileri veriyor: “Uzun uzadıya tartışılırdı Bayramoğlu’nda. Solcu yazarlar gerek Ecevit’in telkinleri sonucu, gerekse inançları doğrultusunda olduğundan, herhangi bir girişimden önce açtıkları kampanya ile rakiplerini yıpratırlar, Genel Sekreter’e elverişli ortamı hazırlarlardı.”
Ecevit’in özünde sol ve işçi karşıtı siyasetlerini ilk sezinleyenler, sonradan Dev-Genç’e dönüşecek olan FKF’li gençler ile Türkiye Öğretmenler Sendikası üyesi öğretmenler oldular. TÖS Ankara kongresine gelen Ecevit, Amerika’nın yeni ortağı, işbirlikçi, devrim yobazı, politika hokkabazı denilerek kongreden kovulmuştur. Ertesi gün ise, Ecevit’in örgütlediği sosyal demokrasi dernekleri üyeleri FKF’lilere sopalar ve demir çubuklarla saldırmışlardır. Sosyal demokrasi dernekleri militanları, Ecevit’in kara ve kızıl yobazlarla mücadele sloganına göre örgütlenmiştir. İlk saldırılarını FKF üyesi devrimci gençlere yöneltmişlerdir. 1970 Kasım’ında Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı toplantısına Dev-Genç’lilerin tepkisinden korktuğu için gitmeyen Ecevit, yerine Deniz Baykal’ı göndermiş, ancak o da yuhalanmaktan kurtulamamıştır.
Mavi karanlığın yaratıcısı, restorasyon politikalarının usta yönlendiricisi Ecevit, umut haline gelmesini devrimcilere karşı verdiği savaşıma borçludur. Bu savaşımın önemli aşamalarından biride, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamıdır. Bugüne kadar yeterince tartışılmayan bu konu, Rockfeller yetiştirmesi, Morrison Ecevit’in siyasi kişiliğini aydınlatmak açısından önemlidir: “Denizler hakkındaki idam kararı TBMM’de görüşülüp karara bağlandıktan sonra, İsmet İnönü başkanlığındaki CHP, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş, Anayasa Mahkemesi ise kararı şekil yönünden bozmuştur. Bunun üzerine, ikinci görüşme yapılmış ve TBMM, Denizlerin asılmasını bir kez daha karara bağlamıştır. Bu arada İnönü, CHP başkanlığından istifa etmiş, yerine Bülent Ecevit vekalet etmeye başlamıştır. Ve CHP ikinci kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaktan kaçınmış ve böylece karar kesinleşmiş, idamlar infaz edilmiştir.”
CHP’nin bu ani tavır değişikliğinin nedenleri karanlıktır. (!) Denizler, Türkiye’de yargılanarak öldürülen ilk Marksist-Leninistlerdir. TBMM tutanakları, Denizleri, Marksist-Leninist olarak nitelendiren milletvekillerinin konuşmaları ile doludur. CHP, meclisin kararı üzerine Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmiş, karar şeklen bozulmuştur. Yapılması gereken tekrar müracaat etmektir ve bu önemli bir yasal imkandır. Celal Kargılı ve arkadaşlarının tüm çabalarına rağmen, Ecevit bu başvurunun yapılmasını engellemiş ve idamların yolunu açmıştır. Ortanın solu programını yürürlüğe koyan Ecevit, bu programı devrimcilerin kanlı tasfiyesi üzerine bina etmiştir. Tekrar olsun, aynı kaynakta şu satırlar yer alıyor: “Anayasa Mahkemesin’e ilk başvuru sırasında ismet İnönü CHP Genel Başkanı’dır. Onun emriyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur. Görüşmeler sürerken, İnönü Genel başkanlıktan istifa etmiş ve kurultay hazırlıkları başlamıştır. Ortanın solu ve göbekçiler diye adlandırılan iki hizip çekişmektedir. Bülent Ecevit, ortanın solunun lideridir ve kazanacağına muhakkak gözüyle bakılmaktadır. İsmet İnönü’de, Ecevit’in zorlamasıyla genel başkanlıktan ayrılmıştır. Bazı bağımsız milletvekilleri, Ecevit’e idamlar konusunda ikinci başvurunun yapılıp yapılmayacağını sormuşlar ve olumsuz yanıt almışlardır.” Ecevit CHP’sinin bu tutum değişikliğinin hesabını bugüne kadar soran çıkmamıştır. Anti-komünist cephenin havuç politikalarını oluşturan Ecevit, Denizlerin tasfiyesi sonrası, Türkiye’de umut haline getirilmiştir. Ustaca yönettiği aydınların da desteği ile mavi karanlık dalgasının başlatıcısı olmuştur.
MSP-CHP koalisyonu günlerinde, Almancı kanadın simgelendiği yeni dengeler oluşur. Giderek güçlenen Alman emperyalizminin geleneksel İslamcı çizgilere yakın politikaları, MSP’de uygun bir siyasi odak bulmuştur. ABD’nin, Vietnam yaralarını sarmaya uğraştığı ve hegemonik güç kaybını telafi etmeye çalıştığı bu dönemde, onun da onayıyla Türkiye, Almanya’nın sorumluluk sahası içine alınmıştır. Ancak, bu yıllarda istenmeyen gelişme, giderek güçlenen ve sosyalist sistemle dostça ilişkiler geliştiren bağlantısızlar hareketinin yayılmasıdır. Kıbrıs Rum toplumunun lideri Başpiskopos Makarios, savunduğu bağlantısızlık siyaseti sonucu tüm 3. dünya ülkeleri arasında etkin bir yeralmayı başarmıştır. Enosis’çi Grivas çeteleri ise, batı militer sisteminin adadaki temsilcisi konumundadır. Grivasçılar, Makarios’a bağlı Kıbrıs Rum Adalet Bakanı’nı 28 Temmuz 1973’te kaçırırlar, bunun üzerine Makarios, 150 Grivas yanlısını tutuklatır. Atina ve Atina’daki faşist rejimin bağlı bulunduğu batı militer sistemi ile adalı Rumlar’ın bağlantısızlık yanlısı sivil çoğunluğu arasındaki gerilim tırmanmaya başlar. Batı militarizmine bağlı Ankara açısından, bağlantısızlık yerleşik ideolojik kalıplar bakımından kabul edilebilir değildir. Ortadoğu’da, 1973 savaşı ile derinleşen çelişkiler, AET, Japonya ve ABD rekabetinin petro-politik dayanakları, İsrail’in sarsılan konumu, Kıbrıs gibi bir uçak gemisini daha önemli hale getirmektedir. Kıbrıs’ın, Makarios’un çabalarıyla pekişecek olan bağımsız ve bağlantısız statüsü, batının petrol boyutu iyice belirgin hale gelen militer stratejileri ile çelişiyordu. Kıbrıs, sivil güçleri ve Makarios eliyle bağlantısızlık yolunda ciddi adımlar atan bir ülke konumundan bir an önce çıkarılmalıydı. Kıbrıs’ın onaylanabilir yeni statüsü, ancak batı militer stratejisi içinde yeri bulunabilecek bir düzen olabilirdi. Ecevit, militer ve stratejik kavramlara dayalı bu yeni statüyü Türkiye’ye ve Kıbrıs’a dayatan adam oldu.
Bağlantısız Kıbrıs, İsrail’in militarist gücünü kuşatan Arap Ortadoğu, sola açılan Türkiye denklemi hırsı yeteneklerinin de önünde Rockfeller adamı Ecevit’le çözülmeye çalışıldı. OSS, CIA artığı Bilderberg örgütü üyesi Dr. Kissinger, Ecevit’i uzun süre yönlendirmeyi başardı. Türkiye, Kıbrıs, Yunanistan eksenli bir barışçı yığınağın bağlantısızlık hareketine eklemlenmesi ve sosyalist sistemle dostluk arayışına girmesi dengeleri yerinden oynatırdı. Üstelik Grivas çetelerine karşı Makarios yanlısı sivil halk güçlerinin vereceği bir iç savaş, Doğu Akdeniz’deki ABD-Britanya eksenli hegemonyayı tartışılır hale getirirdi. Ortadoğu’ya yönelik uçak gemisi statüsündeki Kıbrıs’ta bağlantısızlara yönelmiş, prestiji yüksek, Sovyetler’le ilişkileri iyi olan Makarios önderliğinde, EOKA’nm tasfiyesi istenilir bir şey değildi. Bu noktada devreye Ecevit ve Türk ordusu sokuldu. Toplumdan, topluma diyalogun önü kapatılarak ve adada 1973 yılında, Makarios öncülüğünde geliştirilen siyasetlerin sonuçlan tasfiye edilerek işgal eylemine girişildi. Ecevit militarizmi, Kıbrıs’ı batı militer sisteminin stratejik kodlarına yeniden dahil ederken, Makarios’un bağlantısızlık siyaseti tasfiye edildi. Adadaki İngiliz ve Amerikan üsleri güçlendirildi. Kriz bahanesiyle ABD filoları Akdeniz’i bir Amerikan gölü haline getirdi. Diğer yandan, Türkiye’de biriken sol potansiyel, milliyetçi-militer bir dalga ile paramparça edildi. 12 Mart’ta Balyoz Harekatı ile devrimcilere uyguladığı Amerikan patentli terörün prestij kaybını, ordu Kıbrıs zaferi ile telafi etmiştir.
Kıbrıs’ta savaşan kontr-gerilla subaylarının gücü ve yetkileri artmıştır. 12 Eylül faşizminin konsey üyesi Nurettin Ersin bu gruptandır. Ayrıca, 50’li yıllardan itibaren bir kontr-gerilla üssü haline getirilen Kıbrıs’ta bu durum yeni üslerle kalıcı statüye dönüştürülmüştür. Özel savaş elemanlarının eğitiminde ada artık merkezdir. Denktaş’ın oğlu tarafından örgütlenen Bozkurtlar, Türk Mukavemet Teşkilatı ile ortak, kanlı operasyonlara girişmişlerdir. Milliyetçi cephelerin kuruluş dayanaklarını oluşturan şoven- militer dalga ile kontr-gerilla örgütlerini, iktidar denkleminde önemli bir güç haline getiren Kıbns Harekatı, İsrail’e de rahat bir nefes aldırmıştır.
Varlığını kapitalist enternasyonalin militer-strateji kodlarının işlerliğine bağlayan İsrail açısından, Kıbrıs’ın, batı stratejisinin gerektirdiği statükoya tabi kalması önemliydi. Diğer yandan, Makarios’un, Grivas’a yönelik haklı ve meşru iç askeri operasyonuna tahammül gösteremeyen ABD, binlerce Türk askerinin adaya hem de iki kez çıkarma yapmasını izlemekle yetinmiştir. Sola, işçi sınıfına, Amerikan değerlerine, devrimci gençliğe karşı sınanmış ve ABD açısından sicili temiz Ecevit’in Barış Harekatı makul sınırlar çerçevesinde kabul görmüştür. Ancak, sorun Almancı kanadı da bulunan bir hükümetin yarattığı denklemler ve azgınlaşan şovenizmin uluslararası dengelere etkileridir. Ecevit’in yarattığı bağımsız çıkış illüzyonunun tehlikeleri, Kıbrıs eksenli yeni bir uluslararası bunalım boyutlarına ulaştığında Ecevit’e dur denilmiştir. Kapitalist enternasyonal çağında sisteme bağlı milliyetçi ideoloji, misyonunu yerine getirirken, gerçek efendinin kim olduğu, ABD’nin askeri ambargosu ile bir kez daha hatırlatılmıştır. Henüz alt- emperyalist bir güç konumuna gelmemiş bir Türkiye’nin şoven-militer kaynaklı bir illüzyonlar zinciri içinde bölgede kalkışacağı maceraların kapitalist hiyerarşi içinde o gün olanaksızlığı ambargo ile ortaya konmuştur. Ecevit’in boşalttığı sol mevziler, bastırdığı devrimci dinamikler, yarattığı militarist dalga, tarihsel açıdan ortağı olduğu I. ve II. MC hükümetleri eliyle kanlı bir iç savaşa dönüştürülmüştür. ClA kaynaklı USIS burslu, anti-komünist soğuk savaşın plancısı Rockfeller Vakfı öğrencisi, Balyozcu Erim yetiştirmesi, İnönü’nün restorasyon prensi Ecevit, aynı zamanda masonik Bilderberg örgütü ile de ilişkilidir.
Bilderberg
Bilderberg grubu, Mayıs 1954’te kurulmuştur. O yıl yüze yakın bankacı, (öğretim üyesi, politikacı, uluslararası devlet görevlisi, diplomat ve işadamı Hollanda Prensi Bernhard’ın daveti üzerine, Hollanda’nın Oosterbeek kentinde bulunan Bilderberg otelinde bir araya gelirler. Konu; “Sovyet yayılmacılığına karşı batının birliğini kurmak” tır. Organizasyon o zamandan başlayarak Bilderberg grubu olarak tanınmış ve üyelerine Bilderberger denilmiştir. Bilderberg grubunun fikir babası İsrail kökenli bir Polonyalı’nın oğlu olan Joseph Retingerdir. İsveç farmasonluğunun yüksek dereceli üyesi olan Retinger (1887-1960), mondalizmin (dünyacılığın) öncüsü olmuştur. Mason örgütlerinin deşifre olması ve topladığı tepkiler, kapitalist enternasyonali bu tür masonik yapıda, ancak daha yaygın ve gizli ilişkilere sahip örgütler oluşturmaya itmiştir. Bilderberg grubunun başkanlığını 1976 yılına kadar Prens Bernhard de Lippe yürütmüştür. Ancak, gerçek patron David Rockfeller’dır. Trilaterale (üçlü komisyon) ile de bağları bulunan Bilderberg, ABD, Avrupa, Japonya eksenli kapitalist enternasyonalin en güçlü örgütlerindendir.
– Uluslararası finans sorunları.
– Gümrük engeli olmaksızın ürünlerin serbestçe dolaşımı.
Uluslararası ekonomik birlik gibi konularda çalışmalar yapan kuruluşun özünü ünlü finansçı Paul Warburg şöyle tanımlıyor: “Hoş olsun ya da olmasın, bir dünya hükümetine sahip olacağız, tek sorun bunun fetih yoluyla mı, yoksa mutabakat yoluyla mı kurulacağını bilmek?”
Trilaterale Commision Başkanı David Rockfeller ise, ABD Başkanı Eisenhower’e yaptığı bir çağrıda şunları söylüyordu: “…. ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım artırılmalı ve böylece bu işadamlarının ilgili ülke ekonomisinin kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkinliklerinin artması sağlanmalıdır.” Ecevit’in burs aldığı Rockfeller Vakfı Başkanı, Demirel’in burs aldığı Eisenhower Vakfı Başkanı’na bunları yazmıştır. Masonik örgütler, Gladio, petrol tröstleri, finans oligarşisi, silah tekelleri ve onlara bağlı politikacı, diplomat, istihbaratçı, akademisyen topluluğu, Bilderberg eksenli bir Avrupa politikası yürütmekte, kapitalist enternasyonalin Avrupa odaklı, en güçlü örgütünü yaratmış bulunmaktadırlar. Türkiye’de ilk toplantısını 1959 yılında Yeşilköy’de yapan örgüt, 25-26-27 Nisan 1975’tede Çeşme’de toplanmıştır. Bülent Ecevit’in de katıldığı toplantıya diğer katılanların kimler olduğuna dair bir listeyi ileriki bölümlerde sunacağız. Bu toplantılarda not tutmak, dışarı ile telefon teması kurmak vs… şeyler yasaktır. Rockfeller Vakfının ve Bilderberg, Trilaterale Commision üyesi Dr. Kissinger’in milliyetçi öğrencisi Ecevit, bu topluluğun güzide toplantılarının konuğudur.
Tanzimattan akıp gelen kapitalist enternasyonal örgütleri ile iç içe olma geleneği, militarist siyasetlere bağlılık, iç savaş aygıtı konumundaki devletin bu varlığının kutsal sayılması, dış Türkler temasına bağlı fırsatçı yayılmacılık, sola düşmanlık, şeriatçı cephenin devletle ortaklığına alan sunma, Ecevit’in karakteristik siyasal özellikleridir.
Türkiye, 1965’ten sonra başlayan iç savaşa, bu özelliklerin taşıyıcısı Ecevit’in temsil ettiği düzen değişikliği parolası ile girmiştir. Ecevit içi boş bir kontr-gerilla söylemi ile kontr-gerillayı bir ilişkiler yumağı, kurumlar bütünlüğü, sermaye-devlet birliğinin vurucu gücü olarak algılamayı engellemiştir. Özel Harp Dairesi türünden bir devlet kuruluşuna dikkatleri çekerken, kontr-gerillayı belirleyen siyasetler demetini gözlerden uzak tutmuştur. Ecevit Bilderberg gibi Gladio ağları, polis örgütleri, istihbarat kurumları üzerinde tartışılmaz güce sahip örgüt toplantılarının gediklisi olmuştur.
Ecevit’in iktidarı döneminde Diyarbakır, Siirt gibi illerde başlatılan komando operasyonları belleklerdedir. Kürt sorunu konusunda Ecevit’in söylev ve demeçleri Türk devlet geleneğinin çizgileri konusunda oldukça geniş bir literatür oluşturmaktadır. Burada bir başka saptamada yarar vardır. Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan Amerikalı uzmanlar ile AID’nin yürüttüğü ortak bir proje neticesinde, 1962 yılında bir öneriler demeti Türk hükümetine sunulur. Bu rapora göre toplumsal muhalefetin yükselişini durdurmanın ve Kürt sorunuyla mücadelenin en iyi yöntemlerinden biri, dinci bir partinin kurulması, geliştirilmesi ve etkin bir konuma getirilmesidir. Bu AID destekli devlet projesi, 1969’da yürürlüğe konmuş ve Milli Nizam Partisi kurulmuştur. 12 Mart’ta tarafsız görüntü vermek isteyen yönetim, TİP ile birlikte MNP’yide kapatmıştır. Sol güçlerce temsil edilen radikal-laik toplumsal muhalefet ezilmiştir. Orgeneral Muhsin Batur, Sunay-Tağmaç-Türün ekibinin sözcüsü Or. Gen. Turgut Sunalp İsviçre’ye Erbakan ile görüşmeye gönderilmiştir. Erbakan, askerlerin isteği üzerine Türkiye’ye dönmüş ve MSP’yi kurmuştur. Ecevit’in, AID önerisine dayalı, militarist güçlerin desteği ile kurulan, özel harpçi subaylardan Turgut Sunalp’in teşviki ile çalışmalarını başlatan MSP’yi güçlendirmesi önemlidir.
Vietnam-Ortadoğu sorunlarının sıkıştırdığı, iç politikası çalkantılı, Sovyetler ile yarışın zorlamaları ve bağlantısızlar hareketinin hegemonya alanını daralttığı ABD, bu dönemde Türkiye’yi, Almanya’nın sorumluluğuna vermiştir. Uygun dönemeçte, geleneksel İslami Alman siyasetleri ile ABD’nin yeni strateji arayışlarının kesişme noktasında, fikir babalığım AID’nin yaptığı MSP, sistemin Türkiye’deki sosyal ve siyasi dayanaklarını güçlendirmiştir. Kürt illerinde sopa politikasını uygulayan Ecevit’in, havuç politikasının yürütülmesini üstlenmiştir. Kürtleri, tarikat ilişkilerinin sarmalında gerici ilişkilere mahkum eden anlayışı devletleştiren Ecevit, İçişleri, Sanayi ve Adalet Bakanlığı gibi önemli bakanlıkları Türk-İslam sentezinin resmi ideolojisine uygun bir biçimde şeriatçılara teslim etmiştir. Kürt hareketliliği ekseninde gelişecek ve giderek sola açılacak bir siyasi dinamiği, İslamı kullanarak kontrol etme politikası geleneksel bir devlet politikası olarak Ecevit tarafından da uygulanmıştır. Martçı generallerin en önemli politik açılımlarından biri olan dinci partinin güçlendirilmesi olgusunda, Ecevit bu özel savaş siyasetini iktidara taşıma becerisini göstermiştir. Türk-islam sentezine dayalı ebed-müdded iktidar anlayışının iyi bir örneğini vermiştir. Diğer yandan, sola baraj oluşturma adına büyük bir propaganda savaşma başlamış ve bu açılıma ortanın solu parolasını uygun görmüştür. İşte kendi yazdıklarından ortanın solu: ‘Toplumu sosyal adalet içinde kalkındırıcı tedbirler alınmazsa, ezilen, yoksulluk çeken insanlarda birikecek isyan duyguları, kabarıp taşma noktasına varabilir. Sınaileşmeye başlamış toplumlarda bu tehlike daha da büyüktür. İste o zaman aşın sol akımlar, bu isyan duygusunu, yıkıcı ve yaygın bir sel haline getirebilir. Ortanın solu, bu sele karşı en sağlam duvar, en etkili settir.” Ortanın solu akımını toplumsal muhalefete karşı “en sağlam duvar” olarak niteleyen Ecevit’in, demagojik yaklaşımlarla örtmeye çalıştığı sol düşmanlığı, orta sol programın her satırında tekrar tekrar sırıtmaktadır.
CHP ve İş Bankası
Ortanın solu ile halka adalet dağıtma sözü veren CHP, İş Bankasının ortağıdır. Bu bankada, Atatürk’ün vasiyeti ile oldıJcça önemli oranda hissesi olan parti, Türkiyede tekelci sermayenin bizzat kendisidir. TSKB’nin kuruluşunda AID ile birlikte en önemli paya sahip banka, Türkiyedeki tüm yabancı sermayeli kuruluşlarla da bağlara sahiptir. General Electric, Univeler gibi firmalarla ortaklığı olan banka, cam sektöründe tekel konumundadır. İş Bankası’nın yine tekel konumuna sahip tekstil topluluğunda 8.000 işçi çalışmaktadır. Çimento, metal, gıda. kimya, otomotiv, metalurji alanlarında çeşitli şirketlere ortak olan İş Bankası, TSKB’nin yanısıra Arap-Türk Bankası’nın % 28’ine ortaktır. TSKBde payı % 38 olan banka, Dışbank ve Sınai Yatırım Bankası ile Türk sanayisini yıllarca yönlendirebilmiştir. Banka şubelerinde 21.000, cam topluluğunda 19.000, tekstil gurubunda 8.000 çalışanı olan İş Bankası anonimleşmiş sermayenin dev kuruluşlarının başında gelmektedir. Kar ve birikimi ön planda tutan, Türkiye’nin en büyük ve etkili kapitalist gücüne CHP’nin ortaklığı ne yazık ki tartışılmamıştır. % 28.8 oranındaki Atatürk hisselerini paylaşan CHP’nin finans-oligarşisi içindeki konumunu algılamak açısından şu verilere gözatmak yeterlidir: “Türk bankacılık sisteminde toplanan mevduatın % 20.6’sı İş Bankası’na aittir. Bankanın kredileri genel toplamın % 31.1 ‘dir. Tüm banka sisteminin karının % 6.6’sı İş Bankasınındır.”
Kuruluşunda İttihatçı kadro ve Avundukzadeler, Nemlizadeler gibi İttihatçı sermayedarların katkısı olan bankaya, Atatürk 250.000 lira ile ilk harcı koymuştur. Hint Müslümanlarının Anadolu mücadelesi için gönderdiği ve Mustafa Kemal’in şahsi hesabında tuttuğu para, bankanın temelini oluşturmuştur. Daha sonra Celal Bayar öncülüğünde gelişen banka, siyasi ve iktisadi yaşama damgasını vurmuştur. İttihatçı geleneğin, İttihadı Milli Bankası-İttihat ve Terakki bütünlüğü mirası, CHP-İş Bankası özdeşliğinde yansımıştır. ABD, Almanya, Fransa, İtalya’nın tekelleri ile sıkı ilişkilere sahip İş Bankası, sermayenin temerküzünde önemli rol oynamıştır. Örnek olsun; “1964 sonunda, banka özel bankaların tümünün rezervlerinin % 70’ini elinde tutuyordu.”
Finans-oligarşisinin bizatihi kendisi olan CHP, Ecevit’in orta sol programı ile umut olabilmiştir. Böyle asalak bir yapının ortağı olan partinin değişim, bağımsızlık vs… vurgularının kütlelerde umut yaratabilmesi, ayrıca incelenmeye değerdir. Kapitalist enternasyonalin bölgedeki en önemli örgütlerinden biri olan İş Bankası’nın ortağı CHP’den anti- tekel anti-faşist mücadelede beklentileri olan önemli bir çoğunluk olmuştur. Bugünkü Ecevit’siz CHP’nin, İş Bankası ortaklığı devam etmektedir.
Yükselen sol dalgayı bastırırken demagojik sol bir söyleme tutunan CHP’nin sınıfsal konumunu nesnel bir biçimde açıklayan Necdet Uğur şunları söylüyor: ” CHP’nin iş dünyası ile ilişkileri sağlıklı ve ön yargısızdır… CHP ileri teknoloji uygulayan bir sanayi kesiminin, çağdaş yöntemler uygulayan bir hizmetler kesiminin gelişmesini amaçlar.”
Kaynak: Suat Parlar, Osmanlı’dan Günümüze Gizli Devlet…